..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Sanatçının işlevsel tanımı bilinci neşelendirmektir. -Max Eastman
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Toplumcu > BEKİR SEPET




10 Ocak 2010
Oğlumu Öldürdüm  
"Annemi Öldürdüm" İsimli hikayemin karşı penceresidir.

BEKİR SEPET


Bazen öldürür anneler evlatlarını ama önce kendileri ölür. Ve dirilmezler oğulları dirilmeden...


:BABC:
Not: "Annemi Öldürdüm" İsimli hikayemin karşı penceresidir.


Babam hasta ve solgun yüzüyle bana bakarak “Kız evlat okutulmaz ama seni okutacağım” dedi.
Biz dört kız kardeştik babamın beni okutmak istemesi beni hem duygulandırmış hem de omuzlarımda kaldırılması güç bir yük oluşturmuştu.

Dört duvar arasında geçen hayatım okuduğum masal kitaplarındaki güzel kızın büyük bir şehre gelmesi gibi geliyordu. Bilmiyordum şehirde yaşayan insanları ve davranışlarını ortamlarını bilmiyordum. Kendimi seranın içinde yetişmiş bir ıspanak gibi ya da marul gibi hissediyordum. Gerçek güneşi gördüğümde acaba buruşacak mıydım sararıp solacak mıydım?

Kendimi kültürlü sanırdım okuduğum ufak tefek kitaplarla, fakat ben karanlıkta yetiştirilmiş küçük bir kültür mantarıymışım aslında. Benim bilmediğim bir çok kültür varmış okumadığım öğrenmediğim.

Bana göre iyi görünenler iyi kötü görünenler kötüydü. Çünkü yaşadığım köyde insanlar kötü bile olsa merttiler kötülüklerini herkes bilirdi. Okul için geldiğim ilk yıllarda bir yıl yurtta kaldım ertesi yıl arkadaşlarımla eve çıktık. Benim ömrüm boyunca hiç erkek arkadaşım olmamıştı. Ben hiç kimseyi sevmemiş kimsenin de beni sevmesine müsaade etmemiştim. Fakat üniversitenin tebeşir tozunu yuttuktan sonra bir hal oldu bana.
İlk geldiğim yıllarda ürkek ceylanlar gibi hayata karşı çok dikkatliyken ikinci yıl daha rahat bir hayatı yaşamaya başlamıştım. Sorumluluklarımın farkındaydım tıpkı bana yanık yanık bakan kahverengi gözlerin farkında olduğum gibi.

İşte o gözler sırtıma kor olmuş hançeri sokup yüreğimi yerinden söküp beni ortada yapa yalnız koyup yarım bir dünya bıraktı bana. Onun için keyifli on beş dakikanın bedelini hiç suçum yokken ödüyorum on yedi yıldır.

Üzülerek isimlerini kullandığım hayvanlardan özür dilerim ki, Çakal ile sırtlanın evliliğinden meydana gelen bir şeytan çaldı gönlümü.

Bir sabah kalktığımda bir Türk filminin unutulmaz karesiydim artık. Nerde olduğunu bile bilmeden baş ağrısı içinde uyanan masum bir kız. Yanında ölmüş bir leş gibi yatan bir erkek.

Ardından gelen her gün gözyaşı azap ve pişmanlıklarla dolu keşkeler. Okulu unutmuştum artık benim öncelikli derdim öncelikli ölme sebeplerim vardı. Okula yine gidiyordum bir çuval kemik bir çuval et olarak.
Karnım büyümeye başladığında başıma göçmüş olan dünyamın enkazı altından çıkamayacağımı anlamıştım artık. Hamileydim ve bu durumu daha fazla gizleyemiyordum.

Ya bu çocuk düşürülecek, ya öldürülecekti. Yaşadığım hayatta bana kalan iki seçenek vardı sadece.
Ya da ben ve henüz doğmamış çocuğum beraber ölecektik.

Evet, on beş dakikalık zevk için insan diyemeyeceğim bir varlığın ektiği tohumun hasat zamanıydı artık. Kararımı vermiştim. Bebek doğmadan kendimi öldürecektim ve böylelikle bebeği de öldürmüş olacaktım.
Fakat ben karnımda bebekle ölürsem ailem yine kimsenin yüzüne bakamayacaktı ve okumaya giden kızların sorumluluğunu ve bundan sonra bütün okumaya gidecek kızların geleceğini ellerinden alacaktım.
Ben örnektim köyümde ve herkes benim okumamı bekliyordu. Kızlarını okula göndermek için.

Dünyadan kopmuş kapalı kutu yaşam sürerken. Bir gece yarısı yarı uyur yarı uyanık vaziyetteyken birden suyum boşaldı. Hep yuttuğum içime attığım acılarımın doğum saati gelmişti. Yanımda kimse yoktu, zaten kimsenin de haberi olmamıştı. Hayatım acılar içinde değişiyor ve karnımda duran şişlik hareket ediyordu. Gözlerimden yaşlar kirli yastığıma akarken sıktığım dişlerimin bir bir kırıldığını hissediyordum. Acı değil kin, nefret, üzüntü, keder, pişmanlık hissediyordum.

Karanlık ve soğuk bir kış günü karanlık ve soğuk bir odada, karanlık talihine merhaba dedi kara talihli bir annenin bebeği olarak. Ben doğumdan sonra yarım saate yakın baygın kalmışım. Bacaklarımın arasıda yatan bir melek uyandırdı beni.

Minik elleri bacaklarıma deyiyor ve beni hayata bağlamak için var gücüyle bağırıyordu. Yerimden sürünerek döndüm. Onu kucağıma alıp kirli yüzünden öptüm. İçerisi karanlık olduğundan tam yüzünü göremiyordum. Bebeğim kucağımda karanlık odadan dışarıya çıktım. Bütün bedenim titriyordu. Elimdeki yavrumdu benim bebeğimdi. Benim hayatımı zehir eden bir varlıktı belki, ama o benim bebeğimdi.

Annemin duygularını artık çok iyi anlıyordum. Doğurmadan annelik duygusunu anlıyorum diyen bütün kadınlar yalan söylüyordu. Sanki canımdan bir can etimden bir et kopmuş ve ben onu elimde tutuyordum da önemli olan canımın etimin elimdeki yarısıydı.

Bende kalan yarısının hiçbir önemi yoktu. İşte annelik böyle bir şeydi. Candan öte bir candı annelik. O minik kulaklı minik dudaklı minik elli meleğimi nasıl öldürecektim. Kendimi öldürmek bile yüz bin kere daha kolaydı fakat ben ölürsem onu kim nereye teslim edecekti. Ben yaşamalıydım ki o da yaşamalıydı.

Binde bir bile olsa kavuşma imkanımız olacaktı.

Sabaha kadar dünya gözüyle bir meleğe sarılıp onu derin derin koklayarak hiç susmadan ağlayarak yanında yattım. İlk ve son kez onu emzirdim. Onun altını temizlerken kakasına hasret kalacağım bebeğimden ayrılacağımı bilerek geçirdiğim her saniye ölümlerden en acımasız ölümü seçmiş idamlık mahkumun üst üste asılmasının duygularını yaşıyordum.

İki gün boyunca onu emzirdim. İki gün boyunca hiç kucağımdan indirmedim. İki gün boyunca hiç uyumadım. Ayrılacaktık buna mecburduk. Yoksa ya o ölecekti ya da ben ölecektim. Biliyorum bu ayrılık ikimizi de öldürecekti ama bundan başka çarem yoktu.

Üçüncü gün saat gece yarısını geçtikten sonra daha da hızlı ilerliyordu. Ben güneşin doğmasını hayatımda ilk defa istemiyordum. Çünkü yavrumu, ömrümü, her şeyimi ertesi gün bir bilinmeyene bırakacaktım. Onun minik yanaklarını, minik ellerini bir daha öpemeyecektim. Ona “Annem” diyemeyecektim. Kakasını koklayıp içime çekemeyecek, başını okşayamayacak, ağlayınca yanında olamayacaktım. Onu koruyamayacak bir daha öpemeyecektim.

Belki de hiç kavuşamayacaktık, belki de ya ben ölecektim, ya da o ölecekti. Bir daha yolumuz kesişmeyecek ti belki de. Ama bir umut vardı ufacık minicikte olsa bir gün bir yerde karşılaşabilirdik bu ayrılıktan sonra. Şimdi ne ben ona bakabilirim, ne de kendime bakabilirim.

En uygunu yakındaki çocuk esirgeme kurumunun yakınındaki parka hiç kimse görmeden onu bırakıp sonra da onu telefonla bildirmeliydim.

Üçüncü gün doyamadığım yavrumu saatlerce koklayarak öperek elime geçen bezlere iyice sardım, sonra bir çantaya göz yaşları içinde yerleştirdim. Ben ağladıkça minik yavrumda ağlıyordu. Keşke ölümü seçseydim diye bu duyguyu tatmaktansa ölmeyi düşünme duyguları içinde çantayı kucağıma aldım ve dışarı çıktım güneş doğarken.

Çocuk esirgeme kurumunun yakınındaki parka bırakıp bebeğimi, canımı, kanımı, hayatımı koştum en yakın telefon kulübesine. Sonra hemen telefon ettim. “Bir bebek bırakmışlar parka” diye ve sonra uzaktan bir ağacın arkasından izledim yavrumun yetim ve öksüz kalışını. On dakika sonra birkaç kişi geldi ve yavrumu oradan alıp Çocuk esirgeme kurumuna götürdüler.

İşte bundan sonra yıllarca ağladım. Köyüme geri döndüm. İki yıl sonra tekrar okula dönüp okulumu bitirdim. Sonra memur olup doğu görevine gittim. Yıllarca yavrumu herkesten sakladım içimde. Aradan on yedi yıl geçmişti. Ama on yedi yıl boyunca ağladığım evladımdan ayrı yaşamaya bir türlü alışamamıştım. Bir gün ansızın izin alıp bütün gücümü toplayıp ölmeye bile razı olup yavrumu aramak için okuduğum şehre geri geldim.

Gidip yavrumu bıraktığım Çocuk esirgeme kurumuna müracaat ettim. Bir hafta kurum arşivinden ve kayıtlardan çocuğun bulunduğu yerin tespit edilmesini bekledim. Her gün kuruma geldim ve bahçesinde gördüğüm gençlerin her birinin yüzüne “acaba oğlum bu mu ki” diye baktım garip garip.
Cuma günü müdür bey “Hanım efendi söylediğiniz tarih ve kayıtlara göre çocuğunuzu tespit ettik” dediğinde çocuğumu sanki tekrar dünyaya getirdim. Heyecanla müdür beyle dışarıya çıktık. Müdür beyle bahçede biraz yürüdükten sonra parmağıyla bankta düşünceli düşünceli başı yerde oturan bir genci gösterip

“işte oğlunuz şuradaki bankta yalnız oturan gençtir. Adı Umut’tur. Çok akıllı ve efendi bir gençtir. Yurdun en sevimli yavrularından biridir. Onun ve sizin için çok sevindim. Fakat o faklı bir çocuktur. Ona yaklaşımınıza dikkat edin. Ben şimdilik sizinle gelmiyorum. Bundan sonraki evrede ben de onunla konuşurum. Haydi gidin ve kavuşun” dedi .

Bacaklarım birden titremeye başladı. Korku heyecan ve sevinç hepsini aynı anda yaşıyordum. Ona yaklaştıkça daha da titriyor ve hıçkırarak ağlıyordum. Kendimden geçmiş bir vaziyette karşısına dikeldim.
Beni görünce yüzüme baktı bende titrek ve ağlamaklı hıçkırıklı bir ses tonuyla “Ben senin annenim” dedim.

O canım olan o her şeyim olan o kaybolan dünyam olan yavrum, yüreğimin kalan kısmını da keskin ve derin cümlelerle tamamen yıkıverdi başıma. Öyle bir cümle kurdu ki ağlayarak kin ve nefret dolu bakışlarla yüzüme. Olduğum yerde dikelip kalmış ve konuşmaz bir vaziyette sadece hıçkırabiliyordum.

Bana söylediği uzun sözlerde en son;
“Ben yıllarca ağladım on yedi yıldır ağlıyorum. Şimdi benim karşıma geçip ağlama be kadın! Ben gözümden akan tuzlu yaşları yalayarak hayatta kaldım. Benim yüreğimde anne diye bir sevgi yok! Anne diye bir nefret var. Hadi şimdi kaybol. Ben annemi öldürdüm…” dedi.

İşte bu sözler beni öldürmüştü. Ben o gün yıkılmış bir vaziyette otele geri döndüm. Ertesi gün sonra ki gün, bir hafta boyunca her gün yurda gelip bahçesinde, kapısında onu bekledim. Korkumdan bir türlü tekrar yanına yaklaşamadım.

Bir gün onunla ilk karşılaştığımız bankta oturup başım yerde düşünürken başımın gölgesine başka bir gölge gelip birleşti. Başımı kaldırdığımda Umudum geleceğim bana bakıyor ve göz yaşları içinde hıçkırıyordu. Ben de ağlayarak onun yüzüne bakıyordum. Birden Umut’um “Anne” dedi. Fırlayıp yerimden onu öyle bir kucakladım öyle bir sarıldım öyle bir kokladım ki… O an sevinçle bayılmışım. Hiç bir kelimeyle anlatılamayacak duygular içinde kaybolmuştum.

Gözlerimi açtığımda bir hastane odasındaydım. “Aman Allah’ım her şey rüyamıydı” diye birden çığlık attım. Kapı birden açıldı ve elinde bir kucak çiçekle Umut’um kapıdan içeriye girdi. Tekrar aynı duyguları yaşadım tekrar kavuştum oğluma, yavruma, canıma…

Şimdi sıcacık yuvamızda mutlu bir dünyamız var helalinden. İlk karşılaştığımızda yüreğime hançer gibi saplanan sözlerinden anlamıştım akıllı bir çocuk olduğunu. Bitirdi okulunu yakışıklı bir genç oldu efendi, akıllı.

Birde eversem dünya gözüyle mürivetini görsem, onun kendine bakamadım doyamadım, bari çocuklarına baksam diye düşünürüm mutlu halimle.

Çok şükür yavruma kavuştum…



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın toplumcu kümesinde bulunan diğer yazıları...
En Değerli Anne Ölü Annedir
Yırtılan Onur
Ne Demek?
Bankamatik
Annemi Öldürdüm

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Dört Yaşındaki Seri Katil
Simit Tatili


BEKİR SEPET kimdir?

Hayata farklı bir gözle bakan ve yaşamanın hiçte kolay olmadığını gören biriyim. Bazen baktığım kişilerin ruhlarını içimde hissedip onlar gibi yatıp onlar gibi kalkıyor ve onlar gibi düşünebiliyorum.


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © BEKİR SEPET, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.