Yaşam kısa, sanat uzun, fırsat aceleci, deney aldatıcıdır. -Hippokrates |
|
||||||||||
|
Düşündü beyin usuldan o incitmeye kıyamadığı, hatta kırılacak diye konuşamadığı kömür gözlüyü. Eller telefona sarıldı. Ama korktu yürek o kırgın yüreği acıtmaktan. Ve usuldan beden kavruldu hasretle. Sordu kendine sanki bir çocuk misali masumca “acaba?” diye. Yüzünde hayatın yorgunluğunu bir yana bırakmanın onuru ile. Sonra büktü boynunu “keşke” dedi derinden olmayacağını bile bile. Ama teşekkür etmek istedi derinden en derinden tüm varlığıyla bu kömür gözlüye. Yok saydığı, unuttum dediği yada gülüp geçtiği duyguları bir volkan misali canlandırdığı için. Oysa sönmüş bir volkandı bedeni… o kadar acıları kaldırmış o kadar çok yıkıntılar yaşamıştı ki bir başka yıkıntıyı hatta bir başka umudu taşıyacak gücü kalmamıştı. Ama dirilti içindeki tüm ölü düşleri ona hayatı yeniden sundu ta uzaklardan farkında bile olmadan bir tebessümü ile bağladı onu hayata içten içe. Değişti hayata bakış açısı, acı çekmeye başladı yüreği hayattaki en tatlı acıyı ve yüreği yeniden yürek olduğunu anladı küskünlüklerin terk edilmişliklerin ve satılmışlıkların ortasında. Yüzünde ki tebessümün rengi değişti usuldan ve aklı, kalbi bedeni hissetti hayatın taze kanının gizemini. Oysa böyle değildi hiç. Boş vermişliklerin ortasında, hayata, insanlara ve kendine bile değer vermez olmuştu. Bir girdap içinde dönüp duruyordu. Elinden tutan onu çıkarmaya çalışan çevresinde sayısı üçü beşi geçmeyen ve inadına türkü söyleyen dostlarıydı. Şimdi zıplamıştı o girdaptan. Bir çift kömür gözün ona verdiği inancı yaşayarak. İnancın ona verdiği gücü tatmadan önce, kuru bir güldü şimdi ise o umut aşılayan bir tebessümle inanç aşılayan o güzel bahçıvan olmalıydı hayatında. Yeşermeliydi bu iki hayat bu kuruyan yürekleri buluşmalıydı içten içe masumca ve çocukça. Geçmişin karanlığına inat yarınların aydınlığına olan inançla. Farkında olmadan kadehteki dem tükendi, yürek kavruldu, ve şişedeki hasret bir kez daha döküldü kadehe özlem dolarak. İnsan neyi özler dedi beyin usulca. Yaşadığını özler, yaşanmışlıkları özler şimdi ise yaşayamadıklarını özlüyordu yürek, yaşayamadıklarını. İçten içe yanıyordu. Kelimeler bir kez daha anlamsız kaldı. Gözler daldı derinlere usulca üşüdü beden ve yürek hasretle kavruldu. Bir şans bulamamanın ezikliğini yaşarken yürek dil çözüldü ve küfretti geçmişin insanlarda bıraktığı derin silinmez acılarına. Olmasaydı dedi, yaşamasaydı o geçmişler ve başlansaydı umutla, inançla. Başlamadan bitti oysa. Derin bir nefes aldı. Bırakıp gitmek istedi bu illeri, terk edip gitmek, acılarını, yalnızlıklarını, terk edilmişliklerini ve umutsuzluklar içinde yaşadığı umutlarını kucaklayarak. Ama olmadı yapamadı. Uzaktan uzağa bile olsa onu görmek, iki kelime de olsa onu incitmekten korkarak konuşmak yetiyordu yüreğine. İki üç dakikaya sığsa da kavuşmalar iki yabancı gibi sesini duymak kömür gözlerine kaçamak kaçamak bakmak hayata bağlıyordu onu. Kömür gözlü güzelin yanına geldiğinde yasemin çiçeklerinin yürek hoplatan kokusu sarıyordu yüreğini, sevda çöllerinden cennet bahçesine yol alıyordu. Acaba biliyor muydu bir insana ne denli hayata bağladığını? Biliyor muydu o kömür gözlerindeki büyünün sırrını? Yada biliyor muydu hayata küsen birini hayata bağlamanın ne kadar güzel olduğunu ve bu insanla göz göze bir şeyler paylaşmanın güzelliğini? Yada istiyor muydu bunu görmeyi? Sorularla tıkandı beyni. Savurdu soruları titredi yüreği, ve kömür gözlünün ne dediğine ne düşündüğüne aldırmadan yüreğindeki kıpırtının sıcaklığını yükledi geceyi saran rüzgara. Rüzgarın o kırgın yüreğe fısıldamasına umarak yüreğinden geçenleri… Dedim ya umutsuzlukların içinde yaşıyor bu yürek umutları diye. İşte gecenin bilmem hangi vaktinde bilmem hangi noktasında bir teşekkür borcunu ödedi bu yürek ve fısıldadı karanlığa “YASEMİN” çiçeklerinin sardığı bahçede savruk, kırık bir yüreğe inancı öğrettiği için o insan gibi insana. Ve rüzgar usulca süzüldü pencereden bir yorgan oldu sardı kömür gözlünün bedenini ama kömür gözlü uyuyordu derinden tüm bu yaşananlardan habersiz. Ve hiçbir zaman farkına varmayacaktı beklide bu yaşananların ama yinede onur duydu yürek, inançla ısındı beden ve son yudumda içildi kadehten…..
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2025 | © HAMZA EKİZ, 2025
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |