"Sevgi bilmekten doğar." -Mevlana |
|
||||||||||
|
Kişisel ve toplumsal körlüğün, sağırlığın ayyuka çıktığı bu çağda en önemli hastalığın “duyarsızlık” olduğunu düşünüyorum. İnsan ya da toplum olarak duyarsızlığın temel sebebi “neme lazım” ya da “adam sen de” davranışıdır. Gördüğü bir yanlışlığı dile getirmeme, yanlış bir uygulamaya tepki göstermeme, haksızlığa göz yumma, adaletsizlikleri görmezden gelme toplumumuzda bir salgın hastalık gibi yayılıyor. “Aman başım belaya girmesin.” diye kendini soyan kapkaççıyı bile şikayet edemeyecek hale geldi toplum. Yanında işlenen cinayete tanıklık etmemek için kaçan, haksız bir uygulamayı eleştirmeyi bile yüreği kaldıramayan korkaklar topluluğu olduk ne yazık ki. Biz ki “Zulme sessiz kalan dilsiz şeytandır.” hükmüyle büyümüş bir nesiliz. Biz ki “Cinayete ses çıkarmayan caninin suç ortağıdır.” ilkesiyle yetişmiş bir kuşağız. Biz ki her oturduğumuzda birbirimize “Nokta kadar bir çıkar için virgül gibi eğilme.” diye öğütler vermişiz. Ama ne yazık ki basit korkular, kuruntular ya da ufacık çıkarlar için “neme lazım” deyip geçiveren insanlar olduk. “Ortamı bozmayalım.” tesellisiyle yalan yanlış konuşanları tastik eder hale geldik. “Yönetenlerle ters düşmeyelim.” diye hiçbir şeyi eleştirmeyen, suskunlar sürüsüne dönüştük. Sadece kendimiz susmakla kalmadık çevremizdekileri, sevdiklerimizi, aile efradımızı da susturduk. Hal böyle olunca dürüst yanımız, “can” yanımız gitti. Korku kültürüyle donanmış “yüz” yanımız taht kurdu hanemize, ülkemize. Kılı kırk yararak konuşur olduk. Sözlerimiz “zûlfu yâre dokunmasın” diye içimizden geleni söyleyemez olduk. Kim güçlüyse onun karşısında el pençe divan duranlar geçti ön saflara. Doğru söyleyenleri dokuz köyden kovdular. Para, iktidar, makam, güç çoğu zaman içi dışı bir olmayanların eline geçti. Bu da toplumsal çürümenin eşiğine getirdi bizleri. Her ne derseniz deyin işte böyle bir toplum olduk vesselam! Bırakın yönetenleri, çevremizde gördüğümüz her türlü olumsuzluklara da duyarsızlığımız işledi artık. Yaşadığımız sokağı caddeyi pisletenlere gülümsüyoruz artık. Dağlarımız taşlarımız çöplüğe dönüyor ve bizler gülümsüyoruz hâla!.. Duyarsız kaldığımız, kılımızı dahi kıpırdatmadığımız hep ihmal ettiğimiz çevremiz. Sanki hiç bozulmayacakmışçasına hor kullandığımız atalarımızdan bize miras kalan doğal çevremiz. Bunu her zaman söyler dururuz ama bir türlü o bilince ulaşan nesli yetiştirmenin onuruna erişemedik. Daha da zor görünüyor. Doğal çevremiz dedik, bu aslında çok geniş konu zincirini de beraberinde getiriyor. Bunlarla ilgili çok yazdık çizdik. Bugün son yıllarda doğa tutkunlarının karşılaştığı ve tam bir doğa katliamına dönüşen sulak alanlarımızın mahvedilmesinden bahsetmek istiyorum. Şehrimizin içinde nadide bir göl olan “dipsiz gölü”, nilüferleri ile şehre değişik bir çehre katan “ “ gölü elbirliği ile ve işgüzar yöneticilerin isterikleri ile kaybettik elhamdülillah. Ne kaldı geriye? Bahsedilecek doğal sulak alanlarımız var ama yapay göllerimize bir bakalım. Çuğun baraj gölü, Sıdıklı baraj gölü gibi göller ve Kızılırmak havzasının durumu nasıl acaba? Bu yılın yağışlı olması doğal olarak bu baraj göllerinin su seviyelerini de yükseltti. Özellikle olta balıkçılığı yapan kişi ve grupların da hem Kırşehir’den hem de çevre illerden bu göllere akın akın gelmelerine sebep oldu. Buraya kadar her şey normal görünüyor. Ama bu balıkçıların ve piknikçilerin arkalarında bıraktığı pislik söz konusu olunca çevreye karşı ne kadar duyarsız olduğumuzu da görebiliyoruz. Geçen yılların kurak geçmesi, yaşam alanlarının azalması ve kuruması bir yana kuşlar küresel ısınmanın en büyük mağdurları durumunda kaldı. Bu yıl bir sevindirici haber bizleri mutlu etmeye yetti; ”Doğa Derneği koordinasyonunda 120’den fazla kuş gözlemcisinin katılımıyla 54 sulak alanda yapılan sayım sonucunda, 92 türden yaklaşık 1 milyon su kuşunun Türkiye’de kışladığı belirlendi. Kuşların en sevdiği alanlar Kızılırmak Deltası (124 bin), Eğirdir Gölü (122 bin) ve Gediz Deltası (108 bin) oldu.” Tüm olumsuzluklara karşın doğanın en güzel varlıkları olan kuşların yurdumuza ilgisinin sürmesi sizi de mutlu etmiştir eminim. Şimdi düşünce ve faaliyet mantığımız, önce kirletelim sonra temizleriz, önce tüketelim sonra üretiriz gibi sıralayacağımız hatalar dizisine son vererek zihniyet değişimlerinin hayata geçmesini sağlamak olmalıdır. Velhasıl, bu güzelim şehrin, o asırlardır örselene örselene yıpranmış, ama hâlâ ayakta durmaya çalışan nazlı Kırşehir'in, halini anlatmaya kelimeler yetmez. Adeta kötü koca eline düşmüş güzeller güzeli, iyiler iyisi, yaşam sınavına sabır göstermeye çalışan bir gelin gibi Kırşehir... Kıymetini bilmeyenlerin eline düşmüş bahtsız bir çiçek. Kıymet bilmeye çalışanların da emeklerine destek olmuyor bir kısım Kırşehir halkı maalesef... Bekleyeceğim emin olamadığım gün doğumu için, Belki gülümser insanlar tekrar, Belki şehir konuşur benimle eskisi gibi pir-i pak Ve yemyeşil bir bahar olur, şen şakrak, Geri dönen sevgili olursun Kırşehir...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ramazan Karalar, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |