Doğaüstü henüz anlayamadığımız doğal şeylerin adı. -Elbert Hubbard |
|
||||||||||
|
Nasıl anlatmalı, ne demeli bilemedimdi. "Küresel şahinlerin kanatlarına yapışmış akreplerin, çiyanların ördüğü duvarlarla kurulacak devletin sana, kardeşlerine ne getireceğini umuyorsun Cumali dayı? Başınıza Amerikan çorapları örülüyor." diyebilir miydim sahi. Hani memleketlin mütehhidin inşaatı bitmeye doğru kara kara düşünmeye başlamış, sonra da bir gün ortada dımdızlak kalıp emekliliği tamamlayana kadar nerede bir inşaat bulabilirim diye çekip gitmiştin ya... Biz hep şunu düşündük seni anımsadıkça: Oralarda inşaat mı yok, çalışıyordur birinde. Sonra bir ara gelmişsin buralara ben görmedimdi. Petrolün oradaki bir inşaatı bekliyormuşsun da patron hazretleri ortaya çıkıp senin yanında, "Bizim adamımız var, neden bu adamı işe aldınız?" diyerek, elline tutuşturduğu üç-beş kuruşla göndermeye kalkınca yine yaralı ve dımdızlak kalmışsın ortalık yerde. Aylar sonra yine gözüktün o sevimli ve genellikle gülen yüzünle. Geçende maç sonrası gitmeden yanımıza uğradığında yine derin bir acı, ben hâlâ buradayım diyordu yorgun gözlerinin ardında. İki aydır para alamadığın yine memleketlin olan bazı çakalların bu kez biraz uzaktaki inşaatından ayrılıp gelemediğini söylemiştin. Sonra da hadi eyvallah deyip giderken, üç kilometre yol için 1,75 cebimde kalsın deyip yürüyüp yürüyemeyeceğini kafanda tarttığını düşünmüştüm, nedense emin olarak. İki gün önce durakta bir şeyler yapıyordun, ceplerini mi karıştırıyordun, ellerinde bir şeylere mi bakıyordun da tam bizi gördün gerisin geri kahveye doğru yürümeye başladın ya hani... hızlı hızlı. Epey sonra kahvenin girişine doğru dönüp bir an bakınca anladık bizimle konuşmaktan kaçındığını. Sonra ben bir sigara yakmak için elimde çayla kapının önüne çıktığımda, hâlâ ön taraftaki ağaçlardan birinin altında oturduğun masadaki adama, yer yer öfkeden sesini kontrol edemeden anlattıklarını pek anlamasam da belli ki kimbilir kaç bininci kez yaralamışlardı işte, bir türlü kaşarlanmayan ruhunu. Muhtemelen farkettiğin ben ve o ara sigaraya çıkan ocakçının senden konuştuğumuzu da anlamışsındır. Okuma yazması olmayan zihninin yordamını buradakilerden en çok ben biliyorum. Konuşurken çokça anlaşamadığımızda nasıl olup da eninde sonunda senin bizi, bizim seni tam tamına anladığımıza hem şaşar hem de derin bir erinç duyardım bundan. Neyse... Ocakçının bana ne dediğini biliyordun elbette. "Dövmüş kendi adamları, para isteyince... kovalamışlar." Pek dövülmüş gibi değildin, zaten o da kendi dilediğince söylemişti lafını bence. Yine de bir şey açıktı, asla vazgeçmediğin onurunu, bir çocuk gibi sevinçli ruhunu hırpalamışlardı besbelli. Şimdi ne aklıma geliyor biliyor musun? Telefonunun sesi duyulur duyulmaz önce dışarı seğirtip, sonra da karşındakiyle konuşarak caddeyi neredeyse sakınmasızca geçişin ve yılların yüküyle eğrilmiş bacaklarının gövdeni yuvarlanırcasına ikiyüzelli metre aşağıdaki inşaata yetiştirmeye çalıştığı koşuşun... Hem de atmışa dayanmış yaşınla. Asgari ücret denen sadakayla bekçilikten ayrı olarak her işe koşan o toprağın, o soydaşın çakalı hiç tanımadım ama senin belki bilmediğin şu aşağıdaki mekânlardan birinde her akşam toplananlardan biri değilse bile onların kankalarından olmalı. Hani şu önünde, her yıl bir model daha üstünü almadan hırsızlığının hakkını veremediğini hisseden adamların kullandığı pahalı arabaların açık hava şovrumuna çevirdikleri yer. Biliyorsundur ya neyse... İşte orada tomarla paralar bir takım esmer gençlerin elinde gidip geliyor bazen. Dışarıdaki modeli geçkince olan arabalar da o çocukların payı besbelli. O tomarların içindeki banknotlar gerçekte kimin, itiraf edemesen de içten içe biliyorsun değil mi dayı? Belediyeleri onay makamına çevirmiş o soydaşlarının ve onların ülkenin kuzeyindeki zeki, muzipçe gülmeyi hep bilen güzel insanlardan dönme kankalarının değil elbette. Kesik kesik ya da net ve kalın sürekli çizgilerle mi olacağını henüz bilmesek de biçimlenmeye başlayan ülkende rol dağılımı nasıl olacak dersin Cumali dayı? Artık o mafyozo bakışlı, çoktaan halkının erdemini yitirmişler burada mı devam ederler yağmaya, bakir bir ülkede mi mevzilenirler tez elden, o işin başka boyutu. Paranın vatanında ikâmet edenlerin göçebeliği, senin en derin yerlerine sinmiş de gülebilmeyi hiç unutmayan gözlerinde cayır cayır bir acıyla yansıyan göçebeliğine benzer mi dersin? Ben bütün bunları sana neden anlatamıyorum ki? Böyle az ötemde bir yerlerde olduğun halde, üstelik bazen de bir yerlerde yolumuz kesiştiğinde, neden?... Ne önemi var ki, birbirimizi biliyoruz ya. Ben bir Kürt emekçisi olmanın nasıl bir duygu olduğunu asla senin kadar bilemem. Ben en sevilmediğim yerde bile 'yalnızca bir canlı' gibi değil, 'insan' gibi görüldüm. Senin dilindeki karşılığını bilmiyorum ama yine de diyorum ki, gel senin deyişinle ve senin dilince birlikte söyleyelim: "Bunların hepsi, kahpe çocigi"
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Haşmet Şenses, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |