İnsanların arasında yaşadığımız sürece, onları sevelim. -Andre Gide |
|
||||||||||
|
Pek dikkatleri çekmiyordu önce. Mısır kaynattığım kazanı arabamın ortasına yerleştirirken, çaktırmadan onu izlemeye başladım. Deli olduğu belli, dedim kendi kendime. Ama hareketlerinde hesaplı kitaplı bir şeyler var gibiydi. Özellikle telefon olduğu her halinden belli olan, pantalon cebindeki kabartıya her eli gidişinde, çevreye aşırı bir biçimde dikkat kesiliyordu. Öğleye kadar sürdü bu böyle. Onunla ilgilenmeyi iyiden iyiye bıraktığım bir anda, davudi bir sesle, anlamadığım bir şeyler söyleyerek anıtın kaidesine çıktı çevik hareketlerle. - Memleket gidiyor elden, siz daha uyuyun ey ahali, diye bağırdı, meydanın her yanından duyulabilecek bir sesle. Orada duran birkaç kişi yüzünü ona çevirip dikkat kesilirken, meydanı geçen birkaç kişi de bir an durakladı. Hem dinleyip, hem yan yan yollarına devam ederlerken, adam bendi yıkan sel suyu gibi coşunca, onlar da dikilip kaldılar ilgiyle. Ve bir kaç dakika içinde sayıları iki-üç katına çıktı. Adam neler söylemiyordu ki... Ne devlet koydu, ne hükümet, ne iş adamı... Topunun şeceresine sövdü saydı. Zaten her zaman bir-iki polisin sağda solda görüldüğü meydanın yarısı ilgiyle dinleyen halkla dolarken, üniformalı üniformasız polisler de çoğaldı. Tuhaftır, uzun süre hiç müdahale etmediler. Sanki izinli bir gösteri düzenleniyordu. Yavaş yavaş bu düşünceyle olsa gerek cesaretlenen kalabalıktan deliye yanıt verenler, destek olanlar çıktı. Tempolu bağırışlar ve şarkılar baş gösterdi. Bir beş dakika sonraysa, herşey çığırından çıkmıştı. Tam meydanın ateşinin sokaklara taşmaya başlayacağı bir anda, üniformalı üç polis hızla kaideye çıkıp deliyi apar topar aşağı indirdikleri gibi, kalabalığın arasında diğer polislerin açtığı koridordan götürdüler. Bu arada üniformasız olmaları bir yana, zaten polisten başka hiçbir şeye benzemeyen diğerleri, yoğun bir şekilde bir radar gibi kalabalığın üzerinde gezdiriyorlardı bakışlarını. Ben bir hayli mısır sattıktan, cebi hatırı sayılır biçimde şişirdikten sonra, tası tarağı toplayıp meydanı terketmeye hazırlanıyorken, kalabalık sokaklara, caddelere doğru yoluna devam ediyordu. Üniformalıların hepsi bir araya toplanıp gelen araca doluşurlarken, üniformasız meslektaşları da halkla birlikte üçer beşer sokaklarda kayboldular. Kentin bir çok meydanından biridir, bugün mısır sattığım Cumhuriyet Meydanı. Her gün birine gider açarım tezgahı. Yarın Vatan meydanında satacağım mısırları almak için halin yolunu tuttum ben de. Giderken iki telvizyoncu gördüm, herşey öyle çabuk gelişmişti ki, sonuna bile yetişememişlerdi. Evde karıma konuyu açtığımda pek şaşırmadı. Meğer aynı olayı geçende Kuvayi Milliye'den geçerken görmüş de durup ilgilenmemiş. Deliyi tarif edince, biraz ilgilenir gibi oldu. - Benim gördüğüm... tıpkısıyla bu anlattığın, dedi. Hayırdır inşallah deyip yattım. Ertesi sabah kazandaki ilk mısırlar yavaş yavaş kıvama gelirken, baktım dünkü deli havuzun yanında belirdi. Dün yaşadıklarımı, aynen bir filmi başa sarıp tekarar izler gibi yaşadım. Öğlen saat yarıma gelirken, çıktığı fıskiyenin kayalıklarından, dizine kadar suya batmış polisler eşliğinde götürülen delinin ardından bağırıp çağıran yüzlerce kişi de, yatışıp birer ikişer ara sokaklara dağılıyorlardı. Ve radar gözler de peşlerinden. Birden birşey dank etti kafama. İki gündür olaylar ne kadar hızla gelişse de, ortada ne bir kamera ne bir gazeteci vardı. Dün geç kalmışlardı, bakıyorum bugün de geç geliyorlar, yine aynı ikisi. Sonra bir huyum vardır benim. Bir gördüğüm yüzü üç yıl sonra görsem tanırım ve anımsarım. Kimdi... Nerede gördümdü... Pek büyük bir kent sayılmaz bu yaşadığım... ve Cumhuriyet'le Vatan'ın arası iki yüz metrelik bir sokak kadardır en fazla. Her gün gördüğüm kişileri ertesi gün diğerinde de görürüm genellikle. Ama bugün öfkeyle içini boşaltan o adamların hiç biri dünküler değildi. Aha da yazıyorum bunu şuraya, hepsi başka adamlardı bugünkülerin. Deli ve polislerse aynıydı. Kentin diğer tarafındaki Milli Egemenlik'teyim yarın. Hele dur bakalım... Akşam karıma anlatıyorum yine. Bu kez ilgiyle dinliyor. Sabırla dinledikten sonra, hiç bir şey demeden, kalkıp spor sayfasından başka hiçbir yerine bakmadığım gazeteyi alıp getiriyor. Hayrola, diyen bakışlarım arasında bir sayfayı bulup uzatıyor. - Şu sol üstteki köşe yazarı sana birini çağrıştırıyor mu? Bakıyorum, sanki evet, çıkaracağım gibi... Adamı tanıyorun da, kime benzemesi gerektiğini... - Hiç yorma kendini, geçen meydanda gördüğümü söylediğim delinin ta kendisi bu, diyor. Bakıyorum gerçekten o, ilk anda anlamak zor. Ama mısır satıyorsanız, insanlara daha dikkatli bakıyorsunuz. Yine de benim bile, çok özel olduğunu düşündüğüm o gözlerimi yanıltmayı başarmış yapılan makyajla. Her devrin gereklerini yerine getirip, hiç bir zaman genel gidişe ters düşmemiş o adamı yıllardır biliyordum. Nedense hiç yaşlanmadı. - Desene, diyorum karıma, işleri büyütmüş, tam profesyonel olmuş. - Yaaa. Öyle. Gündüz insan gece hırt. Sonra hükümetin meclisten çıkardığı son vergi affı yasasının aldığı tepkileri eleştiren, çok aşırı ve anti-demokratik bulan yazısını okudum. Baktın mı, şöyle adam akıllı tek ve bütün gözükmeyen, tüm o helal süt emmemişleri bir bir anımsadım.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Haşmet Şenses, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |