Tarih, hiçbir zaman orada bulunmamış kişiler tarafından anlatılan hiçbir zaman olmamış olaylarla dolu bir yalan. -Santayana |
|
||||||||||
|
İnsan olmak mı çok zor yoksa insanlar zor olanı tercih edip insanlıktan mı çıkıyor? Evet çoğu zaman kendimize sorular sorarız. O sorulardan birtanesi de budur. Genelde bu tür soruları, bu tür sonuçları gördükçe sorarız. Sonuçları ya da cevap olarak nitelendirdiğimiz olayları yaşadıktan sonra sorabiliyoruz bu soruları. Neden acaba muhtaç olmadan, ya da zarar görmeden yapamıyoruz bunu. Cevapları yaşamadan bulamıyoruz acaba. Kim bilir belkide insan olmak zoru tercih etmeyi gerektiriyordur. Şu an bu sorunun cevabını bilmesekte, bir gün mutlaka öğreneceğimiz kesindir. Nede olsa, yaşadığımız, gördüğümüz veya hissettiklerimizin bize kazandırdığı, veya daha çok şeyler almak üzere verdiği birikimler bunu gerektiriyor. Sanırım bu gereksinimlerden de kurtulmamız mümkün değil. Çünkü muhtaç olduklarımıza olan arzumuz, onları elde etmeden bitmeyecektir. ama Bu süreçte neye niçin muhtaç olduğumuzun sorgusunu yapamıyoruz. Elde ettiğimiz bu arzuların aslında bizden olmadığını gördüğümüz zaman, yani sonuca ulaştığımız zaman, ancak sorulara başlıyoruz; Cevabını gördüğümüz sorulara... Genelde herşeyi mantığımızla çözmeye çalışırız değil mi? elbetteki bu yoluda kullanmalıyız. ancak şunu göz ardı etmemeliyiz; bazı gerçekler mantıksızdır. en azından buda mantıklı bir yaklaşım olabilir. Öyle veya böyle mantığımızı kullanıyor, ama yanlış ama doğru sonuçları elde ediyoruz. Bu sonuçlar kendi açımızdan güzel olarak nitelendiriliyorsa, kendimiz için ondan ötesini düşünmüyoruz. Değişik açıları bir türlü mantığımıza sığdıramıyoruz o anlar. Bazen de hakimiyeti duygularımıza veriyor, ve ısrarla mantık kurguluyoruz. Çünkü biz mükemmeliz. çünkü bizim için iyi olan herşey, aslında kötü de olsa, iyiden de ötedir. Birazcık! enaniyet mi yapıyoruz ne? Yaşama amacı, inanç, kültür ve gelenek gibi bazı faktörlerle belirlenir. Amaç ne olursa olsun, amaca ulaşılmakta kullanılması gereken herşey araç diye bilinir. Ancak ne varki, araçlar artık amaçlarla karıştırılır olmuş. Üstelik gerekçeleri de hazırdır. Hayat boyu elde edilen herşey amaç olarak görülür olmuş. Evlilik amaçlanır, evlenilebilecek bir eş bulunduğun da, evliliğin de amacı zaten eştir gibi bir geçerli! bir mazeretle, o kişinin evlilik için bir araç olduğu unutulur ve yoğunluk tamamen muhataba çevrilir. doğal olarak asıl amaç unutulmuştur. Ve asıl amacın unutulmasıyla araçta elden gidebilir. Araç elden gittiğinde ise, kişi kendisini ortada hisseder, ve sonuça ulaştığını sandığı zaman ki mantığına lanet etmekten kortuğu için yeni mantıklar üretmeye çalışmakla büyük bir boş zaman değerlendirmesi yapmış olur. Yani sonuç alınmıştır, cevap görülmüştür, artık o cevaplara soru üretmektir iş. Aksi takdirde o cevaplar, geçmişteki mantıksızlığın mantığını çürütmektedir. hemde en hızlı bir şekilde. Buna önlem olarak güzel ve mantıklı sorular ve nedenler üretilir. İşte bu örnekte de olduğu gibi insan zor olanı tercih etmiştir. Hataların ve mantıksızlıkların üzerine gitmesi gerektiği yerde, gizlemeye çalışmıştır. Paspas altı pisliktedir çare o zihniyet için. Tüm bunların temelinde yatan, temel bir olgu görünüyor; korku. gerçek bir neden se korkudan korkmak oluyor. Korkunun tek karşılığı sevgidir. Sevmek bilinmelidir ki, korkuların üzerine gidilebilsin. Aksi takdirde korkulardan kaçılır. Ve arkada hep korku olacaktır. Korkununda verdiği korku ile de, öndeki sevgiyi, sevgileri göremeyecektir insan. Sevmek yerine sevmekten korkmayı tercih ediyor insan. Ve sevmekten korkmak yerine, sevilenden korkmayı bilmiyor. Sevilenden korkmanın gerektirdikleri, mantıklı mantıksız, sevgiyi yüceltir. Ve bu sevginin birde çocuğu olacaktır oda saygı. Bunun muhasabesi iyi yapılabilmeli. Ve hatta muhasabede bütün modüller birbirleri ile nasıl entegrasyon içerisinde ise, hayattaki bütün bu duygularda birbirine öyle bağlıdır. Birini diğerinden ayırdığımız vakitler kendimizi bualamayacağımız mutlak bir sonuçtur. Çünkü bütün bu duygular insanda vardır. Ve birini sildiğimiz zaman kendimizden bir parçayı silmiş oluruz. Buna bağlantılı olarak kendimizdeki eksiklikleri sorgulamaya başlarız. Galiba bu kişilik ve benlik kaybının başlangıcı oluyor. Benliğini kaybeden bir insan da, kendini boşlukta hisseder. Ve bu en kötü sonuçtur insanoğlu için. Çünkü boşlukta kendimizi göremeyiz. Ve o kadar alışırız ki o boşluğa, tüm gerçek duyguların yerine, boşluğu kendimize adapte ederiz. Ve bizler herşeyi mantıkla bağdaştırmaya çalıştığımız için, ve daha öncede söylediğimiz gibi kendimiz için iyi olduğunu düşündüğümüz sonuçlara mantıklı bir gerekçemiz vardır her zaman. Boşluğun mantıklı gerekçesi, kendisi farkedilemediği için, geniş bir ufuktur. Yani ufkumuzun genişlediğini düşünürüz. Boşluğun o devasa büyüklüğünü, kendi beynimizin yüceliği sanırız. Buda en doğal hakkımızdır zaten!. Çünkü beynimiz o büyük alanda o kadar dar kalmıştır ki, farkedememekteyiz beynimizi. Görememekteyiz kendimizi orda. Var olanı kendimiz sanmaktan başka çaremiz kalmamıştır artık. Çünkü biz varız. göremesekte bunu biliyoruz. Bildiğimiz şeylere de kılıf uydurmak, biz insanların ustalıkla başardığı işlerden biridir. Bu yollardan uzak durabilmek için aslında o kadar imkanımız varki... Kendimizi küçük görmemek, büyük görmemek bunlardan bir iki örnek olabilir mesela. Ve bunlardan uzak olmak o kadar kolay ki. Kolay olanı yapmayı tercih etmek kadar kolay. Sadece kendimizi görmek yeterlidir. Ama kendimizle bütünleştirdiğimiz o kadar olumsuzluk var ki bir türlü bu çarktan kurtulamıyoruz. Dediğimiz gibi, muhtaç olduklarımızın farkında değiliz. Ve muhtaç olup olmamamız gerektiğinin bile farkında değiliz. İnsanları sevmeliyiz, buna bağlı olarak onlardan korkacağızdır. Ama çekingenlik değildir bizdeki duygu. onları inciltmekten, üzmekten, kırmaktan, mutlu edememekten, sevmemekten ve sevdirememekten korkarız. Ve bütün bunlara bağlı olarak saygılı olmuş oluyoruz sevdiklerimize karşı. Ve işin güzel tarafı aslında biz bütün bunları yaptığımızda kendimize iyilik yapmış oluyoruz. Yani amaç biziz. Ve bütün herşey araçtır bizim için. Ama araçlarımızın değerlerini biliriz. Yani “ben” merkezli güzellikler. Çünkü bütün bu olguları kullandığımız zaman, en güzel sonuçlar kendimize dönecektir. Sevdiğimiz zaman sevileceğizdir, saydığımız zaman sayılacağızdır, mutlu ettiğimiz zaman mutlu olmayı bileceğizdir, ağladığımız zaman etrafımızda bizi teselli etmek isteyen ve bu yolla aslında kendisini mutlu etmeye çalışan ama kendi açımızdan baktığımızda, bizi mutlu etmeye çalışan bir sürü insan olacaktır. Yani güzellikler çarkı. Döndüğü ve gösterdiği herşey güzel olacaktır bizim için. bu tezde de görüldüğü gibi aslında herşey bizim için. Çünkü hayat biziz. “Ben varsam yaşam” var. Onun içindir ki, “ben” merkezli yaşam, ama gerçek ve iyi niyetlerle her zaman bizim kurtarıcımızdır. Hem bu mentaliteye de uydurabileceğimiz bir çok mantığımız olabilir. Üstelik hem bizim için iyi, hemde muhataplarımız ve çevremiz için iyi olan sonuçlara buluruz bu mantıkları. Aşık olmanın nedenini bulmak gibi... Hep derler aşk nedir? diye. Ama bir türlü cevabı bulunamamıştır bu sorunun. Çünkü, cevabı bulunsaydı bu sorunun, sanırım sorunun müsebbibi ortadan kalkardı. Yani aşk olmazdı. Cevabını bulamadığımız bir duygu yoğunluğunu çeşitli sınıflara ayırabiliriz tabi. Nelere nasıl aşk duyduğumuzu, neden aşık olduğumuzu sınıflara ayırabiliriz, ancak onların nedenlerini genede bulamayız. Her insan kendisini bir şeylere aşık eder. Çünkü bir insan için aşk, sevebildiğinin şahikasıdır. Kimse kendi aşkını bir diğerinden küçük saymaz. Çünkü, dediğimiz gibi birey için en büyük sevgi aşktır, ve kendisine göre kendisinin sevgisi en büyük sevgidir. Zira gidebildiği nokta odur. Peki ya ihanet edenler? onlarda aşık olmamışlar mıydı? olmuşlardı. Kendilerine göre sevgilerinin en büyüğünü yaşamışlardı. Ama sonucunda, kendilerini ihanet etmekten alı koyamadılar. Çünkü sevgileri yüce bir sevgi değildi. Sadece aşık olduklarını, sevdiklerini sanmışlardı. Ve sonunda, her ihanet edenin dediği gibi, “sevmediğimi anladım, ben bağlanamıyor muşum” derler. Aslında sevgide değil onlarda noksan olan sadece. Akıldan da söz edemiyoruz onlar için. Çünkü insan sevip sevmediğini anlamayacak kadar aptal olmamalı. Yada sevdiğini sanıp “aşığım” diyecek kadar. Aslında tartışılması gereken bu insanların yaptıkları değil fikirleri, zihniyetleri. Acaba değerleri nelerdir bu insanların? Sevmek dediklerinde akıllarına gelen şey nedir bu insanların? Bastırılmış duygularının açığa çıkmasına yardımcı olan insanlara karşı alışmışlıkları mı sevgi? Yoksa o insanların kendilerine karşı sarfetmiş oldukları aşk terennümlerimi onlara aşık olduklarını hissettiren. Öyle olmalı ki, belli bir zaman aşımından sonra, tıbbi bir bağımlılığa sebep olmayan bütün alışkanlıklar gibi o sevgi sanılan alışkanlığında sonu geliyor. Ve daha da tuhafı şudur ki, ihanet ettikleri ana kadar sevmedikleri, sadec alışkanlık haline getirdikleri şahısları, kaybettikten sonra gerçekten sevmeye başlarlar. Ve bu sefer de dönüşüm yoktur. Ve bu seferde, ihanetlere alışılmış olur. Yani ruh fahişeleşir. Çünkü, artık aşk sanılan şeyin zannı dahi ortadan kalkmıştır. Günümüzde “bir gecelik aşk” diye tabir edilen sex tutkusu yerini almış olur. Ve o kadar sıradanlaşır ki, olmazsa olmazları arasına girer o tip hain ruhların. Zira alışkanlıklardan vazgeçmek kolay olmuyor. Zamanında aşkım dediği insanda öğrendiği, bastırılmış duyguların açığa çıkarımını, bütün insanlarda ruhsuzca deneyebilir gecelik aşklar sayesinde. Elbette ki burda bedenin tesliminden bahsetmiyoruz. Ama, satılmış ruhun bedeninin tek başına ne mana ifade ettiğini merak ediyorum doğrusu. Zihinde bitmiş bir sevginin, aşk nameleriyle var olduğunun ispatlanmaya çalışılması gibi bir şey sanırım. İnandırıcılığı da tartışılır. Evet cesur insanlardan bahsediyorum tam olarak. Sevdiğini üzmekten korkmayan, kırmaktan korkmayan, ihanet edip, hain damgası yemekten korkmayan cesur insanlar. Fahişeleşmiş ruhlarının tatminini sağlamak adına tüm değerlerini hiçe sayan aptal insanlar. Yani boşluktaki, kendi yokluklarını var sanan, ufku geniş! olan insanlar. Ne derece sevebilirler acaba. Sevdikleri uğruna korkak olabilirler mi? Sevdiklerinden korkabilirlermi bu insanlar. Ya da bizler, sevdiklerimizden korkmuyorsak şayet, ruhlarımızı fahişeleştirme yolunda büyük adımlar mı atıyor oluyoruz. Kim bilir belki de öyledir. Bu adımları geriye doğru atmamız için gerekli olan şey, mantıklarımız mıdır acaba? Aslında olabilir. Görüldüğü üzere, pişman olunan duygular bizi bu yola itiyor. Pişman olunan duygularında müsebbibi, yaptığımız hatalar zinciridir. Bize verilen aklı yerli yerinde kullandığımız her an, dönüşümsüz hatalardan uzak olduğumuzu, olacağımızı göreceğiz. Bir çok ihanet eden insan, hep pişman oluyor dedik. Ve geride dönemiyorlar dedik. Ve yaptıkları hataları incelediğimiz vakit, hataların ne kadar aptalca olduğunu ve dönüşümsüz olduğunu görüyoruz. İnsan elbetteki hata yapar. Ama hatalar sınırlı olmalıdır. En fazla tecrübe ve bilgisizliklten hata yapılmalıdır. Çünkü bu hataların dönüşümü vardır. Ancak akıl yetersizliğinden dolayı yapılan hatalardan geriye dönülmez. Zira hatayı yapan kişi zaten aklını kullanamamıştır. Daha doğrusu onda o yaptığının hata olduğunu anlayacak bir akıl yoktur. Doğal olarak ancak ve ancak o şeyin hata olduğunu sonuca vardığında anlar. Sonuca ulaşmış hatalardan ise geriye dönüşüm olmaz. - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -*****- - - - - - - - - - - - - - - - - -- -
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © NUMAN MAS, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |