..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Sevgi en azgın yüreği uysallaştırır, en uysal yüreği azdırır. -Alexis Delp
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Bireysel > Duygu Sakin




19 Şubat 2008
Deniz ile Fasıl  
Duygu Sakin
Geçenlerde de çok sevdiğim bir arkadaşım elinde bir koliyle çıkageldi. Çok beğeneceğin bir doğum günü hediyesi aldım sana diyerek koliyi açmam için odama götürdü. Ne mi almış? Fasıl ile Deniz'i.


:BAFG:
Hediye almak da vermek de ne güzel bir duygudur. Kalbinden kopup gelince yüklü faturalar ödenmiş hediyelere değişilecek hediyeler vardır mesela. Ne bir parfüm şişesi ne de tek taş yüzükle mutlu olamayan nadir insanlardanım. O yüzden de bir Casablanca film afişine çocuklar gibi sevinen bir sevgilim olur, kurdelalanmış bir sigara paketiyle havalara uçan arkadaşlar bulurum. Geçenlerde de çok sevdiğim bir arkadaşım elinde bir koliyle çıkageldi. Çok beğeneceğin bir doğum günü hediyesi aldım sana diyerek koliyi açmam için odama götürdü. O sırada da evin içinde nereye koysak diye tur atmaya başladı. Güneş almayan evimden memnuniyetsiz oturdu karşıma. Vereceğim tepkiyi ölçmek için, dikkatle beni inceliyordu. Koliyi açtığımda beklenen tepkiyi veremedim sanırım. Sessizce beni izlemeye devam etti. Ani çıkışlar yapıp, aşırı sevinç gösterilerinden hiç utanmayan ben, bir süre tepkisiz kaldım. Hayal kırıklığına uğramış bir ses tonuyla, “Beğenmedin mi yoksa?” dedi.
Duygularımı tarif edecek bir kelime bulamadım o an. Beğendim demek çok basit olurdu. Bayıldım ise fazla egoist.

Sadece çok sevmiştim bana bakan bu alacalı mor rengi. Ortası sarı, etrafı ise mor ve lila. Kıvırcık marula benziyor. Güneş değdikçe renk değiştirecek kadar alacalı. Diğerinin de ortası sarı etrafı ise bordo. Alacalı değil diğeri gibi ama çok sade bir güzelliği var. “Tamam, beğenmedin, bakamam diyorsan geri götürebilirim.” diyerek koliyi elimden alıp diğer odaya geçti arkadaşım. Arkasından koşup “Hayır nasıl vazgeçerim bu alacalı renklerden. Aynı uçan balonlara benziyor. Üzerine gülen surat çizdiğim tek renk balonlardan farklı. Elimden kaçırmaya korktuğum, parlament mavisi uçan balonum gibi.” Dedim. Söylediklerime bir anlam verememesinden şikâyetçi söylenmeye başladı, “Ne saçmalıyorsun, ne balonu ne suratı? Tam senlik diye düşünmüştüm hâlbuki. Arkadaşımı bu zamana kadar tanıyamadıysam bu benim mi suçum, yoksa senin mi acaba?” Gülümseyerek ortamı yumuşatmaya çalıştım, “Âşık oldum ben bunlara, çok tatlılar, ilk aşk heyecanı sanırım dilim tutuldu. Hadi can sularını sen ver.” Derken, içimde uçan balonumun hüznü kalbimde aynı sancı "ayrılık korkusu" vardı.

Almış olduğum ilk canlı hediyeydi bu. Menekşelerim daha bir günlüktü. Onlara odamın en güzel köşesini verdim. Peki, isimleri ne olmalıydı. Çok düşünmedim aslında isimleri çirkin de olsa şirinliklerinden bir şey eksilmeyecekti. Bordo olanına Deniz ismini koydum. Alacalı renklerine âşık olduğum mor olanın kulağına ise Fasıl diye fısıldadım. Saksılarına birer nazar boncuğu takmayı da unutmadım.

Altı günlük oldu menekşelerim. Eşyaları kişiselleştirmeye bayılırım. Eskilerimi atamam, fotoğraflarımı yakamam, alışkanlıklarımdan vazgeçemem işte bu yüzden bir korkudur sardı beni. Koliyi ilk açtığımda hissettiğim duygu da buydu. Ya solarlarsa, ya çiçekleri dökülürse ya da neden pencere önünde ömür geçirmek zorunda bırakayım onları gibi çocukça korkularım. Altı gündür boynu bükük duruyorlarmış gibi geliyor menekşelerim. Ders çalışırken, uyurken, giyinirken, yemek yerken onların sadece birer çiçek olduklarını unutup monoton hayatlarına üzülüyorum. İçimden saksıları alıp bahçeye dikmek geliyor. Yağmurla sırılsıklam olsunlar, açan güneşle sevinsinler diye. Bilgisayarımdan çıkan gürültülü müzik sesiyle değil, mart kedilerinin çığlıklarıyla ürksünler istiyorum. Hatta sımsıkı tutunsunlar köklerine öylesine korksunlar ki rüzgârın uğultusundan. Keşke yaşam savaşı vermeleri için bir nedenleri olsa diyorum.

Arkadaşsız menekşelerime üzülüp arkadaşlarımla muhabbete dalıyorum. Ev arkadaşım aylardır iş arıyor. Onun yaşadığı stresi onunla birlikte ben de yaşıyorum. Okulum bitince işsiz kalmak korkusu sardıkça, neden sınavlar için bu kadar kendimi yoruyorum ki diye kızıyorum. Neyin savaşını veriyorum? Ders notlarım yüksek olduğunda kapağı atacağım daha dolgun ücretli iş kapıları için mi? Cevabını bilmiyorum ama şu an da yapmam gereken derslerimi iyi notlarla geçmem gerektiği. Burnu hava da profesörlerimden birkaç puan fazla not alabilmek için ara sıra kapılarını tıklatıp, yalakalık yapmam gerektiği, ailemin okumam için gönderdiği paranın hakkını vermem gerektiği. Sanırım çok çalışmam gerek diyerek ders çalışmaya devam ediyorum. Yaklaşan sınavlarımla, bitmez tükenmez ödevlerimle uğraşırken, günler günleri kovalıyor.

On Altı günlük oldu menekşelerim, yeni bir filiz vermesini beklerken ben, Deniz’in bir çiçeği buruştu soldu. Fasıl ise mutlu gibi halinden, hala gülümsüyor. Platon’un mağara adamı gibi habersiz olmalı dışarıda ki güneşten. Deniz’i balkona koydum, Fasıl benimle sıcacık odam da, ekmek elden su gölden büyümeye devam ediyor. Hafta sonları uyku, temizlik, pazar alışverişi, hafta içi okul ve sıradan ritüeller derken günler günleri kovalıyor.

26 günlük oldu menekşelerim. Deniz toparlandı biraz yüzüne renk geldi sanki. Fasıl olduğu gibi mahzun ama sevimli.. Yapma çiçekler gibi tepkisiz sadece renkli. Hiç çiçek açmadı sadece yaşamaya devam ediyor. Aynı benim gibi, diğerleri gibi. Elindekiyle yetinmeyi bilen, sevimli ama sakin, uyumlu ama durağan. Neden bu odada kapanıp kaldığının telaşına düşse belki solacak Deniz gibi ama o kadar kaygısız ki.

Ayın sonu geldi çattı. Bu günler elde avuçta ne varsa tükettiğimiz anlardan biri. Henüz para kazanmaya başlamasam da benim de bankamatik kartımda ayın sonuna kadar yetirmem gereken bir param var. Bunun yanında elimize çok para geçtiğinde de, az para geçtiğinde de ayın son günleri salçalı makarnaya talim ettiğimiz akşam yemeklerimiz var. Öğrenciyiz ağabey biraz indirim yapar mısınız demekten mahcup olmayan öğrenci milletiyiz işte. Peki, nedir bu öğrenciyiz durumu? Çok gezen, hep yatan, savruk, aç mı? Aslında biraz öyle.. Arkadaşlarına ayak uydurmaya çalışıp babamın deyimiyle basit kumaşlara, plastik ayakkabılara yüksek ücretler ödemek, ayda birkaç kez sinemaya gitmek, sevdiğin grupların konserlerini kaçırmamak, sigaraya verdiğin paranın hesabını yaparken bile sigara tüttürüyor olmana gülüp geçmek, kontörün varken yarını düşünmeden çençen konuşup sonra da kalan bir ayı kontörsüz idare etmeye çalışmak, öğrenci indiriminden yararlanmak için saatlerce otobüs beklerken gece gidilen bir eğlence yerinden dönmek için taksiye bütün ay ki otobüs masrafını hiç acımadan verebilmek, elektrik faturasına su faturasına içinden gelen bütün küfürleri savururken, boka püsüre zam yapan hükümeti eleştirmeyi akıl edememek, durmadan artan KDV oranlarına boyun bükerken sınavlarda KDV’nin tanımını kâğıda ezbere yazabilmek, üniversiteler için türban konusu tartışılırken facebookta türbanlı arkadaşlarına bile rakı gönderebilmek, her şeye gülüp geçebilmek ve dahası. Kısacası 2000’li yıllarda öğrenciyiz demek bugün varız yarın yokuz demek. 68’lerin yarın için girdiği kavgaya inat. Ayın sonu olunca işte böyle hafta içi de hafta sonu da anlaşılmadan geçip gidiyor günler günleri kovalıyor yine.

Bir ay, altı günlük oldu menekşelerim. Deniz balkonda bir çiçek açtı. Yaprakları da büyüdü gelişti. Yemyeşil yapraklarının arasında bordo çiçekleri göz alıcı güzellikte.. Rengini daha çok sevdiğim Fasıl’ın yerini kapacağa benziyor. Gittikçe daha çok seviyorum bu dik başlı menekşemi. Nasıl mutlu olacağının farkında, hayal etmesini biliyor. Korkuyorum pencereden balkonu gördü, balkondan da arka bahçeyi izliyor günlerdir. Şimdi de köklerini gıdıklayacak solucanlarla, yapraklarını koparacak haylaz çocuklarla mı savaşmak derdinde yoksa? Yine yaklaşan sınavlar, küçük sorunlarıyla haşır neşir arkadaşlarım, her dizide babasız çocuklara hamile kalan kadınlar derken günler günleri kovalıyor.

Bir ay, on altı günlük oldu menekşelerim. Bugün balkonda Deniz’e su verirken fark ettim. Bahçedeki erik ağacı çiçek açmış. Güller tomurcuk olmuş. Mart kedilerinin karınları şişmiş. Okulda her bankta öpüşen yeni sevgililer var. Fasıl’a su vermek için odama geçtim. Perdelerim kapalı olduğu için baharın cıvıltısı uğramamış odama. Güneşsiz. Hatta dağınık. Tütün kokusu sinmiş duvarlara perdelere. Bir kez daha üzüldüm Alacalı menekşeme, aldım onu da balkona götürdüm. Boş geçen günlerin acısı çıkıyor. Çalışılması gereken sayfalarca not duruyor masamda. Uykusuz sabahlar makarna ve menemen yenen geceler derken günler günleri kovalıyor yine.

Bir ay, yirmi altı günlük oldu menekşelerim. Deniz yine soldu. Çiçeklerinin hepsi döküldü. Ne kadar araştırsam da internetten bir neden bulamadım bu hastalığına. Her gün su ve güneş neyine yetmiyordu anlayamadım. Saksısını büyüttüm işe yaramadı. Toprağını değiştirdim yine olmadı. Akşamları balkonda onu yalnız da bırakmıyoruz hem, dışarıdaki çiçekler ay ışığıyla yetinirken flüoresanın keskin aydınlığında uyanık bizimle. Konuşmalarımıza, baktığımız kahve fallarına kulak kabartıyor mecburen de olsa. Fasıl yine sensin baş tacım. Sarı saksına nasıl da yakıştı mor çiçeklerin. El öpmeyi bilen, yapmacık gülümseyen, susuzluğa kader de varmış diyen, suni hayatına şükreden Fasılım benim. Her duruma adapte olmayı başaranlar mutlu oluyor bu hayatta zaten sen de hak ettin sayılır. Okulda bir dedikodudur gidiyor. Falanca falancadan hamile kalmış. Bize ne desek de yüzüne gülüp, arkasından konuşanlar sürüsüne kapılıp gitmişiz. Günler günleri kovalıyor yine.

İki ay altı günlük oldu menekşelerim. Deniz yine hastalandı. Önce çiçekleri döküldü. Sonra yapraklarında küçük delikler çıkmaya başladı. Bir gece rüyamda kırmızı saksısının içinde sadece toprağının kalmış olduğunu gördüm. Var olan korkum depreşti sandım. Sonra annemi gördüm. Bir balon tutuyordu elinde. Alacalı renklerine tutuldum ilk bakışta. Sonra elime verdiklerinde ipini, başı dik havalanıyor olmasına sevindim. Üzerine şekiller çizip, istediğim surata sahip olan tek renk balonlardan da değildi. Gülen bir surat kondurmak yakışmazdı o alacalı renklere. İçi havayla değil, helyumla doluydu. Uçabiliyordu. Hiçbir zaman elimden kaçırdığım için üzülmedim onu. Koluma sımsıkı bağlamıştım. Eve götürdüm. Karyolamın başına tutturdum, uçup da tavana yapışmayasın diye. Sabah uyandığımda, buruşmuş ve küçülmüş haline ağladım. Keşke, elimden kaçırsaydım da, havalanırken gökyüzünde gücünü ve ihtişamını hatırlasaydım. Beni geride küçük bir nokta olarak bırakırken sonsuzluğa ulaşıp ulaşmadığını merak etseydim. Bir balon olup, kaçmanın hayallerini kursaydım. Deniz’in saksısız hali geldi sonra yanıma. Kökleriyle dimdik ayakta durmuştu. Bir şeyler mırıldanıyordu çiçek dilinde. İnternetten çiçek dili sözlüğünü açtım. Konuştukça hüzne boğdu beni, ama çiçeğim oluşuyla gurur duydum. Uzun değil birkaç anlamlı cümleydi sadece: ‘Söylenecek söz yok gidiyorum ben. Hoşça kal. Şahlanıp koşmak içim de var. Biraz su biraz yeşillik her yer benim yerimdir. Taşırım dünyayı sırtımda her dil benim dilimdir, ama söylenecek söz yok gidiyorum Hoşça kal’ Uyandığımda bir müzik sesi duydum. Üst kattaki erkek öğrenciler yine müziği son ses açmış. Allahtan Şebnem dinliyorlar da katlanıyoruz. Hoşça kal diye çığlık çığlığa Şebnem’in sesi kulaklarımda balkona gittim. Deniz yerinde duruyordu. Uçan balon, çiçek dili, kırmızı saksı derken çizgi filmlerdeki gibi bir ampul yandı tam başımın üstünde. Deniz kucağımda merdivenlerden indim. Yalakalık yaptığımız ev sahibiyle karşılaştım merdivende. Suratsız, paragöz ihtiyara yalakalık yapmak aklıma bile gelmedi. Deniz’in ideolojisine kaptırmıştım kendimi. Arka bahçede, balkonumdan görünen bir yere Deniz’i diktim. Günler günleri monoton kovalarken, Fasıl’a olan düşkünlüğüm aşkım da soldu gitti. Büyüyüp güzelleşen Deniz’e bakarak çayımı içtim, kitabımı okudum balkonumda.


İki ay on altı günlük olacaktı menekşelerim. Ama Deniz öldü, Fasıl’ı ise evlat edindi bir arkadaşım. Okul dönüşü bir gün, Deniz’i başı öne düşmüş gördüm balkondan. Bahçeye gittiğimde pis kedi miyav dedi. Bıyıklarında Deniz’in bordo çiçeği.. Nasıl eşeleyip oynamışsa çiçeğin köküyle, tekrar yeşermedi Deniz. Solucanları, ayın ışığını, baharın esintisini, sabah kırağıyı gördü. Susuz kaldı bazen ama arkadaş oldu erik ağacıyla. Arıların vızıltısıyla uyandı bir sabah. Yeşillikler eteklerine dolanmış, güneş yüzüne doğmuş. En mutlu günüm bugün dedi. İstediği gibi taşıdı dünyayı sırtında. Fasıl ise bihaber ay ışığından, kırağıdan, rüzgârın sesinden başka odalarda devam ediyor yaşamaya.

Ben mi?

Aklımda Ahmet Arif’in bir şiiri,

“Vurulmuşum dağların kuytuluk boğazında
Vakitlerden bir sabah namazında
Vurulmuşum yatarım kanlı upuzun”

Dilime dolanmış bir şarkı,

“Ey Özgürlük”

Günlerim günlerimi kovalıyor mecalsiz..







Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Harmanlı
Turşu
Umut'suzluk

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Sen ve Ben [Deneme]


Duygu Sakin kimdir?

Bir doğa kanunu sonucu annemle babamın ilk çocukları olarak doğmuşum. Hatta o kadar şanslıymışım ki her iki ailenin de ilk torunu olmuşum. Hastaneden getirilip babaannemin üzeri elde örme minderli bir sandalyesine yatırılmışım. Etrafıma bütün aile meclisi toplanmış. Babam hamilelik boyunca turşu yiyen anneme kızarak çaydanlık kadar oluşuma içerlemiş biraz. Çok zayıf ve çirkin bir bebekmişim. Tahminlere göre(hala da dalga konusudur bu ) babaannemin küçük çelik çaydanlığı kadarmışım. İsmimi annem koymuş. Demokratik bir isim seçimini kabul etmelerine rağmen, seçilen kağıttan çıkan nalan ismini annem hiç sevmemiş hala da sevmez. İsim koymak doğuranın hakkıdır gibi bir tez ileri sürüp babaannemin istediği nalan ismi rafa kaldırılmış. İnsanlar isimleriyle özdeşleşirmiş. Mesela ismi Nazlı olanlar ne kadar nazlı,ismi Savaş olanlar da ne kadar kavgacıdır farkında mısınız? Benim adımda nalan olsaydı hayatım boyunca inleyip ağlar mıydım acaba?


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Duygu Sakin, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.