"İnsanların bazen neye güldüklerini anlamak güçtür." -Dostoyevski |
|
||||||||||
|
Eski yapıyı koruyan diğer unsarlar ne mi idi? Oooo, burası tam paradokslar semti. Bir tarafta iktidar partisinin vekillerinin kapıları özel korumalarla korunan ve yüzme havuzlu lüküs(!) apartmanları, diğer tarafta-ki bu diğer taraf on metre öteydi hemen- kapı önünde yün yıkmalar, halı çırpmalar, duvar dibinde sohbet eden kadınlı, erkekli insan öbekleri... Bir önceki yerleşim planı ile yeni imar planının karışımı ise insanı beklenmedik durumlar karşısında bırakabiliyordu. Yol olarak bildiğiniz bir rotada giderken, birden karşınıza bir gecekondu çıkabiliyordu. Mahallenin yeni sakinlerini en çok bunaltan gelenek de, eski mahalle sakinlerinin buraları terketmeden önce, hazır ışıklandıracak bahçe, sandalyeleri koyacak sokakları varken, alel acele yaptıkları düğünlerdi. Sabahın onundan, gecenin onbirine kadar sürüyor, bazan da bir şikayet üzerine gelen zabıta memurları ile son buluyordu bu davullu zurnalı düğünler. Tabii ki gösterişli apartmanların hepsi de bu insanın için acıtan, karamsarlık dolu müzikten nasibini alıyordu. Her mahallenin bir delisi olur değil mi? Yerine göre bazan o mahalleleyi güldüren, eğlendiren, bazan da hüzünlere boğan...Tezatlıklarla dolu bu mahallenin delisi de Memo işte. Memo belkide o mahallenin en mutlu insanı idi. Çünkü canı o an ne isterse onu yapma özgürlüğüne sahipti. Canı top oynamak mı istiyor, çağırır tüm mahallenin çocuğunu, böler ikiye, tek kale, iki takım futbol oynarlardı. Çocuklara hiç de otuzbeş yaşında bir adam gibi gelmezdi. İşte aynı onlar gibi maçta kızınca küfrediyor, terleyince annesinden su isteyip içmiyor mu? Ne farkı var ki onlardan? Ha o gün ateşle mi oynamak istiyor, bu sefer çocuklar sadece seyirci olur, o tek başına komşu hurdacılardan bulduğu bir araba lastiğini yakar, ortalığı dumana, pis kokuya boğardı. Taa ki, apartmanlardan birinin kapıcısı gelip de, kızıp korkutuncaya kadar onu, tüm çocuklarla birlikte bu ateşi seyrederlerdi. Asfaltlanmadan kalan son toprak yol üzerinde beyaz, Murat 124 arabası ile caka yapmak ise her zaman değil de, sadece benzin parası bulduğunda oynadığı oyunu idi. Kısacık yolda gider, gelir, yok olmadı geri geri gelir, hızlı gider, birden durur, hızlı gider duramaz, kendi bahçe duvarlarına bindirir... Annesinin ödü koparı ödü. -Satacağım bu arabayı, satacağım. Yoksa öldüreceksin sen beni kalpten oğlum... Arabası da vardı Deli Memo’nun, hem de Murat 124, beyaz renkli... Babasından kalmıştı bu araba. Bıçakladığı babasından...Karşı kapıcının karısının söylediğine göre annesini çok dövdüğü bir gün bıçaklayıvermişti babasını tam kalbinden...Oracıkta yığılmıştı adam. Anne ise günlerce üzüntü ile sevinç arasında şaşkın, yarı çılgın dolaşmıştı. Onu öldüresiye döven kocadan kurtulmuştu sonunda, ohhh, bir daha geceleri üstüne yürüyemeyecek, konu komşu bağırdığını duymasın diye bir eliyle ağzını kapatıp sonra kafa, göz, kol neresine gelirse orasına, elindeki odun sopasını indiremeyecekti artık...Ama oğlu, oğlu hapse girmişti bu seferde. Neyse ki, kocasının çalıştığı taksi durağındaki şoförlerin tuttuğu avukatın yol göstermesi ile Memo’ya deli raporu alınmış ve serbest kalmıştı. Serbest kalmasına kalmıştı da, deliliği de olabilecek en yüksek kapıdan, hem de devlet kapısından tescillenmişti. O artık mahallenin devlet tarafından atanmış delisi idi. Mahallenin, bir gecekondu mahallesinden, şehrin en pahalı semtlerinden biri haline geçme sürecindeki son aşamaya gelinmişti; Deli Memo ve annesinin mahalleyi terketmesi gerekiyordu, doğal gidişat onu gösteriyordu. Çünkü mahallede yapılmadan kalan en son iki apartman arsasından birinde idi evleri. Eylül ayı gibi konuşarak anlaşamayacaklarını karar verince zabıta ekiplerini devreye soktu mütahit. Bir hafta süre ile her gün geldi ekip. -Bak Memo, biliyorsun buraya apartman yapılacak. -Biliyorum, Memur Bey. -Mütahit sana on gün mühlet verdi. On gün içerisinde burayı boşaltmazsan, bu evi eşyaların içinde iken yıkacak, ona göre! -Beyim, devlet bana ev versin. -Memo devlet sana ev veremez. Evini kendin bulacaksın. -Devlet bana ev versin. -Bak Memo. Komşular paran olduğunu söylüyor. Babandan kalan Bağkur maaşın varmış, doğru mu? -Onlar ne biliyormuş. Param yok benim. Devlet bana ev versin. -Git o maaşınla, bir ev kirala. -Beyim, devlet bana ev versin. On gün süre ile devriye arabası her gün geldi ve bu diyaloglar on gün boyunca aynen tekrarlandı. Onuncu gün iş makinaları gelince, Memo işin ciddiyetini anladı. Annesi konu komşu kim varsa toparladı: -Bacııım, yetişin, evimi başıma yıkacaklar. Yetişiiiin mobilyalarım, koltuklarım ne olacak, koltuklarım? Memo evi yıkacak olan iş makinalarındaki teknisyenlere yalvardı: -Abiler, tamam, tamam abiler. Durun hele eşyamı alayım dışarıya, durun. Şimdi boşalır. Bak mahalleli de geldi. Biz şimdi boşaltırız abiler. Acıyın hele, durun. Eski mahallenin sakinleri seferber oldu; çoluk çocuk, herkes evden eline geleni kaptığı gibi, önce bahçeye çıkardılar. Sonra yıkım ekibinin başındaki kalfa geldi ve mütahitin direktiflerini aktardı: -Arsada bir tane eşyanız kalmayacak ona göre. Eşyalar bu seferde arsa arazisi üzerinde bulunan bahçeden yola taşındı tek tek. Yatak, yorgan, işlemeli yastıklar, otomatik çamaşır makinası, açık krem rengi koltuklar, leğenler, kapkacak...En son üzerinde iri harflerle Fenerbahçe yazılı köpek kulübesi kaldı bahçede. Onu taşıyamadılar. Yıkım o gün başladı, Memo’nun tüm bu eşyaları ve annesi ile birlikte yolda geçecek olan yaşamı da. O gece anne yol kenarındaki bir kanepede yattı, Memo da diğerinde. Etraftaki tüm apartmanlar bu açık havada seyreden hayatı seyrediyorlardı. Adeta bir realite şov yaşanıyordu gözler önünde. Apartman başı ellişer daireden, beş altı apartmandan eder mi en az 250 daire? Her birinden bir kişi izlese, en az 250 kişi bu şovu izlemekte idi. Normal yaşamlarına devam ediyordu onlar. Sabah olunca yol kenarındaki kanepelerindeki yorganlarını katlayıp, yere serdikleri bir kilim üzerindeki diğer yorgan yastığın üstüne koyuyorlardı. Portatif bir masa ve iki sandalyede kahvaltılarını ediyorlardı. Mahalleli kah bu yol üzeri evlerine konuk oluyor, kah anneyi evlerine davet edip, bir kap sıcak yemek sunuyorlar, ama çok otursun da istemiyorlardı evlerinde. Çünkü zaten senelerce çektiği kahırın verdiği ifade ile insanı korkutacak bir yüze sahip olan anne, artık yıkanamamaktan korkuyordu da. Hafif beyazlamış, kıvırcık saçları keçeleşmişti. Elleri kapkara, üstü başı toz toprak...Ama o evinin hanımlığını kaybettiğin hiç düşünmüyor, yine komşu kadınlar gelince onları yol kenarındaki krem rengi koltuklarında ağırlıyor, orada dert yanıyordu komşulara içine düştükleri durumdan: -Bacım, Memo, şu sarı apartmanın yöneticisiyle konuşmuş, televizyonları getirtecekmiş yönetici. Demiş ki, bir programa çıkarsak seni, yaşadın Memo. Tüm zenginler yardım eder o zaman sana! -Deme bacım, uuyyy. Bizi de çağır emi? Unutayım deme, biz de görünelim televizyonlarda. Çok yardım ediyoruz sokakta yaşayan Memo’ya deriz. Memo inatla gelecek televzon ekiplerini bekliyor, bu arada da boş durmuyor, her gün değişen pankartlar hazırlıyordu, yoldan geçen arabalara göstermelik: “Abiler, beyler, şu Fenerbahçeli taraftarınızın neden elinden tutmuyorsunuz?” Ya da, “Devlet baba, bir istirhamım olacaktı, ev istiyorum.” Bir başka gün; “Hayat bu, seni nerelere düşüreceği belli olmaz, sıcak yuvam var deme, güvenme.” Ama ev aramak, başka bir eve taşınmak gibi bir gayret yoktu Memo’nun. Ben bir daha gecekonduda oturamam diyordu da başka birşey demiyordu. Konu komşu epey uğraştı. Uzak semtlerde ucuza ev bulanlar, Belediye’den yardım isteyenler oldu. Belediyedeki ilgililer, sadece yiyecek, içecek yardımı yapabileceklerini, ev yardımı yapmayacaklarını söylediler. Ama yine de kibarca adresi aldılar. Memo’nun adresi şöyle idi: Mahalle adı, sokak adı ve Deli Memo. O sokakta kime sorsanız gösterir. Ya da sormanıza gerek yok, zaten sokakta görürsünüz, eşyaları ile orada yaşıyorlar!... Eylül ve ekim aylarını, hani neredeyse keyifle, böyle sokakta geçirdiler. Seyirci apartmanlardan gelen yemekler de cabası. Ama yağmurların başlaması ile bu zorunlu piknik tarzı yaşamın da keyfi kaçmaya başladı. Önce büyük bir naylon alıp, açıktaki eşyaların üstünü örttüler. İplerle bağladılar uçmasın diye. Yaşadıkları gecekondunun dıştan görünüşünden beklenmeyecek kadar da kalteli ve çok eşyaları olduğunu düşündü, en az 250 dairede yaşayan her birinden bir kişi izlese, en az 250 kişi. Sonra anacığı ile kilimden bir çadır yaptılar. Kilimin üstüne de bir naylon çektiler. İçine de soba kurmayı denediler, ama olmadı. Üstlerine yağan yağmurdan koruyordu bu çadır onları, ama çadırın kenarından içeriye sızan sulara bir çare bulamamışlardı. Geceleri üzerinde uyuyup, gündüzler de oturdukları iki adet kanepeleri de çadırın içinde idi. Sobada başarılı olamadıkları içn yağmurun yağmadığı, havanın kuru olduğu günlerde kocaman bir lastik yakıyordu yolda Memo. Sonra da bulduğu kuru odunları atıyordu o ateşe. Anne, oğul ısınıyorlardı bu ateşin başında. Ama o hale gemişlerdi ki, aylardır yıkanamamaktan, yaktıkları bu ateşten ikisinin de elleri, yüzü kömür gibi kapkara olmuştu. Sokak köpeklerinden farkı kalmamıştı ikisinin de. Anne gündüzleri iki bidon su taşısa da heüz yıkılmamış olan yan gecekondudan, bu su yetmiyordu tüm ihtiyaçlarını karşılamaya. Sadece, henüz tüm gün sıcak su kazanı bağlanan karşı apartmanın kadınlarının vicdanlarını deşmeye yaramıştı bu taşıma sular. İlk karın yağdığı günde, tüm gün sıcak su kazanı yeni bağlanan karşı apartmanın kadınları, aralarında para toparlayıp kapıcı ile göndermişlerdi. Mutfak penceresinden bu manzarayı seyrederek sıcak suda bulaşık yıkarken, biraz olsun vicdanları rahatlamıştı. Kar altında da birkaç gün daha yattılar böyle. En az 250 dairede yaşayan her birinden bir kişi izlese, en az 250 kişi, bir akşam iş dönüşü şaşırdılar. Memo, annesi, kilimden çadırı ve iki kanepesi ile artık kar altında bir yığın olarak çürümeye başlayan tüm eşyaları gitmişti. Geriye sadece yaktıkları ateşin külleri, krem rengi koltuk takımına ait üçlü koltuk ile köpek kulübesi kalmıştı üstünde Fenerbahçe yazılı. Mütahit daha inşaata başlamadığından, onların kulübesini yıkmış olmakla birlikte, bahçedeki köpek kulübesini yıkmamıştı henüz. Onlarla birlikte tüm bu çileyi çeken köpekleri mi? O da gitmişti. Yoktu.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ceren Emre, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |