Yaşamın tanımı yoktur. -Halikarnas Balıkçısı |
|
||||||||||
|
Öğrenmenin sadece okulda olduğu gibi bir anlayışa sahibiz. Halbuki öğrenme doğduktan hemen sonra başlayan bir olaydır. Bebeğin ilk ağlaması akciğerlerine hava dolması içindir, kısa zamanda çevresini algılamaya, yakınlarını tanıyıp gülücükler göndermeye başlar. Birkaç ay sonra, önce emekleyip, her şeyi elleyerek tanır, sonra iki ayağının üzerinde tay tay durur, kendini dengeler, duramayacağını anlayınca hemen yere oturur, tutunur, yürümeyi dener, çok dikkat eder, düşer, değişik pozisyonları dener. Bunları yazmamın nedeni bir bebeğin öğrenme için nasıl çaba harcadığı, duyu organlarını nasıl kullandığı, yaptığı şeye nasıl yoğunlaştığını anlatmak içindi,görenler çok iyi bilirler. İlkokul ve orta okul birleştirilip sekiz yıllık ilköğretim yasası çıkmadan önce ilkokul öğrencilerinin öğrenme becerileri, dikkatleri öğretmenleri rahatsız etmiyordu. Okuma yazma öğretmek ve okula yeni başlayan birinci sınıf öğrencilerine sınıf disiplini kazandırmak zaman alıyor olsa da, öğrencilerin öğrenme istekleri vardır. Sınıfta öğretmeni dinleyen,onun söylediğinin doğruluğuna kesin inanan, ödev yapmadan akşam yatmayan ilkokul öğrencilerinin içinde kendinizi ve yakınlarınızı hatırlamaya çalışın. Öğrenciler ilkokulu bitirip veya bugünkü sisteme göre, ilköğretimin ikinci kademesine geçince çevreye ve arkadaş ilişkilerine daha fazla zaman ayırıyorlar. Okulda geçen zaman sıkıcı gelmeye başlıyor. Sınıfta öğrenci, yukarıda söylediğim gibi, öğretmeni dinler görünüyor, anlatılana yoğunlaşamıyor, sonuçta öğrenmiyor, öğrenmediği için sıkılıyor, çalışmak istemiyor, ucunu kaçırdığı şeyleri yakalayamıyor, mutsuz ve başarısız oluyor. Öğrenme, kişinin isteği ile olabilir, öğrendiği şeyler ona bir farklılık kazandırabilir. Bu günün telekomünikasyon araçlarının çok gelişmiş olmasına karşılık, bire bir öğrenme yine geçerlidir. Okuyarak, dinleyerek, CD seyrederek öğrenme hep eksik kalmaktadır. Belki sınavlarda geçecek kadar numara, puan almak mümkündür, ama öğrenmenin kendisi bir amaç olmalıdır. Öğrenilenlerin yeri geldiği zaman kullanılabilmesi, başka bilgiler ile harmanlanması, öğrendiklerini kişinin kendine mal etmesi, öğrenmeyi amaç haline getirmekle ancak mümkün olabilir. Öğreten ve öğrenen karşılıklı birbirini anlamaya çalışmalıdır ki bir aktarım olabilsin. Ne demektir anlamaya çalışmak; bilgiyi aktaran, vermeye çalıştığı bilginin alıcıdaki alt yapısını bilmelidir. Örnek vereyim: Bir öğrenciye Küme kavramını vermemişsek, daha önce öğrenmemişse, birinci derecedeki denklemin çözümünü (x elemanıdır Reel sayılar kümesinin ) şeklinde soramayız. Belki öğrenci tahtada yazdıklarımızı defterine geçirir, ne olduğunu bilmeden. Burada anlama söz konusu olmayıp, alt yapının eksikliği önemlidir. Öğrenci öğrenmek isteğini duymalıdır ki, öğreneceği şeye yoğunlaşabilsin. Beynimizdeki düşünceler bizi çok çabuk farklı şeylere kaydırabilir, ne olduğunu anlamadan pek çok şeyi dinleyemediğimizi fark ederiz. İşte bu nedenle ancak İSTEK bizi yönlendirebilir. Dinlemek,öğrenme isteği kişiyi yönlendirse bile, anlamak gibi bir çetin ceviz karşımıza çıkmaktadır. Dinledim, anlamadım, aynı kişiyi bir daha dinleme şansım yok, konunun devamını nasıl anlayacağım? Öğrencinin çözümü vardır; öğretmene, anladığını zannettiği arkadaşına sorabilir. Bu durum öğrenme isteği olan kişi için geçerlidir. Diğerleri ise ipin ucunu bırakırlar, uçurtma alır ipi gider. Hayatımızın her anında bir şeyler öğreniyoruz. Bunların sıkıcı olanlarını,gerekli olsalar bile, öğrenmiyoruz, çünkü gerekliliğinin farkında değiliz. Öğrenme bir çaba ister, beynimize kaydedilmesi gerekir, daha sonra kullanılması için. Yakın çevrenizdekilerle biraz konuşun, aynı zamanda öğrenmiş olmanız gereken durumlar, bilgiler için nasıl farklı yanıtlar alacaksınız. Bir kaçı “ ben hiç hatırlamıyorum”, “ bunları hiç okumadık” , diğer bir kaçı “ nereden çıkarıyorsun bunları “ şeklinde yanıtlar verecektir. Bilgiler, davranışlar öğrenildikleri zaman kalıcı olabilirler. Statiksel verilerin akılda tutulması gerekmez, ama kullanım yerlerinin öğrenilmesi gerekir. Öğrenmeyi okula, sınıfa hapsedersek, işte o zaman sıkıcı olacaktır. Ders konularının içinde sıkıcı olanlar vardır, ama ders, okul, öğrenme, dinleme gibi hepsini bir çuvala koyarsak, üç yaşına geldiği halde yürüyemeyen, beş yaşında konuşamayan, sağlıklı çocuklar için örnek veriyorum, çocuklara benzeriz. Çocuklar, yürümek için, konuşmak için, öğrenmek için, her şeyi sorarak ne kadar çok çaba harcıyorlar. Beş duyu organımızla öğrenmeliyiz. Nasıl? Kulaklarımızla anlatılanı duymalıyız,yani kesin duymalıyız, duymak için çaba harcamalıyız. Gözlerimiz anlatıcıyı görmeli, onun yüz ifadesini, bakışlarını, vücut dilini görerek hissetmeliyiz. Bazı öğretilerde anlatıcı maddenin tadını, kokusunu hissettirmeye çalışır. Maddenin fiziksel özelliklerini anlatır. Anlattığı konu içinde geçen olayları, zaman dilimini yaşatmaya çalışır. İşte tüm bunlarla seferber olursak , konuyu anlarız, öğreniriz, kendimizin olur, gerektiği yerde kullanabiliriz. Hepimize anlama ve öğrenme başarısı diliyorum.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Güven Uluköse, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |