..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Yaşam hoştur, ölüm rahat ve huzurludur. Zor olan geçiştir. -Asimov
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Bireysel > Işın Çavdar




28 Şubat 2009
Ben Kimim?  
Işın Çavdar
Bir kadının ailesini mutlu etme, iş'ini iyi yapma ve çalışanları tarafından seviliyor olmasına rağmen iliklerine kadar hissettiği yalnızlık, umutsuzluk ve bunalım


:AICD:
Şule, çalıştığı fabrikanın ana kapısından içeri girerken bir an durakladı.Geniş alana serpiştirilmiş olan işletmelere baktı. Oysa fabrikada çalışmaya başlayalı en az altı-yedi yıl olmuştu.

Yönetim binasına doğru yürüdü.

Odasının kapısını açtı. Çalışma arkadaşı izinde olduğu için tek başınaydı odada. Çay ocağına telefon ederek büyük bardak çay istedi. Paltosunu çıkarıp masasına oturdu. O sırada kapı çaldı. Çaycı istediği büyük bardak çayı getirmişti. Bardağı yavaşça masanın üstüne bıraktıktan sonra, “İyi çalışmalar” diyerek çıktı.

Şule, bir yandan yeni demlenmiş çayını yudumlarken, bir yandan da yapılması gereken günlük işlere göz attı. Çay’ın sıcaklığına fazla aldırmadan, olabildiğince hızlı içti. Askıda asılı bulunan önlüğünü giyip önlüğün ceplerini ve odayı kontrol ettikten sonra işletmeye gitmek üzere çıktı. Yönetim binası ile işletme arasında kısa bir yol bulunmaktaydı. Yolu hızlı adımlarla yürüyerek geçtikten sonra işletmenin kapısına ulaştı. Kapıyı açıp içeri girmeden önce bir an durakladı. Dudaklarına hafif bir tebessüm yerleştirdi.

Ne de olsa yeni bir gündü. Her yeni gün, yeni bir başlangıç sayılırdı onun için. En azından her yeni günün yeni bir başlangıç olduğunu iliklerine kadar hissetmek istiyordu. Oysa ne kadar yorgun ve bitkindi. Vücudundaki yorgunluk hissinin kendisini daha fazla esir almasına izin vermeden, içeri girdi.

Sol tarafta bulunan izbe, mutfaktan bozma bir odaya girdi. Bu oda işçilerin çay ocağıydı.

Masanın çevresinde oturan işçiler Şule’yi kapıda görünce oturdukları yerde hafifçe doğruldular. Ağızbirliği yapmışçasına “Günaydın,” dediler.

İçlerinden biri,

- Çay içer misiniz Şule Hanım?, diye sordu.

Şule nazikçe “Hayır” cevabını verdi. Ustabaşını yanına çağırarak o gün yapılması gereken işleri yazan talimatı kendisine verdi. Bu arada ustabaşı yanına gelene kadar gözleriyle onun hareket ve düşüncelerindeki ikilemi izlemeye çalıştı. Ne de olsa kendisi kadın, emrinde çalışan ise bir erkekti. Geçip giden yıllarla birlikte kendisine bir oyun bulmuştu Şule. İnsanları anlayabilme oyunu. Bir anda aklına kocası geldi. Herkesle oynayabildiği bu oyunu niye kocasıyla oynayamıyordu? Sır küpü denilebilecek insanları bile az ya da çok anlayabilirken, niye onu anlayamıyordu? ”Acaba hata bende mi?” diye düşündü bir an için.

Gün akşama döndüğünde Şule, ”Bugünü de çok büyük bir aksaklık yaşamadan geçirebildik. Neyse ki yarın Cumartesi,“ diye düşünerek derin bir nefes aldı.


Odasına gitmek için işletme kapısını açtığında yüzüne çarpan soğuk rüzgar ürpermesine neden oldu. Hava soğuk olmasına rağmen bir an durdu ve başını gökyüzüne doğru kaldırdı. Kısa bir süreliğine bulutsuz gökyüzündeki ay’ı ve yıldızları seyretti. Sanki gökyüzündeki yıldızlar bile kocasından çok daha yakındı kendisine. Birkaç yıldır kendisini yıldızlara daha yakın, kocasından çok uzakta hissediyordu. Neden böyle hissettiğini ise bir türlü açıklayamıyordu.

Odadan içeri girdiğinde sandalyesine oturup başını iki elinin arasına alarak boş gözlerle bir süre masaya baktı. Masa takvimine, hafta başı yapılması gereken işlerle ilgili birkaç not yazdı. Daha sonra eşyalarını topladı. Paltosunu giyip hızla binanın merdivenlerinden indi. Yönetim binasından çıkmadan önce cep telefonunun, anahtarlarının çantasında olup olmadığını kontrol ettikten sonra fabrikanın dışındaki otopark’a doğru yürüdü.

Arabasına binince klimayı ve radyoyu açtı. Artık özgürdü ve evine dönüyordu. Haftanın son günü olduğu için trafik yoğundu. Kırmızı ışık yandığında, “Bir trafiğin yoğun olması eksikti,” diye söylendi. O sırada radyoda eski bir Türk sanat müziği parçası çalmaktaydı: ”Duydum ki Unutmuşsun Gözlerimin Rengini.”... Bu şarkıyı ne kadar çok severdi. Her dinleyişinde içinde bir ürperti hisseder ve “Sevdiğim kişi bir gün beni unutursa ne yaparım?” diye sorardı kendisine. Dinlediği bu şarkı kendisine bile açıklayamadığı duygularına tercüman olmuş gibiydi. Kocası gözlerinin rengini hatırlayabiliyor muydu? Evliliklerinin ilk yıllarında Şule’nin çevresinde pervane olan kocası son birkaç yıldır Şule’ye karşı ilgisiz ve duyarsız bir hale gelmişti. Bunları düşünürken arkadan çalan korna sesiyle irkildi. Trafik lambasının kırmızıdan yeşil’e döndüğünü fark etti.

Trafiğin yoğun olmasına rağmen, oturduğu semte bu kez daha rahat ulaşabildi. Hatta buna kendisi bile şaşırdı. Arabasını apartmanın önüne park ettikten sonra koşar adımlarla apartman kapısına doğru yürüdü. Asansör oturdukları kat’a geldiğinde evin kapısını açmak için çantasından anahtarları çıkardı. Anahtarı kilide sokup evin kapısını açmak üzereyken kapı içerden açıldı. İlkokul birinci sınıfa giden oğlu, sevinçle boynuna atladı. Şule oğlunun kendisini sevgi dolu karşılamasına öpücükleriyle cevap veriyor, bir yandan da paltosunu, ayakkabılarını çıkartmaya çalışıyordu. Kapı eşiğinde oğlu ile sohbet edip sorularına cevap verirken salonda oturan kocasının, “Hoş geldin Şule,” diyen soğuk ve sert sesiyle bir an irkildi.

Kocasının sesindeki soğukluğu ve sertliği duymazdan gelerek neşeli bir şekilde, “Hoş bulduk hayatım,” diye cevap verdi. Salonun köşesinde ki koltuklardan birine oturdu. Eşi her zaman ki gibi televizyon da haberleri izlemekteydi. Aradan birkaç dakika geçti, geçmedi. Kocası, “Şule, Murat da ben de çok açız,” dedi.

Şule kocasına, “Tamam, şimdi hazırlıyorum,” dedikten sonra iki büklüm ve yorgun bir halde mutfağın yolunu tuttu. Buzdolabının kapısını açtığında, “İyi ki yemeği dün akşamdan hazırlamışım,” diye düşündü. Çünkü yemek yapacak gücü yoktu. Tencereyi ocağa koyup ısınmasını beklerken bir yandan sofrayı kurdu, bir yandan salata hazırladı. Salatayı hazırlarken oğlu mutfak kapısında belirerek, “Anne karnım çok acıktı.Yemek ne zaman hazır olacak?” diye sordu .

Şule oğlunu sevgiyle kucakladı,”Benim küçük prensim çok acıkmış öyle mi?” diyerek yanaklarından öptükten sonra Murat’a, “Birkaç dakika içinde yemek hazır olacak. O sırada sen de git, ellerini yıka,“ dedi.

Hep birlikte sofraya oturdular. Sessiz, adeta buz gibi bir ortamda yemeklerini yediler. Murat odasında oyun oynamak, kocası ise televizyon seyretmek üzere masadan kalktılar. Şule her akşam yemekten sonra yaptığı işleri bitirdi ve ancak üstünü değiştirmek için yatak odasına gitme fırsatını bulabildi. Yatak odasında işini tamamladıktan sonra Murat’ın odasına gidip bir süre oğluyla birlikte oyun oynadı, konuştu.

Daha sonra salona geçerek kocasının yanına oturdu. Kocasıyla sohbet etmek istiyordu, ama kocası onun bu isteğine aldırış bile etmedi. Şule baktı ki kocasıyla konuşamayacak, o da kocasının omzuna başını koyarak televizyondaki diziyi seyretmeye başladı. Bu tip hareketlerden kocasının pek hoşlanmadığını bildiği halde... Gece yarısı kocası, “Ben yatıyorum,” diyerek yatak odasına gitti. Şule de kendini çok yorgun hissettiğinden kısa bir süre sonra televizyonu, salonun ışıklarını kapatarak yatak odasının yolunu tuttu. Yatağa yattığında en büyük isteği derin bir uyku uyumaktı. Uyumaya çalışırken kocasının kolunu belinde hissetti. Kocası kısık bir sesle Şule’ye, “Seni çok özledim, “ dedi. Şule bu sözü önce duymazdan geldi. Sonra kocasına doğru dönerek, “Lütfen bu gece olmasın, zaten çok yorucu bir hafta geçirdim,” diye cevap verdi. Ama kocası sözlerine aldırış bile etmedi. Kocasının aşırı ısrarı karşısında isteksiz ve mecburi bir şekilde isteğini yerine getirdi.

Ertesi sabah hafta sonu olduğu için her günkünden daha geç kalktılar. Sabah kahvaltısı için masa başına oturmuşlardı ki, zil sesiyle irkildiler. Murat, “Ben bakarım anne,“ diyerek sokak kapısına doğru koştu. Şule de Murat’ın hemen arkasından kapıya doğru gitti. Kapıyı açtığında karşısında fabrikanın nöbetçi şoförünü gördü. Şoför, “Şule hanım, işletmede arıza oldu. Fabrika müdürü hemen fabrikaya gelmenizi rica etti. Sizi almam için de beni gönderdi. Ben sizi aşağıda arabada bekliyorum,” dedi utangaç bir sesle. Şule çaresiz bir şekilde, “Üstümü değiştirip hemen geliyorum, “diye cevap verdi. Şule ile şoför arasında geçen konuşmayı duyan ve karısının fabrikaya gideceğini anlayan kocası elindeki çay fincanını sert bir şekilde masaya koydu.

Şule, sokak kapısını kapatıp giyinmek için yatak odasına doğru giderken kocası, “Yine mi fabrikaya gideceksin?” diye buz gibi bir sesle sordu. Şule, “Evet, işletmede arıza çıkmış, Müdür beni çağırıyor,” diye cevap verdi kocasına.

Kıyafetini değiştirerek hızla evden çıktı. Park yerinde bekleyen arabaya bindi ve fabrikaya gitmek üzere yola çıktılar.

Şule odasına, ancak arıza giderilip işletme tekrar devreye alınınca gidebildi. Odadan içeri girip kapıyı kapattıktan sonra bir süre ayakta kapıya yaslanarak durdu. Bir eliyle masanın köşesine tutunarak yığılırcasına sandalyeye oturdu. Tam karşısındaki pencereden dalgın dalgın dışarıya baktı. Bir sürü soru geçiyordu aklından. En sonunda, “Kimim ben?” diye sordu kendine...



“Çalışan bir kadınım...”

“Çocuğumun annesiyim...”

“Kocamın her türlü ihtiyacını gideren bir kadınım...”

“Ev işlerini yapan bir kadınım... “

Peki bütün bunların içinde, ”Ben kimim?” diye kendi kendine sorarken, yıllardır içinde biriktirdiği gözyaşlarının yanaklarından akmasını engelleyemedi. Bir süre hıçkıra hıçkıra ağladı.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Kirli Beyaz Birazda Faili Meçhul Bir Hikaye
Kılıf
Rüşvet
Kaybetme Korkusu

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Kitapsız Hayata, Hayat Demem [Deneme]
Kim Nükleer Santral İster? [Deneme]
Aranızdayım; Beni Duyan Yok Mu? [Deneme]
Yazmak; Kişinin Yaşama Attığı İmzadır [Deneme]


Işın Çavdar kimdir?

Yaşamı, olayları, insanları gözlemleyen ve gözlemlediklerini yazıyla aktarmaya çalışan biriyim

Etkilendiği Yazarlar:
Yaşar Kemal, Çehov, Ömer Seyfettin, İlya Ehrenburg, Emile Zola,Sabahattin Ali, Erendiz Atasü, Ayşe Kulin


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Işın Çavdar, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.