Değişim dışında hiçbir şey sürekli değildir. -Heraklitos |
|
||||||||||
|
“Hişt duyacaklar” “Aman sus konuşma dinliyorlar” “Sana ne senmi kurtaracaksın bu ülkeyi?” “Onu öyle yazma tutuklanırsın” “O biz senin yaşındayken de çok uğraştık ne oldu ha bak halimize” “Aman yavrum bırak sen bunları eline ekmeğini al da sonra uğraşırsın” “Parasız siyaset olmaz!... Önce aç karnını doyur hayvan herif benim paramla solculuk taslıyor hıyar” “Aman be ya sana ne sana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın, bırak senden atlasın kimde patlarsa patlasın” “Üç beş kişiyle mi kurtaracaksınız vatanı? Hadi oradan güldürmeyin insanı” “Eşek oğlu eşek, hayvan kadar oldun bir işin yok hala solculuk oynuyorsun önce bi karnını doyur!.....” Yazma, çizme, konuşma, bakma, söyleme, duyma, yürüme ve sakın ola ki sistemin istediği dışında bir şey yapma. Sadece akşama kadar bilgisayar başında otur, onu bunu nasıl tavlarım yatağa atarım diye düşünüp o porno siteden bu porno siteye dolaş kısacası tamamıyla bir insan dışı yaratık ol işte o zaman yukarıdaki hiçbir sözcüğü duymaz hayatını yaşarsın. Kim bilir kaç kere duyduk bu sözcükleri ve bilmem kaç kere anlatmaya çalıştık kendimizi. Ama maalesef o 1980 cuntasının beyinlerin üzerine septiği ölü toprağını ve korku masalını temizleyemedik. Şimdi fazla değil sadece otuz yıl sonra yine Pasifik ötesinden birileri naralar atıyorlar yüzlerine yapışmış kirli tebessümleri ile. “ Bizim çocuklar başarıyorlar!....” Nedir bu böyle ve nereye kadar gidecek hiç sordunuz mu kendinize? Öylece boş vermiş öylece kendi dünyasını kurmuş milyonlarca insan o dünyalardan ne zaman dışarı bakacaklar? Ne zaman körleşen, çıplaklaşan ve yok olan kültürümüzü kaybolmaktan kurtaracaklar? Daha ne kadar sürecek bu baskı karşısındaki boyun eğme zihniyeti? Vatan’ın her köşesinde onlarca Atatürk’çü Yurtsever aydın göz altına alınırken neden elimiz koynumuzda öylece izliyoruz olanları. Emperyalizmin faşist diktası yatak odalarımızı bile gözetleme fantezisi yaparken biz neden hala dinlenmekten korkuyor söylemekten çekiniyoruz asıl gerçekleri? Neden yürümüyoruz VATAN diye NAMUS diye? Göz göre göre sattıkları vatan topraklarımızı neden sahiplenmiyoruz? Bunca kanunsuzluk karşısında neden hala sesimizi çıkartmıyoruz? Neden Mustafa Kemal ‘in BURSA NUTKU’nu unutuyoruz? Neden? Asıl suçlu kim diye soruyorum kendime bu nedenler arasında? Asıl suçlu kim? Asıl suçlu aman dokunma yanarsın, yok konuşma tutuklanırsın diyen ailelerin apolitik binlerce seks tutkunu sapık gençleri üretmelerimi? Sorgulamaktan, yargılamaktan uzak sadece ye iç yan gel yat psikolojisinde hayatını devam ettiren gençliğin vurdumduymazlığı mı? Bu ülkede aleviysen yakılırsın, solcuysan asılırsın!.. Hem solcu hem aleviysen işte orası daha acı ne olur halin bilinmez. Bu korkularla var edilen bir gençlikten beklenen nedir şimdi? Kokuyu yüreklere aşılan o 1980 çıkmazından kurtulamayan beyinlerin önümüze koyduğu biz düzenin parçalarıyız işte. Bugün dünya engelliler günü, ve ben tüm yargılamayan, araştırmayan, düşünmeyen ve kendimde dahil eyleme geçmeyen onca insanın engelliler gününü kutluyorum. Kendimizi avuttuğumuz sistemin kirli çarkı içinde kaybolan geleceğimize inat öyle çaresizce sıkışmışız ki artık beyin ölümümüz gerçekleşmiş. Okuduğumuz kitaplardan öğrendiğimiz teorilerle Türkiye’ de sadece gelişi güzel Devrim teorileri oluşturmaktan öteye gitmiyor çabamız. Engelliyiz, kendimi de katıyorum içine biz beyinlerimize kurduğumuz nice engeli aşamadık. Belki kimilerinin yanında biraz daha iyiyiz bu tartışılır ama engelliyiz işte. Bir ottan yada bir inekten farkımız yok. Otu inek yiyor, sonra bilinen faliyet ve biz sadece posa oluyoruz. İneğin memesine bile yararlı bir süt olarak inemiyoruz. Çünkü posayız işte bu devrimin önünde engelden başka hiçbir şey teşkil etmeyen sözde Devrimci grubu. Evet, susturan büyükler, susturulan genç beyinler. Şöyle bir bakalım mı arkamıza. Evet “ bekara kadın boşamak kolay gelir” dediklerinizi duyar gibiyim. Haklısınız evet yaşadığınız acıları sevdiklerinize yaşatmamak adına çizdiğiniz yol doğru olabilir ama şimdi o yolun çıktığı çıkmaz sokağa ne demeli? Hiç yargıladınız mı kendinizi? Hiç bu lanet olası Faşist düzenin varlığında benimde bir rolüm var dediniz mi? Kaçınız su gibi içtiğiniz kitapları önerdiniz çevrenize? Kaçınız “sorgula!.. mücadele et!... hakkını ara!... ben arkandayım!...” diye bildiniz? Aman dikkat lerle geçen uzun soluklu bir otuz yıl. Aman da Aman … Hadi şimdi yaraktığınız o bomboş bebek kadar bile beyni çalışmayan kimi popçu, kimi topçu kimide sapık olan gençliği sevin. Aman da aman !... vücutları gelişmiş ama beyin kasları gelişmemiş milyonları saldınız sokaklara gözleri insanların gözlerinden ırak kimin kalçasına kiminin bacaklarına yada bilmem neresine bakan onca moloz dolaşıyor şimdi sokaklarda. Onca korkak insan. Pardon insan dedim insan mı acaba? Bana insanın tarifini yapar mısınız? İnsanı olgusu gelişmeyen bir varlık bana göre devrimci olamaz. Devrimci önce çevresini en küçük yapı taşından başlayarak güzelleştiren insandır bana göre. Bir bakın ya. Allah aşkına bir bakın. Çevresine sadece çıplak görmek isteyen bir toplumdan bahsediyoruz. Ve nereye gidiyoruz bu sapkın zihniyetle öylece bomboş? Yakın tarihini bilmeyen, bırakın yakın tarihini hadi öte dursun kimler tarafından yönetildiğini bile bilmeyen bir sürü ucube topluluğu. Suçlular kim peki? Evet hep bir ağızdan omuzlarımızdaki sorumluluğu silkip atalım “kim olacak tabiî ki 1980 cuntası” dediğinizi duya gibiyim. Ne cuntaymış be. Bizler kendini devrimci sanan zihniyete ne demeli? Bizim hiç suçumuz yok mu? şöyle bir bakın çevrenize 1980 cuntasından kurtulan kendilerini devrimci diye adlandıran 50 yaş üzeri vatandaşların durumlarına. Hepsi kalın enseli ve kemerlerinin üzerine dökülmüş kocaman göbekleriyle ellerinde şampanya kadehleri emeğini satan insanlarının kanlarını emmektedirler. Daha dün emeğin sömürülmesinden bahseden bu devrimci dostlar şimdi o şampanya kadehlerinde emekçilerinin kanını içip mevcut emperyalist işbirlikçi iktidarın şakşakçılığını yapmaktadırlar. Ne acı!.. acı mı? Yoksa dilim varmıyor!... Acıyan yerlerine oturamasınlar demekten başka söyleyecek tek bir söz bulamıyorum. Evet, şikayet etmek onu bunu yargılamak yada birilerini suçlamak sadece bir insanın kendi vicdanıyla hesaplaşmasından öte bir şey değildir. Bunu tüm samimiyetimle söylüyorum ve bende bir çok bu yazıyı okuyan dostlar gibi şu an kendi vicdanımla hesaplaşıyorum. Ne yapıyoruz? Hiç bir şey !... Koskoca bir hiçten başka hiçbir şey yok avuçlarımızın içinde. Peki ne yapabiliriz? İşte o noktada tıkanıyorum. Her şeyi ama her şeyi bir yana koyup tüm gemileri bir kiprit çöpüyle ataşe vermek istiyorum. Ve o mücadelenin içinde var olmak istiyorum tüm hücrelerimle. Aydınlanıyor bu engin düşünce ile yaşadığım dünya. Ve kendimi buluyorum, bakışlarım derinleşiyor yüreğimdeki umut kabına sığmıyor. Yüzündeki tebessümün rengi daha da canlanıyor ve öylece dim dik öylece yürekli hissediyorum kendimi. sonra bir bakıyorum kendime. Ekonomik anlamda yok olmuş, hayatını bile zorla idame ettiren ve kapitalist sistemin çarkına sıkışmış ben nasıl tüm bu çirkeflikten kurtulup ayaklarımın üzerine basacağım? Öylece çekiliyorum tekrar yaşadığım ine aynı çaresizlik içinde ve okuyarak teorik olarak kendimi tatmin ediyorum sadece. Pratiklikten uzak ve öylece yalnız. Örgütlü mücadele içinde yoldaşlarınla omuz omuza mücadele etmenin insana kattığı değeri hiç bir şey vermiyor. Sadece uzaktan izliyorsun o adam gibi adamları. O Denizli’de, Ankara’da ve İstanbul’da yüreklerini ortaya koyup işbirlikçi karargâhları basan yiğitleri selamlıyorum.Sonra o binlerce yüreği ellerinde bağımsızlık bayraklarıyla meydanlara inen ve yürekleriyle direnen binlerce kişiyi. Ve o yürekli insanlar geliyor aklıma taş duvarlar arkasında beyinlerini özgür bırakarak bu mücadele içinde var olan engel tanımayan o yürekli Aydınları. Hiçim diyorum sadece koskoca bir hiç. Çelişiyorum kendimle, belki benim gibi düşünen yüzlerce binlerce hatta milyonlarca insan gibi. Sadece öylece bakıp, öylece sorguluyorum. Evet bakın cevap bulamıyoruz. Ne yapmak gerekiyor dediğimiz zaman işte binlerce insanda bu yazdıklarımın bir benzerini koyup önlerine öylece vicdan muhasebesi yapıyorlar. Oysa yanlış yapıyoruz. Bizler hayat kaygıları ve günlük kaygılar içinde kaybolan ve gelecek kaygılarını başkalarının omuzlarına yüklemiş asalaktan öte değiliz. Hiç bir şey yapmadan o yürekli insanların mücadelesini bir sülük misali sömürmekten başka yaptığımız hiç bir şey yok. Ne yapmalı? Oysa yapılacak bir şey olmalı? Üç kişi beş kişi yada daha fazlası kendimizi sakladığımız inden çıkarak omuz vermeliyiz bu yüke. Akşamları televizyon karşısında uyuklamaktansa enerjimizi çevremizdeki yok olan insanları kazanmakla harcamalıyız. Uyumamalıyız gerekirse, Koşamasak ta yürümeliyiz, yürüyemesek de emeklemeliyiz yapmalıyız işte bir şeyler; olmamalı böyle. Kimilerimiz evini arabasını değiştirme derdinde, kimilerimiz ev eşyası değiştirme yada yaşadığı hayatı biraz daha iyileştirme derdinde. Peki bu neden böyle? Bireysel iyileşme ile toplumsal iyileşmeyi nasıl sağlayacağız? Kendi hayatlarını iyileştirmek için çabalayanlar acaba yoldaşlarını hiç düşünüyorlar mı? Devrim bireysel bir istekten öte toplumsal bir kurtuluş yoludur. Peki, bu devrimci mücadele içinde bu bireyselcilik neden? Sistemin kirli çarkından bahsederken, o sistemin en küçük çarkının birer dişlisi olmuş beyinler artık. Sitemin içinde çark olursanız o sisteme hayır diyemez hale gelirsiniz. Çünkü sitem sürekli sizi içine çekecek ve siz sadece o çarktan diğerine atlayan bir dişili olmaktan öteye gidemeyeceksinizdir. Çark bile olamayacak sadece dişli olarak yaşanacak bir ömür. Aynı kısır döngü içinde aynı yörüngede yok olmaya doğru yol almaktan öteye gitmeyecek bir yaşam. Yaşam!.. yaşamak!... veya yaşatmak!...veya kirlenmeden dik durarak yaşamak!.. birbirine çok bezese de kelimeler içerik ve anlam farklılıkları bakımından aslında önümüze sunulan şıklardan sadece bir kaçı. ve seçim tamamıyla bize ait. Ya yeter!... deyip haykırmak zamanı yada öylece her aynaya bakışımızda kendimizden utanarak yaşamaya alışmalı. Sizce ne yapmalı? Artık ayağa kalkmalı, Üzerimizdeki bu lanet olası ölü toprağını atıp “YETER” diye haykırmalı. Bu Faşizan, bu adaletsizliğe son noktayı koymalı. Artık örgütlenmeli, artık emperyalizme ve onun işbirlikçilerinin karşısında dim dik onurlu savaşı vermeli! Yıkılmalı artık bu emevi saltanatı yıkılmalı artık bu padişahlık düzeni ve bozulmalı oyunları BOP’ları ve bölme planları. Yaşanacak ne varsa yaşanmalı, ölümse ölüm, direnişse direniş ama sonunda boyun bükmek olmamalı. Kim ne derse desin, kim ne söylerse söylesin bu korku imparatorluğunun yıkılma vakti gelmiştir. Bu düzenin mevcut savunucularının Pasifik ötesindeki emir aldıkları büyükleriyle birlikte tarihin karanlık sayfalarına gömülmeleri gerekmektedir. Bunu yapacak olan Anadolu topraklarının yüz yıllardır sahibi olan Türk milletidir. Nasıl Çanakkale’de, Sakarya sırtlarında verilen şanlı mücadelenin yeniden verilme vaktidir. Güneş artık SAMSUN’ dan değil SİLİVRİ’ den doğacaktır. Nasıl Atalarımız demiri eriterek Ergenekon destanını yazdılarsa, bu günde emperyalist iş birlikçileri bu topraklardan silerek ve Silivri zindanlarından çıkarak bu destanı tazelenecektir. Artık vakit düşünme vakti değil eyleme geçme vaktidir!.. Ya bizde bu tarihin utanç sayfalarında yerimizi alacağız yada onurlu tertemiz bir Türkiye için mücadele edeceğiz. Hadi, bakın artık aynaya ve haykırın yüzünüze. Yüzleşin artık bu gerçekle ve haykırın artık içinizdeki öfkeyi “ YETER!......” diye haykırarak omuz olun bu mücadeleye ve bitsin artık bu zulüm bu korku , bu onursuzluk ve bu çirkefli her bir yürekten dökülen öfkenin onurla buluşmasıyla. Gün mücadele günüdür. Gün Mustafa Kemal olmak günüdür. ”YETER!....” Dinleyin Nazım’ı ve irkilin artık. “yiğitler; kuva-i Milliye yiğitleri ayağa kalkmanın vaktidir şimdi” “YETER be YETERRRRRR!......” www.hamzaekiz.com http://www.facebook.com/PSAKD/posts/258188687559390#!/pages/Hamza-Ekiz/138596183387?sk=friendactivity
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © HAMZA EKİZ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |