..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Bir ülke bağımsız olmadan, bağımsızlık da erdem olmadan ayakta duramaz. -Rousseau
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > İnceleme > Politika > Mevlüt Tok




16 Ekim 2010
Halk Ne Denli Varlıklı ve Eğitim Düzeyi Yüksekse, Yönetim Biçimi de O Denli Demokratiktir  
Adil Paylaşım, Yüksek Eğitim Düzeyi ve Demokrasi

Mevlüt Tok


Ülkemizde kentsel alanlarla kırsal alanlar arasında eğitim, sağlık, ekonomik koşullar bakımından oldukça yüksek oranda nitelik ve nicelik farklılıkları vardır. Kırsal alanda miras yoluyla verimli tarım arazilerinin teknik tarım yapılamayacak kadar çok küçük parçalara bölünmesi ve toprak reformunun gerçekleştirilememesi gibi nedenlereden ötürü kırsal alanda yaşam çok daha zor koşullar altında sürdürülmektedir. Kırsal alanda yaşayan köylü yurttaşlar yalnızca sınırlı bir dönemde çiftçilik yapabilmekte ve kazançları yaşamlarına sürdürmeye yetmemektedir, ayrıca tarımdan artakalan diğer uzun bir zamanda da köylülere tarım dışında uğraşabilecekleri başka iş olanakları sunulmadığından boş ve hiç bir işe yaramadan vakitlerini köy kahvelerinde boşa harcamaktadırlar. Bu olumsuz koşullar altında kırsal alanda yaşayan köylü yurttaşlar daha iyi yaşam koşulları aramak ve sürekli para kazanabilecekleri sosyal güvenliği olan bir iş bulmak amacıyla kentlere göç etmektedirler.


:BBFJ:
Ülkemizde kentsel alanlarla kırsal alanlar arasında eğitim, sağlık, ekonomik koşullar bakımından oldukça yüksek oranda nitelik ve nicelik farklılıkları vardır. Kırsal alanda miras yoluyla verimli tarım arazilerinin teknik tarım yapılamayacak kadar çok küçük parçalara bölünmesi ve toprak reformunun gerçekleştirilememesi gibi nedenlereden ötürü kırsal alanda yaşam çok daha zor koşullar altında sürdürülmektedir. Kırsal alanda yaşayan köylü yurttaşlar yalnızca sınırlı bir dönemde çiftçilik yapabilmekte ve kazançları yaşamlarına sürdürmeye yetmemektedir, ayrıca tarımdan artakalan diğer uzun bir zamanda da köylülere tarım dışında uğraşabilecekleri başka iş olanakları sunulmadığından boş ve hiç bir işe yaramadan vakitlerini köy kahvelerinde boşa harcamaktadırlar. Bu olumsuz koşullar altında kırsal alanda yaşayan köylü yurttaşlar daha iyi yaşam koşulları aramak ve sürekli para kazanabilecekleri sosyal güvenliği olan bir iş bulmak amacıyla kentlere göç etmektedirler.

Sanayileşmenin etkisiyle de yoğunluk kazanan kentlere göçler nedeniyle yurdumuzda kentli nüfustan daha yüksek oranda olan köylü nüfusu artık kentli nüfusun çok gerisinde kalmıştır. Cumhuriyet’in kuruluşunda ülkenin büyük bir kesimi köylülerden oluşurken artık Türkiye nüfusunun yarıdan çoğu kentlerde yaşamaktadır. Göçler sanayinin geliştiği ve istihdam olanaklarının daha yüksek olduğu büyük sanayi kentlerine olmaktadır çoğunlukla. Yurdumuzun değişik kırsal alanlarından gelen köylülerle göç alan kentlerin nüfus yapısı etnisite, din, politik görüşler bakımından oldukça çeşitlilik göstermektedir. Tekil etnik, din, mezhep yapısına sahip olan kırsal alanlardan göç ederek kendilerini çoklu etnik, din ve mezhepleri barındıran kentsel bir alanda bulmaktadırlar. Göçlerin sonucunda ülkemizde İstanbul, Ankara, İzmir, Adana gibi bir çok büyük kenler çoklu ekin, etnisite, dil yapılarıyla büyük sorunlarıyla boğuşan küresel megakentlere dönüştü. Ekonomik bakımdan da göreceli olarak kentler kırsal alanlardan çok farklı toplum katmarnlarını barındırmaktadır. Halkta demokrasi istek ve gereksinimi, farklılaşan, çelişkileri artan, farklı ekinsel ve ekonomik toplumsal katmanların ortaya çıkıp geliştiği toplumlarda doğar ve gelişir.

24 Ocak Kararları ise ekonomimizde bir dönüm noktası olmuştur. Anaparanın bir bölümünün dünya pazarlarında yarışarak mal satıp para kazanması bu tarihten sonra başladı. İhracatçı kesimler Ankara’nın desteğine gereksinim duymadan iç pazarı sömürme ucuzluğundan kurtulmaya başladı; bağımsızlaştı. Dış pazarlarda para kazanmayı öğrendi. Bir çok girişimcimiz, sosyalizm etkisinden kurtulan Doğu Avrupa’da liberal ekonomilerin gelişmesiyle devlet teşviklerinden yararlanmak, ucuz işçi sağlamak üzere işlerini ve fabrikalarını Türkiye’den söküp uzak ülkelerde yeni iş alanları açtılar. Gittikleri ülkelerde markalaşarak iyice zenginleştiler. Avrupa Birliği ruhu, Birliğe uyum yasaları ve AB müzakere süreci, Anadolu’nun ihracatçı anaparasını da kapsayan bir şekilde yeryüzüne mal satan kesimleri daha da güçlendirdi.

Dış pazarlardan para kazanan kesimler serpildikçe, Türkiye’deki tekelci, tekilci düşünce yapısı ve siyasal parti düzeninin kendisinin önünü kesen düşünce yapısından duyduğu rahatsızlık da daha fazla ve gür bir sesle dillendirilmeye başladı. Odalar ve Birlikler hükümetlere ekonomik ve ticari önerilerde bulunup onları yönlendirmeye başladılar. Bu demektir ki daha çok para kazanan ve zenginleşen kesimler daha yüreklice siyasal tartışmalara katılarak düşüncelerini açıklayabilmekte ve demokrasimizi çoksesli bir demokrasi korosuna dönüştürmektedir. Anadolu'dan yükselen ''Anadolu Kaplanları'' ülke ekonomisinde önemli bir yer tutmaya başladı. Devlet teşviklerine dayanıp güvenmeden, devletten bağımsız bir büyük çoğunluk Anadolu’da ihracat sayesinde zenginleşmeyi sürdürdü. Bir çokları dünyanın başka ülkelerine de işlerini taşıyarak orada dünya ticaretine de yön vermeye başladılar. Gittikleri ülkelerde markalaşmaya başladılar. ''Anadolu Kaplanları'' daha çok ulusun uygarlık ve ekin köklerine bağlı, ulusal değerlere bağlı ve ulusal ekinsel değerlerini koruyucu düşünce yapısına sahip kesimlerden gelmektedir. Halk zenginleştikte tabandan gelen bir baskıyla siyasal yapıyıda dönüştürüp değiştirmeye başladılar. ''Al'' kıyıların anlayamadığı, ''Ak'' Anadolu halkının zenginleşmekte olduğuydu. Oysaki halk daha varlıklı bir duruma geldikçe yönetim biçimi de daha çok demokratikleşir. Kırallıklar güç kaybeder. Artık toplumu kırallar değil kurallar yönetir.

Türkiye çağdaş ülkeler düzeyine ulaşmak istiyorsa, gönenç düzeyini yükseltip özgürlüklerini genişletecekse, devletin resmi siyasal düşüncesini bırakıp, yerine “demokrasi”yi koyması gerekecektir çünkü demokratik devletlerin yurttaşlarına zorla, baskıyla siyasal düşünce benimsetme gibi bir görevi olamaz. Çağdaş demokrasilerde devlet belli bir etnik yapıya, belli bir dini düşünceye dayalı olmaz. Devlet bütün siyasal düşüncelere, etnisitelere ve dinlere eşit uzalıkta/yakınlıkta olmalıdır. Devletin kendisi bir dünya görüşüne veya bir siyasal düşünceye sahip olamaz, yapılanmasını bir din, mezhep veya etnisiteye dayandıramaz; tam tersine demokratik toplumlarda siyasal partiler ve STK'ların dünya görüşleri olur. Devletin vatandaşlarına dayattığı resmi bir dünya görüşü olamaz. Böyle bir dayatma olursa, o toplum yönetimi tekilci zorba/faşist bir devlet yapısına doğru sürüklenir. Devlet yönetiminin tekilci zorbalığa/faşizme dönüşmemesi için halkın kendisi çoğulcu siyasal düşüncelerini, dünya görüşlerini oluşturur ve siyasal partilerini kurarlar. Halk, devletin “ekonomik ve siyasal patronu” olur. Kendisini yönetsinler diye seçtiği kişileri zamanı gelince beğenmediğinde değiştirmesini de bilir. Yöneticilerini şımartmaz. Buyurgan bir yönetici değil, halka danışan ve halktan görüş alan bir erk oluştururlar. Yöneticiler başarılarını kendilerini destekleyen halka borçlu olduklarını bilirler.

Şimdi bu, Türkiye’de gerçekleşmekte ve seçkin ''al'' kıyıların gittikçe küçülmekte ve sıradan ''ak'' Anadolu gittikçe büyümektedir, sınıf atlamaktadır. Devletin Yönetim Düzeninin güçlenmesinin temel nedeni de bu toplumsal-ekonomik gelişmedir. Yoksul Anadolu yükseldikçe, eğitim ve ekonomik durumu iyileştikçe, Anadolu insanı da daha çok devlet yönetiminde etkin duruma geçecektir. Anadolunun köylü insanı okuyup, kazanıp devletin bürokrasi basamaklarında yükseldikçe, bazı seçkinlerin altından kırmızı halılar kaymaktadır. Önceki seçilmiş ve seçkinler katmanının mutlu azınlığı konum kaybına uğramışlardır. Nasıl yağmur yağınca ağaçsız ve temelsiz bölgelerde yer kayması olur işte böylece Türk toplumunda da yeni olanaklara kavuşan yoksul kesimler yükseldikçe, toplum yapısında da yer ve konum kayması olmaktadır.

Halkoylamasında ‘‘hayırcı’’ seçkin ''al'' kıyılar, bu ülkenin sahibinin “bütün sıradan halk” olduğunu görüp içine sindirmeli ve sıradan ''ak'' Anadolu da “ekinsel korumacılıkla demokratikleşme” sınırlarını iyi belirlese demokratikleşme sürecini daha fazla kutuplaşmadan, düşmanlıklar büyümeden sorunların üstesinden gelebiliriz. Bunu “özgür demokrasi” diye adlandırabiliriz. Yeter ki kamusal alan bireyin hak ve özgürlüklerini aşırı kısıtlayıcı bir biçimde özel alanı daraltmasın. 12 Eylül askeri anayasa düzeninin yerine AB ölçütlerinde bir “özgür demokrasi”nin kurulmasıyla demokrasimiz gerçek evrensel değerlerine kavuşacaktır. Şimdi ‘‘hayırcılar’’ ve ‘‘evetçiler’’ kavga-dövüşü bırakalım, AB süreci ve ilkelerinin yaratacağı ortak bir yerde, ortak bir noktada buluşalım ve evrensel değerleri paylaşalım.

Teknoloji ve uluslararası ticaret, ekinsel, siyasal, diplomatik ilişkiler dünyayı küçük bir köy ortamının yakınlığına dönüştürmüştür. Gerekli ekonomik, toplumsal ve politik önlemler alınabilirse, farklı ülkeler, topluluklar, kültürler olarak bir yandan, bu çok katmanlı, çok boyutlu yapımızla her birim kendi yapısını demokratik ölçüler içinde koruyabilir ve de dünyayı dayanışma ve iş birliği içinde sorunlarına yönelmiş mutlu bir “köy” biçimine dönüştürebiliriz. Bir birey olarak evimde bilgisayarımın önüne oturuyorum. İnternet bağlantım da var. Dünyanın öbür ucunda hiç tanımadığım biriyle konuşabiliyor ve görüş alış verişinde bulunabiliyorum. Başka dünya görüşünden insanlarla karşılaştıkça kendi görüşüm de yeni boyutlar kazanıyor. İnternetsiz bilgisayar pencereleri olmayan bir odaya benzer. Kapalı bir ortamda dış dünyadan haberler alamazsınız. Ama internet bağlantılı bilgisayar öyle mi? Bütün dünyadan anında haber alabiliyor ve kendi ülkenizde olanları anında uzak ülkelerdeki insanlara ulaştırabiliyorsunuz. Kendi görüş ve düşüncelerinizi bir virüs gibi diğer bireylere anında bulaştırıyorsunuz. Toplumsal olaylar bulaşıcı bir hastalık gibidir. Anında başka ülkeleri de etkiler. Bir ülkede oluşan etnik bir oluşum, hemen komşu ülkedeki akraba etnik grubu da eyleme geçirir. İnternetle kapalı toplumlar ortadan kalkmış, toplumlar daha saydam duruma gelmiş ve toplumları yönetme daha zor bir biçime dönüşmüştür. Bilgisiz ve yoksul bir toplum korkak ve hemen buyruklara baş eğer; onları yönetmek de oldukça kolaydır ama eğitim ve konomik düzeyi yüksek sorgulayan, hesap soran bir toplumu yönetmek öyle midir? Değişim ve dönüşümün ateşlenmesi, zaman ve yerin çok ötesinde sınırlarını aşarak gittikçe kolaylaşmaktadır.

Yeryüzünde sömürgeci, baskıcı baskın güçlerin seçenekleri gittikçe daha fazla ağırlık kazanıyor. Amerika ve Rusya gibi sömürgeci düşünce yapısına sahip büyük devletler yerküremizde daha fazla söz sahibi olmaktalar ve ulusal devletleri daha çok etkilemekteler. Hükümetler yıkıp hükümetler kurmaktalar. Turuncu devrimler yapılmakta. Ve gün geçmiyor ki karşıdevrimler olmasın. Yeryüzündeki yaşam niteliğini arttırıcı, gelir farklılıklarını azaltıcı, gelişmeyi yayıcı çabalara gereksinim vardır. Bütün bu olumsuzluklarla birlikte yine de küreselleşmenin yeryüzünde demokratikleşmeyi desteklediğini düşünüyorum. Daha fazla internet , bilişim olanaklarının ortaya çıkışıyla artan iletişim olanaklarının, insanların karşılıklı, iki yönlü bir etkileşime girebilmesinin, her bireyin kendi yayın ortamlarını internet üzerinde yapabilmesinin, toplum, topluluk ve gurupların, etkileşimli olarak zaman ve yer sınırlamasına takılmaksızın oluşabilmesinin demokratikleşmeyi olumlu etkilediğini düşünüyorum.

Düşünebiliyor musunuz? Evinizde Skype programını bilgisayarınıza indirerek video konferans görüşmeler yapabiliyorsunuz. İsterseniz gruplar kurup aynı anda onlarca insana konferanslar ve seminerler verebiliyorsunuz. Dünya çok küçüldü. Bütün dünya bilgisayar ekranınızda küçük bir köyden daha küçük bir duruma geldi. Şimdi siz New York veya Londra'da veya Kızılay'ın ortasında bir serbest kürsü kurup insanlara istediğiniz zaman seslenebilir misiniz? O da ne demek? Henüz daha ülkemiz o demokratik olgunluğa erişemedi. Ayaklandırma mı çıkarmak istiyorsunuz ne (!?) Ama internette öyle mi? İstediğiniz kadar insanı listenizde toplayıp, her gün onlarla sohbet edebilir, kendi düşünce ve görüşlerinizi onlara aktarabilirsiniz. Böyle bir toplumda da hiç kuşkunuz olmasın demokrasi hızla yükselir.

Demokratik hukuk devletinde sivil toplum kuruluşları da demokrasinin geliştirilmesi konusunda önemli görevler üstlenir. Hem devleti denetler, hem de gerek, devletin çeşitli birimleri arasında, gerekse devletle vatandaş arasında katalizör işlevi görebilir. Bir sivil toplum kuruluşu; kendi alanında topluma önderlik yapabilir, topluma ve bütün kesimlerine eleştirel bir gözle bakabilir ve gerektiğinde gerçeği tüm çıplaklığı ile topluma söyleyebilir. Bunların yanında, topluma yönelik başka yararları da olabilir. Bir derneği yaşatmak ve etkinlikte bulunmak, oldukça zorlu bir uğraştır. Denetleme düzenekleri kurarak, daha esnek ve demokratik bir yapıya geçmek gerekir. Bu kapsamda, kurumlar STK’larda görev alan üyelerini heveslendirmeli, onlara hoş görü ile bakabilmelidir. Emekliler yaşamdan ellerini eteklerini çekmemeliler, STK’larda görev almayı bir yaşam biçimine dönüştürmelidirler.

Gelişmişlik ve demokrasi arasında çok yakın bir ilişki vardır. Gelişme düzeyi çok düşük bir toplumda, doğal olarak eğitim seviyesi de düşüktür; okullaşma seviyesi düşük, meslek içi, sürekli eğitim gibi kavramlar henüz oturmamış, olanakları sınırlı, düşünce yaşamı sönük olduğu için demokrasi genelde gündemde değildir. Toplumun gelişmesi ile eğitim arasında doğrudan bir ilişkiden söz etme olanağı vardır. Bunun bir yansıması da gelişmiş toplumlarda demokrasinin de gelişmiş olmasıdır. Demokrasi; düşünen, sorgulayan, katılan, denetleyen bireylerin olduğu yerde gelişir ya da demokrasinin varlığı bu tür birey ve STK’ların varlığı ile onaylanır. Bir başka deyişle, gelişmişlik demokrasiyi destekler. Öte yandan, demokrasi gelişmeyi destekler. Bilinçli, katılımcı bireylerden oluşan, demokrasisi gelişmiş toplumlarda eleştiri ve denetim mekanizmaları kurulmuş, diyalog kültürü oluşmuş ya da oluşma sürecindedir. Bu durum ise; kaynakların daha verimli kullanılmasına ve tek tek bireylerin daha akılcı davranmasına katkıda bulunur. Bunun sonucunda, ülke, ekonomik ve toplumsal açılardan da gelişir.

İnternetin yaygınlaşması ile ortaya çıkan bilgi toplumunun belirtileri arasında katılımcılık ve saydamlık, bilgi toplumuna giden süreçte en belirgin özelliklerdendir. Ulusların doğal kaynaklarının ve varlıklarının, birikmiş anapara ve yer altı kaynaklarından çok, bilgiye dayalı olduğu gerçeği ortaya çıkmıştır. Yetişmiş bireylerin yaratıcılık ve girişimcilikleri, Araştırma-Geliştirme ve yenilenme ortamında bolluk ve göneneç yaratan temel ögelerdir. Tüm bunlar ise, ancak gelişmiş demokratik ortamlarda filizlenir. Eğer olanağı varsa, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de internet bağlantısı çok ucuz olmalı ve artık her evin olmazsa olmazlarından olmalıdır. Her vatandaşın zorunlu vatandaşlık numarası aldığı gibi elektronik posta adresleri almaları da zorunlu duruma getirilmelidir. Ulaştırma bakanlığına ülke demokrasisinin gelişimi konusunda büyük görevler düşmektedir.

Böylece, bilişimci gelişmişlik ile demokrasi arasındaki karşılıklı ilişki açığa çıkmaktadır. Birindeki gelişme ötekini ateşler, bu karşılıklı olarak sürüp gider. Bu nedenle; biz henüz gelişmedik, o nedenle demokrasi biraz arkadan gelsin, önce kaynakları düzgün kullanalım, gibi yaklaşımlar, doğrudan kaynakların boşa harcanmasına ve ülkenin daha yavaş kalkınmasına yol açar. Ben demokrasiye yatırımın, ülkenin geleceğine yatırım olduğunu düşünüyorum. Demokrasinin gelişmişliğinin göstergelerinden biri de STK’ların yaygınlığı, etkinliği ve toplumsal örgütler içindeki yeridir. Saydamlık ve katılımcılığın önemli ögeleri arasında kesinlikle STK’lar vardır. STK’lara temel hazırlamak için daha ilköğretimden başlayarak genç öğrencilere STK’larla bağlantılı bir biçimde öğrenci klüpleri ve grupları kurarak demokrasi eğitimi verilmelidir. Öğrenciler daha ilköğretim sıralarında seçmeyi ve seçilmeyi öğrenmeliler. Ben eski ‘‘İlköğretmen Okulu’’ mezunuyum. Bizde seçmek ve seçilmek, idarecilerle işbirliği içerisinde okulu öğrenciler adına yönetmek, öğrencilerin sorunlarını okul yöneticilerine ulaştırmak, öğretmen kurullarına katılmak çok önemli işler arasındaydı. Festivaller gibi seçim kampanyalarımız olurdu. Hatiplerimiz kürsüye çıkar izler için neler yapaileceklerini anlatırlardı. Seçimlerde parti bayrakları gibi bayraklarımız da vardı. Bizler demokratik yaşam tarzını daha okullarda yaşayarak öğrendik. Çoksesli bir demokrasinin gelişimi için eğitim ayağı önemsenmeldir. Bu düzenekler temel olarak; hukukun üstünlüğü, bireyin devlete karşı güçlü olması, birey-devlet ilişkisinde önceliğin bireye verilmesi yönündeki yapılanmalar ve bu yapılanmaları destekleyen, denetleyen, devletten bağımsız, yasalarla korunan STK ağırlıklı yapılardır. Bunlara toplumcu devletin koruyucu mekanizmalarını da eklemek gerekir.

Özel yaşamın ve iletişimin gizliliği, örgütlenme, sendikalaşma gibi temel insan haklarının, kâğıt üstünde değil, her yurttaşın günlük yaşamında hissedebileceği düzeyde yaygınlaşmasını sağlayacak toplumsal örgütlenme gerekli. Burada temel düşünce yapısı, vatandaş odaklı olmalı; yani, kutsal devlet ve devletin yüksek çıkarlarından çok, yurttaşın birey olarak hakları temel alınmalıdır. Özel yaşamın gizliliğini ortadan kaldıran, isanları yatak odalarında en gizli olması gereken yerde dinleyip, bu ses kayıtlarını internetten bütün dünyaya yaymaktadırlar. Daha da öteye giderek parti başkanlarını bile devirebilmektedirler. Kutsal devlet anlayışıyla devletin yüksek çıkarları uğruna yurttaşlarını şucu veya bucu diye fişleyebilmektedirler. Bireye ilişkin tüm kararlar, doğrudan yetkili, uzmanlaşmış hakimler tarafından alınmalı, bu tür mahkemelere itiraz hakkı, doğal bir hak olarak onanmalıdır. Daha bizim Avrupa ölçütlerinde bir demokrasiye kavuşmamız yıllar alacağa benziyor. İşçilerin, emekçilerin, memurların sendikalaşması önünde duran bütün yasal engeller kaldırılmalı, toplu sözleşmeli, gervli lokavtlı çalışma yaşmına geçilmelidir. Değişen anayasamızla bu haklar memurlarımıza da sağlanmış oldu. Umarım yönetim erki grevli-lokavtlı çalışma yaşamını düzenleyen yasaları ivedilikle çıkartır. Çalışan memurlar ve işçiler bir yere kadar ekonomik haklarını koruyabildikleri halde, emekliler tamamen yoksun durumdadırlar. Çıkarılacak yasalarda emeklilerin hakları da çalışanlardan geride kalmaması sağlanmalıdır.

ABD’de bulunan ve ülkeleri özgürlük ölçütlerine göre değerlendiren “the Freedom House” adlı kuruluşun 2006 raporuna bakarak (petrol zengini ülkeler dışında) 84 ülkenin kişi başına yıllık gayrı safi milli hâsılası ile “özgürlük dereceleri” arasında ilişki orta-üst derecede görünüyor. (Pearson korrelasyon katsayısı 0, 57). Ama ilişkiyi daha anlamlı kılan başka bir araştırma daha var. O da, bilinen ve tanınan 50 ülkenin Beşeri Kalkınma Endeksi (Human Development Index) ile yine yıllık kişi başına gayri safi milli hâsıla arasındaki ilişki. Bu ilişki ise istatistikçi uzmanlar tarafından yüksek olarak nitelendiriliyor. (Pearson korrelasyon katsayısı 0, 774)

Başta Afrika ülkeleri olmak üzere dünyanın birçok yoksul ülkesinden diğerlerine sığınma olayları gerçekleşiyor. Doğal olarak bunlar sığınma isteklerinde bulunurken “bizim ülkemizde karnımız doymuyor, siz zenginsiniz biz de burada geçinip gidelim diye geldik” demiyorlar. Yalan söylediklerini bile bile pişmiş kelle gibi sırıtarak ülkelerindeki yok politik baskılardan, yok işkencelerden, yok bilmem neden kaçtıklarını ileri sürüyorlar. Peki, bunlar Andora, Bahama, Barbados, Şili, Kosta Rika, Dominik Cumhuriyeti gibi ülkelere sığınıyorlar mı? Hatta Almanya, İngiltere, İspanya, İtalya dururken Polonya’ya, Slovenya’ya, Macaristan’a Slovakya’ya, Uruguay’a sığınanı hiç duydunuz mu?

Oysa kimsenin aklına gidip sığınalım diye gelmeyen bu ülkelerin hepsi the Freedom House değerlendirmelerine göre 2007 yılında, insanların sığınmak için ölümü dahi göze aldığı birçok gelişmiş ülkeden daha “özgür”. Mesela Yunanistan’dan daha özgür, Japonya’dan daha özgür. Ama “insan hakları ve demokrasi” nin somutlaştığı ve insana yansıdığı, bebek ölüm oranı, ortalama ömür, eğitim ve onun içinde kadın okuryazarlığı, kültür, haberleşme, sosyal güvenlik vb. gibi yaşam kalitesini belirleyen Beşeri Kalkınma Endeksi ölçütlerinde tabiî ki gönenç ön plana çıkıyor ve “politik sığınmanın” gerçek adresi kolayca okunuveriyor.

İnsan hakları ve demokrasi ile ekonomik gönenç arasındaki paralellik, hatta neredeyse özdeşlik ortada iken, aydın denen insanların ülkelerinde ekonomik gönenci ve toplumsal adaleti sağlamak için ter dökmek yerine, birilerinin sözcülüğüne soyunup, fırından lahmacun ısmarlar gibi “insan hakları ve demokrasi” istemelerini ancak “eşeğini dövemeyen semerini döver” özdeyişimizle ifade edebiliyorum. İnsan hakları ve demokrasi gibi adlarla evrensel sempati çağrıştıran alanlarda, emperyalist parasına dayalı sivil itaatsizlik yaratma projelerine en azından alet olan bu kişilerden bir bölümünün, söz konusu “saygıdeğer” (!) uğraşlarını “solculuk” veya “sosyalizm” adına yapmaları ise komedinin son perdesidir.

Amerika veya Avrupa’nın gelişmiş ülkelerine olan göç ve sığınma neden Türkiye’ye olmuyor? Bütün dünyadan insanlar daha iyi çalışma ve yaşam koşullarına kavuşmak için her yıl Yeşil Kart (Green Card) kuyruğuna girmekteler. Neden sığınmacılar Türkiye’ye değil de Amerika ve Avrupa ülkelerine sığınmaktadırlar? Çünkü orada üstün ekonomik koşulların yanısıra insanca yaşama olanakları veren hakça ve demokratik yaşama koşulları da oluşturulmuştur. Orada askeri darbelerin olması, evlere baskınlar yapılıp yüzlerce insanın yalnızca düşüncelerinden ötürü suçlu ilan edilmesi olası değildir. Türkiye’de yaşam koşulları iyileştikçe, hukukun üstünlüğü uygulamada da sağlandıkça, demokratik bir düzen kuruldukça bizden kaçan bazı insanlar başka ülkelere sığınmayacaklar, tam tersine komşu ülkelerdeki akraba etnik gruplar daha iyi bir yaşam ortamına kavuşmak için bizim ülkemize sığınacaklardır. Saddam’ın önünden kaçan etnik azınlıklar bizim merhamet dolu kollarımıza sığınmadılar mı zamanında?

Ekonomik gönenç ile insan hakları ve demokrasi arasında paralellik ilişkisi var da, acaba sebep-sonuç ilişkisi nasıl? Yani bir toplum varlıklı olduğundan dolayı mı demokratik ve özgür, yoksa özgür ve demokratik olduğundan dolayı mı varlıklı? Keşke ikinci seçenek geçerli olsaydı da, bunca ekonomik zorluğa gerek kalmadan, ne bileyim Bangladeş’in, Etiyopya’nın, Sudan’ın anayasasını ve hukuk düzenini değiştirip açlığı, sefaleti yok ediverseydik. Ama ne yazık ki özellikle son yüzyılların dünya tarihi, ekonomik birikimlerin daha adil bölüşümü için verilen ve önemli bir bölümü kana ve cana mal olan boğuşmalarla doludur.



Kaynaklar:

1) Halk zenginleştikçe rejim demokratikleşir
Mehmet ALTAN
Star Gazetesi / 14 Eylül 2010

2) Hangi Demokrasi (5) “Daha Güzel Bir Türkiye İçin: Her Yerde STK !”
Mustafa Akgül
SİVİL TOPLUM DERGİSİ / YIL : 3 SAYI : 9 / OCAK - MART 2005

3) SİYASAL ADALET: BİR MODERN ÜTOPYA
DOÇ.DR MEHMET TEVFİK ÖZCAN
İstanbul Üniv. Hukuk Fakültesi



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın İnceleme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Sözleşmeli Öğretmen
Wikileaks, Mossad ve Cıa İşbirliği
Kızılca Kıyamet: Bilişim Kıyameti
Sökün Köyü'nün Boynu Bükük Tarihi Camisi!
Askerliği Gereksiz Yere Uzatmak Yersizdir
Yoksulluğa Karşı Savaşta Din Görevlilerinin Önderliği
Çok - Kültürlü Toplumlar
Din Görevlisi Kanaat Önderi Olmalıdır
Uygarlıklar Dayanışması mı Yoksa Uygarlıklar Çatışması mı?
Ekinlerlerarası İlişkiler: Erime veya Bütünleşme

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Ozymandias [Şiir]
Pars! Pars! [Şiir]
Ak Güvercinim, Özgür Yiğidim! [Şiir]
İl Olma Yolunda İlerleyen Silifke [Deneme]


Mevlüt Tok kimdir?

Emekli İngilizce okutmanıyım. 1954 Mersin doğumluyum. Bu sayfalarda çeviri denemeleri yapmak istiyorum.


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2025 | © Mevlüt Tok, 2025
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.