Bilim şaşkınlıkla başlar. -Aristoteles |
|
||||||||||
|
Eğitim Şart! Ama… Türkiye'de durmadan eğitimin öneminden, eksikliğinden, şart olduğundan söz ederiz. Annem her zaman "Eğitim cehalet alır, eşeklik baki kalır" derdi. Çok da doğru söylermiş… İnsanlara okuma yazmayı, hesap yapmayı öğretebilirsiniz. Böylelikle cahil kalmazlar ama davranışlarını değiştirebilir misiniz? Davranışlarımız bize ailemizden geçer. Ailenin değerleri, ebeveynlerin önem verdiği konular ve onların davranış kalıpları bizi etkiler. Otomobilinden sigara paketini yola atan bir ebeveynin çocuğu yediği çikolatanın paketini çöpe atmayı akıl edebilir mi? Önündeki örnek neyse, elbette onun gibi davranmayı seçer. Üstelik yolda çikolatanın paketini yere atan bir çocuk görüp, onu uyarsanız ve doğru davranışın ne olduğunu söylemeye kalksanız muhtemelen o çocuğun ebeveyninin tepkisi ile karşılaşırsınız. Şehirli, modern ve sosyal statüsü yüksek olduğu düşünülen pek çok insan sizi hayal kırıklığına uğratabilecek ölçüde kabadır maalesef. Lüks arabasıyla yolunuzu kesen sosyetik hanımın, markalı giysiler giyen ama sigara izmaritini şehrin göbeğine atan şık beyin içlerinde birer "ayı" yaşamaktadır. Bu insanlar herkesi ve her şeyi eleştirip, görgüsüzlükle damgalamaktan çekinmeyen tiplerdir ama iş kendilerine gelince trafik kuralları ve hatta kanunlar bile onlara göre çiğnenebilir. Karşınızdaki eğitilebilir olmadıktan sonra eğitseniz ne olur, eğitmeseniz ne olur? "Öğrenen insan", "öğrenen çalışan", "öğrenen toplum" olmak gerek. Şu dünyadan geldiğimiz gibi gideceksek, niye geliyoruz ki? Nereye Gidiyoruz? Geçen gün bir süre oturduğum cafede yan masadaki dört kişi çok ilgimi çekti. Genellikle etrafımdaki insanlara çok dikkat etmem ama bu dörtlü dikkat çekmeyecek gibi değildi. Yan yana oturan iki hanım cep telefonlarıyla konuşuyorlardı. Birinin karşısında oturan adam gazete okuyor, diğeri de bilgisayarını açmış bir şeyler yapıyordu. Orada oturduğum sürece bu böyle sürüp gitti. Eğer cafe tıka basa dolu olsaydı, bu dört kişinin birbirini hiç tanımayan ama yemek için beraber oturmak zorunda kalmış kişiler olduğunu düşünebilirdim. TV, cep telefonu, notebook PC, MP3 çalar... Bunlar insanlık için gerçekten önemi olan aletler, iyi icatlar. Ama insanlığımızdan da bir şeyler götürüyorlar galiba. Karşılıklı oturup muhabbet etmenin, gülüp eğlenmenin ya da bir şeyler paylaşmanın kıymetini yavaş yavaş unutuyoruz. İletişim araç gereçleri geliştikçe, iletişimin anlamı da farklı hale geliyor. İnsanlar yavaş yavaş birbirlerinden kopuyorlar. Benim ailemde akşam yemeğinin önemi büyüktür. Tüm aile bir araya gelir, hem yemek yer hem de beraberken konuşulması gerekenleri konuşur. Oysa etrafımdaki bazı ailelere bakıyorum da herkesin birlikte sofraya oturduğu akşam sayısı yok denecek kadar az. Çocuk okul ya da kurstan aç geliyor, yemek yiyip, dersinin başına oturuyor. Anne veya baba işlerinin durumuna göre her akşam başka saatte eve varabiliyor ve birbirlerini beklemeden yemek yiyebiliyorlar. Yoğun iş ve okul hayatı ailelerin ellerinden en basit rutinlerini bile alıyor. İnsanlar hayatlarını harcayıp gidiyorlar ve farkına vardıkları zaman da genellikle çok geç oluyor. Kaçmak İstiyorum Buralardan… İşlerimi halledip, evin yolunu tuttum. Evin bulunduğu sokağa ulaşana kadar en az on kez trafikte tehlikeli ve dikkatsiz araç kullanan insanlarla karşılaşıp, sinir harbi yaşadım. Önceki gün Self Servis olan bir mekanda çay alırken, orta yaş üstü bir hanıma gayet kibarca yardımcı oldum, bana bir kuru teşekkür etmeyi akıl etmedi. Arkadaşım sıradaydı, ben de fiş almaya gitmiştim. Sıraya geldiğim zaman, arkadaşım lavaboya gitti ben de onun yerine sıraya girdim. Arkamızdaki "hanım" hemen benim önüme geçmeye kalkıştı. Benim boyum 1.75, kilom da 3 basamaklı sayılardan oluşuyor. İnsan benim cüssemde birini itip kakmaya kalkışmak için ya büsbütün budala, ya da kör olmalı. Hayret bir şey. Eve geldiğimde mutlu oluyorum. Nihayet huzura erdim diye düşünüyorum. Ancak bu sefer de yukarıdaki "komşular" gürültüye başlıyor. Bir gün kafayı kırıp, bir dağ köyüne yerleşeceğim. Telefon, Televizyon, Internet, kısacası beni dünyaya bağlayan hiçbir şey istemiyorum. Güneş batınca yatıp, doğunca kalkacağım, kendi yiyeceğimi kendim yetiştireceğim. Mümkün mertebe toplumla ilişkimi minimuma indireceğim. Nedir bu Allah aşkına? Kimse gülümsemiyor, kimse teşekkür etmiyor, kimse kurallara, sıralara riayet etmek istemiyor. Bencillik aldı yürüdü. Berbat bir toplum olduk ve daha da berbat bir toplum olma yolundayız. Velhasıl, kaçmak istiyorum buralardan!!!
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ramazan Karalar, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |