..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Cumhuriyet fikir serbestliği taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre saygı duyarız. -Atatürk
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Anı > Onur Ömer Dara




14 Temmuz 2019
Hasan Dede III  
Onur Ömer Dara
Güneş yavaş yavaş bulutların arasından yükselmeye başlarken penceremden içeri sızan enerji ışınlarını yüzümde hissedebiliyorum. Ama nedense hiç uyanasım yok bu sabah. Yine de Hasan Dedenin yatağının altındaki delik benim yerimde durmamama neden oluyordu. Yüzümü yıkamak için odamdan çıkarak banyoya doğru yürürken salonun penceresinden dışarıdaki kalabalığı fark ettim. Polis ekiplerine Zabıta ekipleri de katılıvermişlerdi. İş yavaş yavaş ciddiye biniyordu. Hemen yüzümü yıkayıp üstümü hızlıca giydikten sonra neler olup bittiğini öğrenmek için Hasan Dede’nin evinin önündeki meraklı ve telaşlı kalabalığın içine girdim. Tüm mahalleli oradaydı. Hiç kimseyi takmayan ve kimseyle doğru düzgün muhabbeti olmayan aynı zamanda tüm mahalle tarafından ateist olduğu için dışlanan Yılmaz Amca bile o kalabalığın içinde meraklı gözlerle bakınıyordu. Birden bir zabıtanın telsiz sesinden aynı şu sözleri duydum. “Kalabalığı dağıtın yıkım ekipleri geliyor. Tamam” “Anlaşıldı. Tamam”


:ACAG:
III
Güneş yavaş yavaş bulutların arasından yükselmeye başlarken penceremden içeri sızan enerji ışınlarını yüzümde hissedebiliyorum. Ama nedense hiç uyanasım yok bu sabah. Yine de Hasan Dedenin yatağının altındaki delik benim yerimde durmamama neden oluyordu. Yüzümü yıkamak için odamdan çıkarak banyoya doğru yürürken salonun penceresinden dışarıdaki kalabalığı fark ettim. Polis ekiplerine Zabıta ekipleri de katılıvermişlerdi. İş yavaş yavaş ciddiye biniyordu. Hemen yüzümü yıkayıp üstümü hızlıca giydikten sonra neler olup bittiğini öğrenmek için Hasan Dede’nin evinin önündeki meraklı ve telaşlı kalabalığın içine girdim. Tüm mahalleli oradaydı. Hiç kimseyi takmayan ve kimseyle doğru düzgün muhabbeti olmayan aynı zamanda tüm mahalle tarafından ateist olduğu için dışlanan Yılmaz Amca bile o kalabalığın içinde meraklı gözlerle bakınıyordu. Birden bir zabıtanın telsiz sesinden aynı şu sözleri duydum.
“Kalabalığı dağıtın yıkım ekipleri geliyor. Tamam”
“Anlaşıldı. Tamam”

Yıllar yılı var olan bu ev artık yıkılacaktı belli ki. Oysa Hasan Dede’nin evi mahallemizin adeta akciğeriydi. Yüksek katlı onlarca samimiyetsiz beton yapıların içinde bir can damarıydı. Meyve ağaçları,herkese açık tuttuğu yemyeşil çayırı yaz aylarında tüm mahallelinin beraber oturup çay içtiği mekandı. Biz çocukların rahatça top oynağı saklambaç oynadığı mekandı Hasan Dede’nin bu cennet bahçesi. Aniden yer sallanmaya başlamıştı. Mahalleli birden kendi arasında Hasan Dede’nin ahının tuttuğunun ve onun laneti diye evin yıkılmaması gerektiğini söylüyorlardı. Sallantının şiddeti giderek artıyor ve mahalleli daha tedirgin bir halde söylenip duruyordu. Acaba gerçekten Hasan Dede’nin bir lanetimiydi bu sallantılar? Polisler ve Zabıta görevlileri bile bu sallantılardan bir hayli tedirgin olmuşlardı. Çok geçmeden bu sallantıların bize yaklaşan paletli büyük iki kepçe olduğunu gördüğümüzde hepimiz rahatlayıvermiştik. Bir yolunu bulup evin içine girmem lazımdı. Yatağın altındaki o deliğin içindeki her neyse onu oradan çıkartmam lazımdı. Polisler ve Zabıtalar kalabalığı dağıtmaya çalışıyor bir yandan da kepçelerin bahçenin içine girmesini sağlıyorlardı. Kalabalığın içinden sıyrılarak evin arkasından dolanarak arka kapıdan içeri giriverdim. Ev başıma yıkılsa bile o parkenin altındaki şey her neyse onu oradan çıkartmam gerekti. Heyecan telaş ve korkudan elim ayağım birbirine girmiş ter içinde kalmıştım. Yatak odasına girer girmez yatağı hemen köşeye doğru çekivermeye çalıştım tam bu anda kepçenin birisi evin salonundan içeri giriverdi. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Yatağı köşeye çekmek bir hayli zor olacaktı çünkü çok ağırdı. Neyse ki kepçe operatörleri evin diğer tarafından yıkıma başlamışlardı. Nihayet yatağı köşeye çekebilmiştim. Kepçelerin yıkım sesi giderek yaklaşmaktaydı. Ve parkenin altındaki kilidi parıldayan bir sandıktı. Hemen ayaklarımla parkeyi kırmaya başladım. Tam bu arada kepçe yavaştan yatak odasına doğru girmişti. Birkaç parkeyi daha kırdıktan sonra sandığı aldırmaya çalıştım. Öylesine ağır bir sandıktı ki tüm gücümü ve çabamı vermeme rağmen kaldıramadım. Kepçe yatak odasının kapısını yıkınca birden kendimi pencereden dışarı atıverdim. Üzgün kalabalık aniden kendini evin bahçesine doğru atıverdi. Abdurrahman ağabey birden çitlerden atlayıp bana sarılıverdi. Sanki yıllardır kaybetmiş bir çocuğu gibi öylesine sıkıca sarıldı bana. O sırada birden bağırdım. “DURUN! LÜTFEN DURUN! İÇERİDE ÇOK DEĞERLİ BİR SANDIK VAR!” diye.


Polisler hemen yanıma gelip sandığın nerede olduğunu bana sordular. Bende yatak odasındaki kırık parkelerin altında olduğunu ama bir hayli ağır olduğunu onlara söyleyiverdim. Polisler kepçe operatörlerinin durmasını söyledikten sonra aralarından ikisi pencereden yatak odasına girip kırık parkelerin altındaki sandığı çıkarmak için kollarını sıvamaya başladılar. İki yetişkin polis bile bir hayli zorlanarak sandığı dışarı çıkardılar. Meraklı kalabalık polislere ve zabıtalara rağmen bahçeden içeri girmiş, meraklı gözlerle sandığın içinden çıkacakları takip ediyorlardı. Sandığın üzerinde büyük bir kilit vardı. Kim bilir? Anahtar neredeydi? Belki de yıkıntıların arasında kalmıştı. Polisler sandığı emniyete götürüp orada kilidinin kırılıp açılmasını istediklerinde tüm mahalleli aynı anda “OLMAZ” diye bağırıverdi. Polis amiri bu konuda bayağı ısrarlıydı. Mahallenin tüm itirazlarına rağmen sandık emniyete götürüleceği kesinleştirildi. Sandığı iki polis memuru yanaşan minibüsün içine koyduktan sonra mahalleli de aniden bir telaş oldu. Herkes kaçıverdi birden. Sanki minibüsün içerisine bir bomba koyulmuş gibicesine. Birkaç dakika sonra anladım ki mahalleli araçlarına atlayıp polislerden daha önce emniyete gitme niyetindeymişler. Bahçenin içinde birden tek başıma kaldım. Kepçe operatörleri umarsızca evi yıkmaya tekrar devam ettiler. Polis amiri Rıfat birkaç polis görevlendirerek bahçeden emniyete doğru gitmek için araçlarıyla beraber yola koyulmuştu bile. Ben ise bir başıma ne yapacağımın kararsızlığı içerisinde donmuş kalmıştım.


Arkamda yılların anısının mevcut olduğu bir ev yıkılıyor. Önümde ise bir hayatın belki de tüm sırları gidiyordu. Hemen koşmaya başladım. Emniyet binası o kadar uzak değildi. Dar sokaklı kestirmelerden ana caddeye indim. Ana caddenin hemen sonundaydı emniyet binası. Var gücümle nefessiz bir biçimde sonsuzluğa koşar gibiydim. Ayaklarım adeta alev almış bir lastik gibiydiler. Emniyet binasının önüne vardığımda, sandık çoktan binanın içerisine alınmış meraklı mahalleli ise dışarıda yerini almıştı. Polisler içeri girmemize izin vermiyordu. Ama daha ben gelmeden önce mahalleli ile polis amiri Rıfat anlaşmışlardı. Polis amiri Rıfat sandığın içinden çıkanlar hakkında mahalleliyi bilgilendirecekti. Bu gerçekten beni çok sevindirmişti. İçinden çıkanlara sahip olamasam da görmesem de en azından merakımı gidermiş olacaktım. Aradan yaklaşık iki saat geçmesine rağmen herhangi bir bilgilendirme yapılmamıştı. Mahalleli sıcağa rağmen bekliyordu. Yan komşunun oğlu fırlama Murat bu sıcak ve stresli bekleyişi fırsata çevirip babasından aldığı yirmi lirayla gidip marketten su alıp mahalleliye satmaya başlamıştı bile. Hatta ikinci sefer yeniden markete gidip su getirip satmıştı. Eski küçük emniyet binasını birden hatırlayıvermiştim. Etrafı bol ağaçlı ve çimenliklerden oluşuyordu. Çok değil bundan iki yıl önce eskisini yıkıp yerine tipsiz bir bina dikip etrafındaki bütün ağaçları kesip toprağın üstüne duygusuz betonları atmışlardı. Her şeye rağmen kenarda köşede betonun üzerinde çaba ve azimle yetişen otları görmek bir nebze olsunda insanı umutlandırmıyor değil. Hatta biraz daha bu otlara odaklanırsanız bu otlar sizin isminizi bile söylüyor. Doğanın mucizelerinden biriydi mutlaka. Tam da bu anda fark ettim ki ismimi söyleyen otlar değildi. Emniyetin kapısından bağıran polis amiri Rıfat’tı. Dalgınlığımdan dolayı bir gün gerçekten başıma bir şey gelecekti.


Polis amiri Rıfat “Serhat Kaya! Serhat Kaya! Aranızdan biri mi?” dedi. Kalabalığın arasında et duvarlarını geçerek Serhat Kaya benim ağabey dedim. Polis amiri Rıfat kendisiyle gelmem gerektiğini söyledi. Kapıdan içeri girerken kalabalığın içinden uğultular geliyordu. Fadime Teyze’nin “Hasan Dede de çok severdi bu iti” deyişi ile Yılmaz Amca’nın “mahallemizin en dürüst çocuğu Hasan Dede tüm mirasını bıraksa bile azdır” deyişi kulaklarıma kazınıvermişti birden. Telsiz sesleri içerisinde Emniyet müdürünün odasına doğru gidiyoruz. Birinci X-Ray cihazını geçtikten sonra bu sefer ikinci X-Ray cihazından geçmem gerekti. Polis amiri Rıfat’a ağabey ben zaten çocuğum sizlere ne zararım olur benim diye soruverdim. Neden güvenmiyorsunuz bana dedim. polis amiri Rıfat “Biz senin hırsız mı? Yan kesici mi olduğunu nereden bilelim?” diye sordu. İçimden hiçbir şey diyesim gelmedi. Zaten bahçedeki ağaçların kesilmesine bir hayli sinir olmuştum. Bu stresin içinde bir de polis amiri Rıfat’ı çekemezdim. Asansöre binip sekizinci katta inmiştik. İnce uzun ve alçak tavanlı koridorun sonuna doğru yürüyüp koridorun sağından dönüp üçüncü kapının önünde durduk. Kapı açıldı ve büyük bir üzeri deri kaplı kapısı olan bir odaya girdik. İçerdeki polis memuru beni ararken polis amiri Rıfat ise kapıyı çalmıştı. İçerden onay geldikten ve benim üçüncü aramam bittikten sonra Emniyet müdürünün odasına nihayet girebilmiştik.

Müdür koltuğuna oturmuş ve bize bakıyordu. Kısa boylu orta yaşlı ince bıyıklı ve saçları şakaklarından hafif beyazlaşmaya başlayan oldukça kilolu birisiydi. Sokakta sivil bir elbiseyle görsem “bu adam kesin kamyon şoförüdür” diyeceğim birisi. Koltuğundan kalkıp beni masasının solundan girilen küçük bir odaya doğru çağırdı. Odanın içinde iki takım elbiseli adam vardı. Kendisinin içeri girmesinin ardından polis amiri Rıfat ile birlikte biz de içeri girivermiştik. Karşımda Hasan Dede’nin sandığından çıkan eşyalar duruyordu. Heyecandan ellerim ayaklarım titrerken belki biraz da altıma kaçırmış olabilirim. Emniyet müdürü Selman “gel Serhat şöyle geç otur” dedi. Polis amiri Rıfat altıma kaçırmamı fark etmiş olmalı ki bana tebessüm ediyordu. Belki de Hasan Dede’nin tüm sırrı ve tüm hayatı masanın üzerindeki sandığın içinden çıkanlardı. Ellerim ve ayaklarımın titremesinden olsa gerek Emniyet müdürü “korkma burada hiç kimse sana zarar vermeyecek,bir su getirin şu çocuğa!” dedi. Sudan birkaç yudum aldıktan sonra biraz yatışmaya başlamıştım.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın anı kümesinde bulunan diğer yazıları...
Hasan Dede
Hasan Dede II

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Sibel

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Zihnimizdeki Zor Hayat [Deneme]
Anlaşılmaktan Uzak, Beğenilmeye Yakınız! [Deneme]
Ay'ın Suçu Neydi? [Deneme]
53. Hafta [Deneme]


Onur Ömer Dara kimdir?




yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Onur Ömer Dara, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.