Çocukların eğitimi, zaman kazanmak için nasıl zaman yitireceğimizi bilmemiz gereken bir meslektir. -Rousseau |
|
||||||||||
|
18.07.2002 yıllar sonra yine yolum İstanbul'daydı. İstanbul yerinde duruyor, değişen bir şey geleceğe ait... Ama biraz daha yıpranmış ve yorgundu. Geleceğe ait umut verici bir şeyler var mı diye bakışlarımla taradım kuş uçumu. İlk tanıdığımdan bu yana 26 yıl geçmişti. 18 yıl önce ayrıldım. Bu süre içinde bir kaç kez yolum düştü. Yılda bir ya da iki kez, komşuya ateş almaya gider gibi gidiş dönüşlerim oldu. Bu son gidişimde neler takıldı gözlerime; bir kaç gökdelen daha göğü delmiş, Boğaziçi’nin rengi yeni yapılarla biraz daha solmuş, boğaz trafiğinde tankerler biraz daha semirmiş, gözümde büyüttüğüm araba ve yolcu vapurları kağıttan oyuncak gemiler gibi kaçışıyor tankerlerden... Sabah 7.30 sularında Arıcılar'da indim otobüsten. Şehirlerarası bir otobüs firmasının durağı var burda. Ok meydanı üzerinden Taksim'e geçtim firmanın servis aracıyla. Ok meydanının adı var meydan falan yok ortada. Servis güçlükle indirdi yolcuyu, yol kenarına, adeta savurtup geçti ve sonra Taksim’e varıyoruz. Değişen bir şey yok demiştik İstanbul'da; var aslında kalabalık artmış, simaları değişmiş insanların, amaçları değişmiş bakışların. Dünya mozaiği gibi bir hal almış. Maçka'ya geçtim dolmuş taksiyle... Teşvikiye dolmuş durağından bindim ... Atatürk Kültür Merkezi önünden kalkıyor... Şoföre İTÜ'ye gittiğimi söyledim. -Yakından geçerim, bıraktığım yerden yürürsün biraz, dedi. -Tamam, dedim. İTÜ'de bir toplantımız vardı. Erken indim biraz dolaştım şöyle zamanı doldurmak için. İstanbul'un bu kesimi biraz daha Avrupa kentlerini andırıyor; sakin insanlar; daha temkinli ve çekingen. Saat 09.30'da dünya kupası maçı var insanların coşkulu bir hazırlığı yok, kulaklıklı küçük radyodan izliyorlar. Bir bekçi kulübesinin önüne küçük bir TV konmuş 31 ekran; üç beş kişi izlemeye çalışıyor. Türkiye Japonya-Türkiye maçını izlemeye hazır kaç gündür yayın organları hazırladı bizi “Bu maçı alacağız başka yolu yok”. İtalyan Collina hakem şansımız açık. Kazanırsak ekonomi iyileşecek, borsa yükselecek;başbakanın rahatsızlığını unutturacak... Gün ve saat geldi çattı; biz toplantıdayız, dışardan haber yok. Ancak tahmin ediyorum Türkiye'nin nabzı Japonya'da atıyor. Resepsiyondaki görevliden öğreniyorum maçı 1-0 kazanmışız. Konferans koordinatörü de 2-1 aldığımızı söylüyor ne büyük mutluluk. -Herkes maç seyrediyor siz burada bilimsel toplantıdasınız, sizleri kutlarım. Bu sizin bilim adamlığınızın kanıtı. Bir de ruhu okşanıyor katılımcıların. Çalışma projelerinden bahsediliyor. - Üniversitelerinizden, zenginlerden para bulun ve çalışmanızı yürütün, tavsiyeleri oluyor. Akşam oluyor saat 18.00 gibi Taksim'e ve oradan Unkapanı'ndan geçen bir toplu taşım aracına biniyorum ve Unkapanı köprüsünü geçer geçmez iniyorum. Unkapanı kasetçiler çarşısından geçiyorum, yine acılı ve kahır dolu sesler... Hacı Kadın Caddesi boyunca Tahtakale’ye doğru gidiyorum; kahvelerden kasetlerin havasına paralel izlenen filmlere ait müzik dışarıya taşıyor. 30 yıllık değişmeyen Küçük Pazar'ın yüzü. Seyyarlar yine aynı, limonatacı yine aynı;kişiler değişmiştir, ancak roller aynı. Değişen bir şey yok. Tahtakale yine aynı:ana- baba günü hıncahınç insanlar; seyyar satıcılar, döviz satıcıları vs... iç içe geç geçebilirsen. Mısır Çarşısı girişinde Kahveci'de eski kuyrukların olmadığını farkettim. Belki de kahve içme alışkanlığımız kalmadı diye düşündüm. Mahmut Paşa'ya ve Kapalı Çarşı'ya kadar uzanıyorum. Alınan satılan mallar yine aynı;aksine biraz yoksullaşmış bir görüntü var vitrinlerde ve sokak tezgahlarında. Semt pazarlarının sergileri gibi. "Beş simit beş yüz lira" diyor simitçi Yeşildirek'te. Demek ki o da krizde bir hayli ucuz görünüyor. Belki toptan fiyat bu. Sirkeci’ye geçiyorum, araba vapuruyla Harem'e geçeceğim. 800 000 liraya bir jeton alıyorum. Jetonu turnikeye atıp geçiyorum ve bir süre vapuru bekliyoruz. Vapur gelince kapılar açılıp geçiyoruz. Araçlar ve yolcular yarışırcasına kendimizi atıyoruz içeri. 1976 yılında bir lise öğrencisi iken yaz tatili için İstanbul'da çalışmayı tasarlamıştım. Seyyar satıcı yani işportacı idi babam orda. Bir telgraf çektim beni karşıla diye. Bu oldu bitti karşısında, beni karşılamak zorunda kalmıştı çaresiz. O Eminönü, Sirkeci ve Küçükpazar arasında boya-cila hırdavat satıyordu, üç tekerlekli bir seyyar arabası vardı. Ben de bir iş yapmalıydım. İlk günlerde zaman zaman kaçar ve bu araba vapurlarını takip ederdim iskeleden. Ne büyük şeylerdi bunlar. Hiç deniz ve vapur görmemiştim. Hayret ederdim saatlerce... Hayaller kurardım. Ah bir de ben denize girebilsem, diye içimden geçirirdim. Sonunda babamı ikna ettim, Yenikapı'ya doğru gittim. Suya girdim o beni eline topladığı taşlarla tehdit etmişti.- Açılırsan başına taşları vururum, diye. Böyle tanıdım İstanbul'u ve denizi. İskele aynı, vapur aynı;kalabalık bir artmış ki sormayın, vapur yorgun, bitkin... O tanıdığım koca vapurlar küçülmüşte küçülmüş sanki... Büyüyen ve çoğalan dünyaya direnmeye çalışıyor. Boğaz geçilecek gibi değil;koca bir tanker geçiyor, bekliyoruz vapur yenceleniyor durabilmek için. Koca yük tankeri Karadeniz'e doğru yol alıyor. Tekneler, vapurlar, deniz otobüsleri tankerden kaçıyor; akbabadan kaçan serçeler gibi. İstanbul'u gördüm yorgun ve bitkin; araba vapurunu gördüm öyle. İnsanımızı gördüm öyle. Hareme geçiyorum; kaldığım kentime dönüş biletini alıyorum bir firmadan... Maç sonucunda ülkenin sevincini veriyor televizyonlar. Arabasını yakmış bir vatandaşımız sevinçten. Yenilseydik de yakacaktı kuşkusuz. Hem üzüntüden hem sevinçten kendimizi içkiye vurduğumuz gibi. Benim ülkemin insanı bir başka. Japonya'yı yenmişiz yenilmişiz önemli değil. Aslında her şey aynı... Değişen bir şey yok bir şey dışında; şair " İstanbul'a dönüşü seviyordu", kim bilir şimdi olsaydı belki de İstanbul'dan dönüşü sevecekti.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hasan Bahar, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |