..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Bilinç ruhun sesidir, tutkular ise bedenin. -Rousseau
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Toplumcu > BEKİR SEPET




18 Mart 2010
En Değerli Anne Ölü Annedir  
Anne

BEKİR SEPET


Ölü annelerin değeri


:BBIG:
Bir öğle vakti evimizin tahta kapısı çok zayıf bir güçle çalındı. Ben küçük bir çocuğun kapıyı çaldığını düşünerek kapıyı açtığımda karşımda, elinde erik ağacından sopasıyla, başında cumhuriyetin ilk yıllarını andıran Anadolu tarzı örtülmüş başörtüsüyle, üzerinde temiz ama eski basmadan fistanıyla minicik bedeniyle yaşlı bir kadın duruyordu.

Kadın belini doğrultamıyor, başını yukarıya zorla kaldırıyordu. Yüzüme bakmak için ağırca başını yukarıya kaldırmaya çalışırken, ben aşağıya eğilip “buyur ebem” dedim. Yaşlı kadın “ Fatma’nın evi mi burası?” diye sorunca “evet içeriye geç ebem” dedim.

Yavaş ve titrek adımlarla içeriye girdi. Annem ekmek yapmak için içeride hamur yoğuruyordu. Annem kan ter içinde kalmış koca teknedeki hamuru yumruklarıyla bir saattir yoğuruyordu. Kalabalık ev nüfusuna bakkaldan alınan ekmek yetmediği için annem 15 günde bir hamur yoğurup ekmek yapıyordu.

Arkası dönük olan annem “kimmiş oğlum gelen” diye, seslendiğinde. Ağlamaklı ve titrek bir sesle “benim Fatma’m benim” dedi yaşlı kadın. Annem hamurlu ellerini havaya kaldırıp yaşlı kadının boğazına sarıldı. “Elif ebe nasılsın? Sen nasıl buldun burayı? Ah! Ebem, Ah! Gel otur şöyle hamur yoğuruyorum şimdi biter” dedi. Bende ebenin kolundan tutup tahta divana oturması için yardım ettim.

Ebe, kurumuş çorak toprağa benzeyen kınalı eliyle yüzüme dokundu. Yanağımı okşadığında nasırlı elleri zımpara gibi yüzümü acıttı. Sonra anneme seslendi “Fatma’m senin mi bu? Maşallah. Allah hayırlı evlatlar versin Fatma’m, Ah! Fatma’m Ah!” diye, ağlamaklı ses tonuyla çıkan sesini, bir yaz yağmuru gibi ansızın gözünden dökülen yaşlar kesiverdi. Ebe minik bir çocuk gibi sessizce hıçkırarak ağlıyordu, gözyaşları kırışık yüzünün kıvrımlarını doldurup taşıyor ve küçük çenesinden eski basma fistanına damlıyordu. Kökü çürümüş, dalları kırılmış, gövdesinde derin ve büyük yaralar olan çınar ağacını andıran haliyle yıkılmamak için zorla ayakta durmaya çalışıyordu.

Ebe, yazmasının ucunu tutarak çukurlaşmış kırmızı göz pınarlarını sildi. Derin bir nefes alıp, nefesini verirken hıçkırıkla karışık “Çok Şükür Yarabbi” diye, haline şükür etti. Arkası dönük olan annem de hem ağlıyor hem de hamuru yumruklayarak yoğuruyordu. Annem yaşlı gözleriyle bana bakarak “hadi oğlum bir çay koy” dedi. Ben mutfağa çay koymaya gittiğimde. Annem hamurunu yoğurmuş sofra örtüsü ve bir battaniye ile hamuru olgunlaşsın, ekmeklik kıvama gelsin diye örtmüştü. Annem mutfağa gelip elini yıkarken bir taraftan da alt dudağı titreyerek sessizce ağlıyordu. Annem bana seslenmeden içeriye girdi ebenin yanına oturdu.

Bende geldim yanlarına oturdum. Ebenin bu hali beni yerle bir etmişti. Kimdi acaba bu yaşlı kadını ömrünün son günlerinde bu kadar mutsuz eden.

Annem Elif ebenin tekrar elini öptü. Elif ebe hala hıçkırıyor ve minik bedeni hala hıçkırıklarla sarsılıyordu. Başladı elif ebe anlatmaya.

“Gızım Fatma’m, benim doğan çocuğum öldü, doğan çocuğum öldü de. Ben İsmail’im doğduğunda iki ay yataktan galkamadım. Ben İsmail’im doğdu diye otuz gün oruç tuttum. Südüm çekildi de, gomşumuz Hatce gelin, Elif aba solucan yirsen südün çoğalır dedi. Ben öğüre öğüre solucan yedidim. Ben onun yüzüne bakmaya gıyamam Fatmam. Kendin biliyon, köyde ne va ne yok satcen ana dedi, bende satma olum demedim. Eh! Olum sen bilirsin gari dedim. Rametlik buvası ölünce evimin direği olduydu İsmail’im. Ne bileydim Fatmam, çılbak şeytan goynuna girince değişceni. Yemedim içmedim biriktirdim de borç harç düğün ettiydim. Kendi elimnen getirdim Fatmam, gelinimi. Meyersem gelin değilde düşman getirmişin a Fatmam. Evlendi de yanı günü “Gayınna sende biznen mi galcan” dedi. Bende a gızım benim kimim kimsem yok dedim, benim bi İsmail’im va. Ben kimin yanna giden? kime sığınen? Dedim. Gaşlanı çattı da “Ben seni göndemesini bilirin” dedi. A! Fatma’m. Bende yuvaları bozulmasın huzurları gaçmasın deye bişeycikle demedim gelinimede olumada.

Bizim oğlan bir iki hafta sonra “ Ana hiç mi bizim akrabamız yok? Git accık da onların yanında gal” deverince, dizlerimin bağı çözülüvedi a Fatma’m. Sonra accık eşyam varıdı zaten, aldım onları çıktım da evden, gaç ana sen nereye gidiyon? Demedi İsmailim.

Aha o günden sonra bir iki ay birinin yanında, bir iki ay başgalarının yanında göçebe gibi gezdim, a Fatma’m. Bi gaşık yemek verilese yedim, bi laf atalasa gonuştum. Elin evinde çivili yataklada, bıçaklı yorganlada gan ağlaya gan ağlaya yattım a Fatma’m.”

Diye anlatınca Elif ebe, bende boğazıma tıkılan ve artık nefes almamı bile zorlaştıran o acıyı dolan gözyaşlarımla beraber akıtıverdim. Elif ebe nur yüzlü bir kadındı ve hiç ağzından dua düşmüyordu. Annem ağlamaktan konuşamıyor ve Elif ebenin gözyaşlarını eliyle siliyor sonra o eli öpüyordu. İçimde büyük bir öfke kabarmıştı dünyadaki en değerli varlığını son günlerinde böyle perişan sokağa atan vicdansıza.

Annem kısık bir ses tonuyla bana dönerek “İsmail amcan yok mu şu alt sokakta oturan, İşte onun annesi Elif eben” dediğinde anladım bütün olayı.

Elif ebe gözlerinden kan misali yaş damlaları dökerken birden anneme dönüp “A! Fatma’m şurdan baksam sizin camdan. İsmail’limin evinin bacası görünür mü? Dediğinde.

Yüreğim param parça oldu. Hala onca yapılanlara rağmen evlat hasretiyle yanıyor ve içindeki hasretliği oğlunun evinin bacasını görerek gidermeye çalışıyordu Elif ebe. Annem göz yaşları içerisinde “Gel gel! Elif ebe görünüyor. Şu tepesinde demir olan baca İsmail’in bacası” diye, Elif ebeye yardımcı oluyordu.

Elif ebe o gelişinden sonra birkaç kere daha geldi. Ve her geldiğinde ilk geldiği gibi göz yaşları içerisinde aynı anlattıklarını bir daha anlatarak oğlunun evinin bacasına bakarak ona duyduğu hasretliği gidermeye çalıştı. Sonra duyduk ki bir akrabasının evinde ölmüş. Cenazesine gittiğimizde birçok akrabası vardı. Ben kendi ebem ölmüş kadar üzüldüm. Tabutun başında ağlayan biri daha vardı. Oğlu İsmail.

İsmail amcayı görünce tüylerim diken diken olmuştu. Çok sevdiği, canı gibi sevdiği annesini kaybetmiş ve elini tabuttan hiç çekmeden ağlayan bir evlat manzarası sergiliyordu cenazeye katılanlara. Aslında oradaki birçok kişi de onun ne kadar hayırsız bir evlat olduğunu biliyordu. Ve herkes kulaktan kulağa bir şeyler fısıldıyorlardı. İçimden koşup elini tabuttan çekmek geliyordu İsmail amcanın. Yaşı benden çok büyüktü ve beni mahalleden de tanıyordu böyle bir şey yapmam onu çok öfkelendirebilirdi.

Bu manzarayı hazmedemiyordum birden annemin yanından ayrıldım ve usulca İsmail amcanın yanına yaklaştım. Kısık bir sesle kulağına “İsmail amca artık dünyadaki hiçbir kadın senin annen değil, artık öpeceğin hiçbir el onun değil, yanağına değen hiçbir dudak, başını sıvazlayan hiçbir el artık senin annenin değil” diye seslendim kısık bir sesle.

İsmail amcadan biraz da korkuyordum, çok acılı duruyordu tabutun başında. “Belki döver” dedim kendimce. Fakat bunu ona söyleme isteğimi bastıramamıştım. Cümlem bitince hemen yanından ayrılıp annemin yanına gittim. İsmail amca hiç gözünü kırpmadan beni başıyla takip ediyordu.
Bende annemin yanına geldim. Annem de ağlıyordu. Ben hemen annemin yanağını öptüm. Annem de beni öptü ve başımı sıvazladı. Sonra annem bana “Ne dedin İsmail amcana?” dedi. Bende başın sağ olsun dedim anne” dedim.

İsmail amca o kadar acılı ve o kadar kıskanarak bana bakıyordu ki. Hiçbir yüz bu kıskançlığı bu kadar yansıtamazdı.

Sonra İsmail amca yaşlı gözleriyle hiç kesmeden bana dakikalarca bakarak kanatırcasına dudağını ısırarak başını hafifçe aşağı ve yukarı salladı.

Anlamıştı artık İsmail amca. Anlamıştı… En değerli en çok sevilen anne ölü bir anneydi…



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın toplumcu kümesinde bulunan diğer yazıları...
Yırtılan Onur
Ne Demek?
Bankamatik
Oğlumu Öldürdüm
Annemi Öldürdüm

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Dört Yaşındaki Seri Katil
Simit Tatili


BEKİR SEPET kimdir?

Hayata farklı bir gözle bakan ve yaşamanın hiçte kolay olmadığını gören biriyim. Bazen baktığım kişilerin ruhlarını içimde hissedip onlar gibi yatıp onlar gibi kalkıyor ve onlar gibi düşünebiliyorum.


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © BEKİR SEPET, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.