Yaşam başlangıcı olmayan bir yolculuktur. -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
Adam sabahleyin yataktan kalkıp, her zaman olduğu gibi yine pencerenin önünde isteksizce oturup şehrin görebildiği kadarını şöyle bir süzüyor, yukarılara bakıyor, yolda yürüyen insanları izliyor. ----------- Aslında uyanalı çok olmuş, ama yataktan kalkmayı hiç mi hiç istemiyor; gözlerini zorla yumuyor, hayal kuruyor, bir sağa dönüyor, bir sola; olmuyor, fırlayıp kalkıyor yataktan bir hamlede. Her sabah yaptığı gibi yine ayakucundaki pencerenin önünde, elleri belinde düşünüyor. Şehir gri; binalar, ağaçlar, yollar, köprüler hepsi gri. Gökyüzü kapkaranlık. İnsanlar simsiyah (aydınlık yüzlü, mutlu insanlar görmeyeli o kadar çok oldu ki). Kahvaltı etmeliyim, bugün yapacak çok işim var, diye düşünüyor. Yalnız, kendisine mükellef bir sofra hazırlıyor adam (çay koyuyor, ekmeğin arasına biraz salça sürüp üstüne kurumuş peyniri ufalıyor). Bu sırada renkleri düşünüyor. Renkler, gökyüzü mavidir; üzerinde, çok yükseklerde beyaz, tüy gibi bulutlar olur. Çimenler yeşildir, ağaçlar neftiye çalar. Bütün çiçekler kırmızıdır (görmek isteyen onları sarılı, pembeli, morlu görür). Güneş hep sarı parlar, çünkü Gri’yi o aydınlatır. İnsanlarsa hep güler yüzlüdür, ağlayanlar gülmekten bıktıkları için ağlarlar. Çayını yudumlarken, kirden leş gibi olmuş masa örtüsünün üzerinde bir noktaya dalmış gitmiş olan gözleriyle bir anda kalem aramaya koyuluyor. Bir tane bulup önünde duran paket kâğıdına birşeyler yazıyor. Kahvaltısını unuttu. İşini de. Öyle ya, yaşamak için para kazanması gerek (ne iş yaptığı hiç mi hiç önemli değil). ----------- “Yepyeni bir dünyanın eşiğinde, bir yeni dönemeçteyiz. İnsanların robotlaştırılmadığı, düzene yabancılaşmadığı, her şeyin insan için varolduğu bir dünyanın... “Şüphesiz tozpembe bir dünya olmayacak bu. Yine sorunlar olacak: gelir dağılımı bozuklukları, yoksulluk, ekolojik sorunlar, çevre kirliliği, toplumsal tabakalaşmada bozukluklar, siyasal istikrarsızlık... Ancak esas fark, yeni dünyanın ayrıcalığı şu ki, insanlar bu sorunların farkına varmış ve bunlara karşı birlikte mücadele verme bilincine ermiş olacaklar. Bunların sorun olmaktan çıkması için birlikte savaşacaklar. Mekanik insanin yerini düşünen ve hisseden insan olacak: Sezgisel ve duyusal yeteneklerini kullanabilen ve bunlarla toplum içindeki yerini bulabilen... İnsanın aklı ve duygularıyla bir bütün olduğu gerçeği kabul edilecek sonunda. İnsana yatırım yapılacak (mala-mülke değil). ‘İnsanların’ yaşadıkları yaşama yerleri çoğalacak (fabrikaların, dev beton binaların, arabaların, kirliliğin, gürültünün, robotların değil). İnsanlar teknolojiyi gerçekten hemcinsleri yararına kullanmayı öğrenebilecek, insanlara zarar veren teknoloji prim yapmayacak. “Bunların hepsi insan sayesinde olacak, insanların icat ettiği makineler sayesinde değil. “Ne mutlu bunları bugünden görebilene. Gün gelip de o günün insanları tarafından takdir edilenler işte onlar olacak. Bugün bizim zorlukla kavrayabildiklerimizi yarının insanları tarihin sayfalarını karıştırarak kolayca bulabilecekler. Belki çabamızın, mücadelemizin büyüklüğü öyle kolay anlaşılmayacak, ama onca uykucunun arasında uyanık birileri de varmış, deyip de bizleri rahmetle ananlar olacak. Bizden artık herşeyin geçtiğini, bütün gücümüzü geleceklere (kendilerine) mutlu bir dünya bırakmak için çabaladığımızı anlayan çoğunluksa bize şükran duyacak.” ----------- Kendi kendisine böyle küçük bir oyun oynuyor adam. Kendisi için, insanlar için sorun olduğunu hissettiği konuları böylece kâğıtlara yazıp saklıyor. Bunları hiç kimse okumuyor. Bu yazılardan hiçbir gelir elde etmiyor. Aslında Zaman’a karşı bir yarış bu. “Sözlerim doğrudur ve Yarın haklı çıkaracaktır beni” sözlerini gayri ihtiyari mırıldanıyor, tekrar ediyor, tekrar... Ne yazık ki adam oyunu kazandığını hiçbir zaman göremeyecek, bunu kendisi de biliyor. ----------- Bütün gün evde geçecek anlaşılan. Ne soğumuş çayını bitirmeye niyeti var artık, ne de pijamasını çıkarıp adam gibi birşeyler giymeye. ----------- “İnsan değişimin, değişenin kendisidir. Şartlar değiştikçe düşünceleri de değişir. Beton bir duvar gibi sarsılmaz değildir, asırlarca hiç yıkılmadan, rüzgârda savrulmadan ayakta duran... Yanlış, fikirlerini değiştirir, doğruyu arar-bulur, yaşam rüzgârında bir o yana savrulur, bir bu yana... Seven, sevilir, üzülür, sevinir, kızar, öfkelenir... O duygularıyla vardır. İnsan çelişkinin, çelişenin de ta kendisidir. “İnsanın kurduğu toplumlar da böyledir: Onlar da değişir, gelişir, çözülür, dağılır. Onlar da çelişkilerle doludur. Değişime açık olmayan toplumlar çözülür, parçalanır; tıpkı insanlar gibi...” Koltuğuna rahatça oturuyor. Orada yanıbaşında hep bulundurduğu büyükçe zarfın içindekileri kucağına boşaltıyor. Renkli renkli kâğıtlar, peçeteler, gazete parçaları... Düzgün, buruşuk, üzerine birşeyler dökülmüş, yırtılmış... Hepsinin de üzeri yazılı, karalanmış, resimlerin yanına notlar düşülmüş, oklar çıkarılmış, çarpık çurpuk birşeyler karalanmış; hiçbirinin gözden geçirilip düzeltilmesine, temize çekilmesine ihtiyaç duyulmamış. Bu irili ufaklı bir tomar kâğıt parçasını önünde görünce seviniyor, mutlu oluyor, gülümsüyor adam (sanki ilk kez görüyormuş gibi). Onları avuçlayıp yüzüne sürüyor, kokluyor, kokluyor. Aralarına yenilerini ilave edip tomara bir kez daha şöyle bir baktıktan sonra (şefkat dolu bir bakış bu -annenin yavrusuna bakması gibi.) onları zarfa özenle yerleştiriyor ve yeni bir kâğıt bulup yeni şeyler yazmaya başlıyor. ----------- “Bir bedende ‘iki’ insan vardır: Bir, dış dünyaya açılan; iki, iç dünyasında kendisiyle baş başa olan... “Bu iki insan birbirine ne kadar yabancı olursa beden de o kadar sıkılır. İnsanlara yabancılaşır. Yaşam ona dar gelir. Toplum da bundan fazlasıyla etkilenir. Kendi yaşadığı topluma yabancılaşmış kimlik arayışı içindeki insanların çokluğu, o toplumun masal değerlerinin bozulduğuna, çöktüğüne işarettir. Aynı bedendeki iki insanı birbirinden koparmamak gerekir. Ancak içinde yaşadığımız düzen bunu fazlasıyla yapıyor. İnsan her geçen gün düzene yabancılaşıyor. Her geçen gün “insanca” meziyetlerinden birisini daha yitiriyor. “Her geçen gün yeni bir insan yalnızlaşma, yabancılaşma bunalımı içine düşüyor. Dışarıdan bakılınca insanın iç dünyası daha da anlaşılmaz duruma geliyor. “İnsanlar bir gün benim de bu yazılarımı okuyacaklar. Kendisine, toplumuna yabancılaşan bir insanın psikolojisini anlamak için kafa yoracaklar. Belki bu Garip için iş işten geçmiş olacak. Ama inanıyorum ki yarın, bu verilen kurbanların karşılığı alınacak, uyuyanlar da bir gün uyanacak. Herkes şuna inanmalı ki yarın daha güzel olacak.” ----------- Pencerenin önünde, ayakta duruyor. Şehir hâlâ gri. Bir ara bulutların arasından güneş ışığının belli belirsiz sızdığını farkediyor. “Gördün mü!” diye söyleniyor kendi kendisine, çok gibi sevinçli; “Düzelmeye başladı bile!” Bir zaman bir yerlerde okuduğu şu söz aklına geliyor sonra: “Bulutlarla kaplı gökyüzünde görebildiğin küçük bir mavilik havanın düzeleceğine dair küçük de olsa bir umuttur.” Tekrar ediyor, tekrar...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Alp Çetiner, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |