Bilinç ruhun sesidir, tutkular ise bedenin. -Rousseau |
|
||||||||||
|
Günümüz iç ve dış politikaları önemle üzerinde durulması gereken stratejik bir süreçten geçerken, iktidar sahipleri tarafından nasıl ve niçin alındığı belirli olmayan bir dizi kararlarla biz yaptık oldubitti anlayışıyla sürdürülüyor. Meclis çoğunluğunu demokrasiden daha çok bir dikta uygulaması haline getiren parti yönetimi tarafından, biz getirdik size de oylamak düşer şeklinde gelişen ve neredeyse kimsenin karşı çık(a)madığı parlamento çalışmalarının da yine bu dönemde yaşandığına maalesef derin bir üzüntü içerisinde tanıklık ediyoruz. Diğer üzücü tarafı ise çoğunluğu elinde bulunduranların demokrasi kisvesi altında akla alınmayacak şekilde toplumların ve kişilerin değerlerine, kimi zaman külhanbeyi tavırlarla ve kimi zaman da “lan’lı, lun’lu hitaplarla saldırmaktan çekinmeyen ülke yöneticilerine de şahit oluyoruz. Başka bir örneği daha hatırlayacak olursak, sanki cebinden ulema dağıttığını ya da hayır hasanet yaptığını sanan ve karşılığında galiba el etek öpülmesini bekleyen ve bu karşılığı bulamayınca, “gözünü toprak doyursun” diyen bu hükümetin Tarım bakanını da unutmuş değiliz. Ülkemizi ve bizi yönetenlerin bizimle bu şekilde konuşmasını kendimize reva mı görmeliyiz. Elbet bura da gören göz için bir hayır vardır. İşte bize hükm-edenlerce demokratik hakkını kullanmaya çalışan toplumumuzun başına geçirilen demokrasi çuval(lama)ları. Peki, bütün bunlar yaşanırken, bizler ne yapıyoruz? Tabi ki yine bildiğimizi yapıyoruz. 5 yılda bir verilen demokratik hakkımızı kullanmayı bekliyoruz. Ama bundan da hoşnutsuzluk olduğu ve gelen gideni aratır mantığı güdüldüğü için milyonlarca kişi bu hakkını bile kullanmaktan nefret eder hale gelmiş bulunuyor. Muhalefeti, sivil toplum örgütleri, medyası ve en nihayetinde her duyduğuna inanan toplum bilinciyle her fikirde bir taraf olarak kamplaşma yaratan toplumsal yapımızla siyah ve beyazı yaşıyoruz. Nerede kuvvetler ayrılığı? Bir tarafta iktidarın eteğine tutunup nemalananlar ve hayata pembe gözlüklerle bakarak her şeyi tozpembe göstermeye çalışanlar. Bunun karşısında eleştiri getirmeye kalksanız beri yanda, Bırak bana değmeyen yılan bin yaşasın, aman boş ver bırak bu memleketi sen mi kurtaracaksın? Diye söylenen sözleri sanırım sizlerde çokça duymuşsunuzdur. Buna da demokrasi ne yapalım denebilir. Bu nedenle geçmişten günümüze ayna tutarak “demokrasi” içerisinde gelmiş olduğumuz noktaya bakmakta yarar var. Elimizde 5 yılda bir verilmiş seçme seçilme hakkı ile sadece oyunu ver gerisine karışma mantığı, demokrasiyi sadece siyasal boyuttan ibaret sayan, ilkel bir demokrasi anlayışının ürünü olan bir demokrasi sürecini yaşamaktayız. Burada yukarda bahsi geçen unsurları birer birer ele alalım ve şu soruyu yöneltelim. Bu kadar tartışma, bu kadar hengame ne için? Maalesef ki bilindik hamasi söylevleri yine duyuyoruz. Vatana hizmet için, size hizmet için, daha müreffeh yaşamak için vs. bu örnekler çoğaltılabilir. Siz her hangi bir konunun çözümünde 50-55 tane şık gördünüz mü? Evet bizde var. Vatanı kurtarmaya hevesli, kendini bu yola adamış. Tam sayısını bilemediğimiz 50 den fazla partimiz var. Bu duruma saygı duymalıyız ama yinede burada durup düşünmeliyiz. Bu kadar çok partiye ihtiyaç var mı ve bizi gerçekten çözüme götürür mü? Şimdi hep birlikte geçmişi bir hatırlamak gerekirse, Yüzlerce tanımlama, yüzlerce isim, görüş ve proje ile çıktılar halkın karşısına, ellerimizde bayraklar, dilimizde sloganlar ne umutla destekledik, hatta bu yetmezmiş gibi kardeşin kardeşi vurduğu derin kamplaşmalara ve kanlı çatışmalara neden olan o acılı dönemleri de yaşadık. Türkiye’nin kuruluşundan bu yana, özelliklede çok partili döneme yani tam demokrasiye geçişimizle birlikte. Türkiye’nin bir çok alanda istatistiksel sıralamalarda bir düşüş yaşandığı aşikardır. Bütün bunlar yetmezmiş gibi bizi yönetenlerin bize verdikleri vaatleri hatırlayalım. “Yeter Söz Milletin”, “Avrupa’yı Asya’ya bağladık “, "Nal Mıhı, Kalsiyum, Penisilin" “Su sulayanın, tarla çapalayanın”, “Limon gibi sıkacağız”, “Herkese iki anahtar”, “Kimsesizlerin kimsesi” “ Yakın Işıkları” vb. bu örnekleri daha da çoğaltabiliriz. Meclise çeşitli meslek gruplarına haiz vekiller gönderdik, hukukçusu, doktoru, eğitimcisi, mühendisi vs. Peki nerede bu ülkenin eğitim seviyesi, nerede bu ülkenin sağlık durumu ve nerede hukuk seviyesi bu kadar uzman kişiler geldi geçti de neden düzeltilemedi ya da düzelmiyor? Kim buna engel oluyor? Peki geride kalan 57 yılda toplumumuzun yaşamında ne değişti. 17 seçim yaşandı, sayısı yüzleri bulan siyasi partilerle tanışıldı. Sonuç, 50 milyar doları geçen görev zararı, krizler, yolsuzluklar. Sosyal adaletin sağlanamamasının getirisi olarak halkın gelir durumu arasında derin uçurumlara yol açtı ve yol açmaya da devam ediyor. Gittikçe de Biz’ olmaktan çok “ben merkezli” bireyci topluma dönüşüyoruz. İktidarın gücünü elinde bulunduranlar kendilerini seçenleri değil, kendi ceplerini ve yandaşlarını zenginleştirdiler. Peki bu kadar yapılan yanlışın karşılığında bizim hiç kusurumuz yok mu? Elbette var, güzel bir sözü burada hatırlatmakta fayda var. “Bir toplum kendilerine layık yöneticilerle yönetilirler.” Burada herkesin şapkasını önüne alıp düşünmesi gerekiyor. Biz nerede yanlış yapıyoruz. Artık farklı bir uygulama görmenin zamanı gelmedi mi? Bir şirketi yönetir gibi, bir takımı yönetir gibi doğru ve uzman kişilerle bir arada çalışabilmenin zamanı gelmedi mi? Farklı partilerden de olsa işi yapabilecek kişileri görev başına taşımalıyız. İster milletin vekillerinden olsun, isterse dışardan uzman birileri olsun. Ama en önemlisi şeffaf ve hesap verilebilir olsun. Ve bizlerde, birer fanatik takım taraftarı gibi yapılan yanlış bizim partimizin yanlışı olursa bunu görmezden gelelim yerine, tam aksine gerekli eleştiriyi getirmeli ve toplumun çıkarı için vicdani sorumluk almaktan kaçınmadan gerekirse hesap sorabilecek mekanizmaları harekete geçirmeliyiz. Demokrasi denilince ne anlıyoruz? Demokrasinin evrensel nitelikli üç öğesi, seçim, özgürlük ve bağımsız yargıdır. Demokrasi, sadece çoğunluğun yönetimi değil aynı zamanda çoğulcu bir yönetim şeklidir. Çünkü çoğunluğun temsiline dayalı bir yönetim, çoğunluk diktası da olabilir. Siyasal iktidarın sınırlandırılması ve özellikle de bağımsız bir yargı denetimi, çağdaş demokrasinin vazgeçilmez öğelerindendir.(2) Demokrasi, farklılıkların birlikte yaşama biçimidir. Çoğulculuk, sayıdan çok farklılıktan kaynaklanır. Bu nedenle de çok partinin varlığı, gerçek bir demokrasi anlamına gelmeyebilir. Demokrasinin amacı, farklılıkları yok etmek değil uzlaşmaktır. Demokrasi, bir denge ve uzlaşma rejimidir. Denge olmadan uzlaşma zaten olmaz. Ancak birbirini dengeleyebilecek güçler, uzlaşmayı zorunlu kılar. Toplumsal demokrasinin ölçütü, toplumun çeşitli düzeylerindeki siyasal ve ekonomik nitelikte olmayan karar süreçlerine katılabilme ya da etkileyebilme olanaklarıdır. Bu olanaklardan yararlananların toplum içindeki oranı, toplumsal demokrasinin düzeyini belirler. Tüm toplumsal nitelikli kurum ve kuruluşlarda sürecek bir yönetime katılma, demokrasinin toplumsal boyutunun temelini oluşturur. Demokrasi, onu amaç olarak benimseyenlerin artması ölçüsünde kökleşir, güçlenir. Bütün bu çerçevede görev yine burada bize düşüyor, yani toplumu oluşturan bizlere. Çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşmak için, her düşünceden, her siyasi görüşten ve her partiden yoğun bir katılıma ihtiyaç gerekiyor. Bizler farklılıklarımızla ayrışmaya değil, bilakis birbirimizi tamamlayan ve kucaklayan bir anlayışa sahip olmalıyız. AB üyeliği, ABD, NATO, Ortadoğu, Kafkasya ve Kıbrıs derken, çevremizdeki ve dünyadaki gelişmeleri doğru algılamalıyız. Asimetrik savaşların yaşandığı şu günlerde, İnsanlık, günümüzde bilginin en değerli kaynak haline geldiği bir dönemde yaşıyor. Dönemin en önemli özelliği, ülkelerin politik sınırlarının muhafaza edilmeye çalışılırken, ticari sınırlarının giderek erimekte olduğu. Dünya değişmiştir ve giderek daha fazla değişmektedir. Dünya bilgi çağını yaşarken, bu durumda rekabet stratejilerini yeniden gözden geçirmeli ve bilgiye kısa zamanda ulaşmak, bilgiyi işlemek ve elde edilen verileri süratle uygulamaya geçirmektir. Dünya arenasında bir varlık gösteremeyen bir “hiç” olmak yerine Kudretli ve sözü dinlenir bir toplum “biz” olmanın zamanı geldi. Geç kalmış olmamak için, gelin ortak paydalarımızı ve toplumsal yaşam alanlarımızı genişletelim… Ve de unutmayalım ki, Şimdi zaman, yeniden düşünmek zamanıdır. “İnsanın hayattaki görevi iyiyi değil mükemmeli aramaktır.” Doğan ORMANKIRAN
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Doğan ORMANKIRAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |