Film Müzik– Batı Yakasının Hikayesi
Modern bir Romeo-Juliet öyküsü.
60lı yılların ortalarında ilkokulda okuyan bir çocuktum. ‘Batı Yakasının Hikayesi’ni (West Side Story) ilk kez o zaman izledim.
Modern bir Romeo-Juliet öyküsü.
60lı yılların ortalarında ilkokulda okuyan bir çocuktum. ‘Batı Yakasının Hikayesi’ni (West Side Story) ilk kez o zaman izledim.
Yaşamdan bir kesit. Bakmayı bildikten sonra her konudan bir ders çıkarabiliriz. ABBA'yı seviyorsanız CHESS'in anlattıklarını da seversiniz.
Şimdi susma zamanı dostlar.
Susalım, konuşmayalım.
Kürsüden, ekrandan, gazeteden, radyodan, sanaldan, meydandan, megafondan, mikrofondan oturduğumuz koltuktan, telefondan, postadan, balkondan, kapıdan, bacadan, pencereden, … rastgele konuşmayalım.
Kurşun gibi delici, hançer gibi kesici cümlelerle birbirimizi yaralamayalım.
Dururdu zaman,değişirdi mekân.Geldiğin yeri hatırlardın,yerine gelseydi eğer duan!
Şiiri öne çıkarışımın birinci nedeni, ülkemizde çok üretilmekte oluşudur. Tuvalet kapılarına, duvarlarına kadar sözüm ona şiir götürmüş bir milletiz. Başka ülkelerde böyle bir şey var mı, bilmem. Üzülelim mi, sevinelim mi?...Doğrusu kararsızım.
..Alkole batırılmış Esra cümleleri ile şişe çektiriyorsun sırtına...annen yüreğine viks sürüyor, turuncu bir ıhlamur kaynatıyor, boğazına okunmuş tülbent sarıyorlar.....Kesmiyor!....
Çünkü, çiçek, böcek, göğün mavisi, derenin şırıltısı, yaprakların hışırtısı, erguvanlar, bitip tükenmez yarım aşklar, deniz ve dalgalar, kır çiçekleri, içki şişeleri, şişelerin dibi, dibinin dibi/camın içi, martılar...Hayır, tüm bunlar, ozanın özündeki sınırsızlığı doyuramayacaktır. Sınır, ozanın doğasına aykırıdır.
Zaman geçiyor. Büyüdükçe büyüyor suskunluğu gecelerin. Cümleler tükendikçe tükeniyor adına aşk dediğimiz o yanılsama, susuyoruz kelimeler kayboluyor, susuyoruz, suskunluk kocaman duvarlar örüyor aramıza...
Aynaya baksa, o bile kendine aynısını yapardı. Başka bir yüze artık bakamayan bakmak istemeyen o gözlerin sahibini; bakarak, konuşarak, sorarak mahcup etmek istemezdi… Bu nasıl bir çaresizlik diye içinden geçirdi. O çaresizliği tekrar hissetti… Sonra gururu aklına geldi. Istırabının asıl nedeni olan o gurur...
Zaman geçiyor. Büyüdükçe büyüyor suskunluğu gecelerin. Cümleler tükendikçe tükeniyor adına aşk dediğimiz o yanılsama, susuyoruz kelimeler kayboluyor, susuyoruz, suskunluk kocaman duvarlar örüyor aramıza...
Ne zaman tükenir umutlar? Umutların tükendiği yerde vedalar başlamaz mı? Ve sevgiye açılan her yeni parantezde yeni bir umut taşınmış, en başa yerleştirilmiştir dünden.
Richard Bach, der ki:
“Vedalar canını sıkmasın. Yine buluşabilmek için bir ‘hoşçakal’ gereklidir.”
Yani başa dönmem gereksede. Gene de sana dönmeyeceğim. Beni unut.
Ben, kavun likörü kokacağım.
Ve her fırsatta seni göt edeceğim.
Sevdalaniriz... Ama Hi̇ç Düşündükmü Aslinda Neye Svdealayiz?
İlişki, nemli toprağa atılmış bir tohuma benzer.. can suyunu aldıkça gerekli sıcağa erişir ve -big bang- misali patlamayı gerçekleştirir. patlamadan sonra bir madenci edasıyla toprağı delen minik filizcik tabiki biraz zorlanır. hemen görünürde bişey yok diye endişelenmemek gerekir, çünkü her tohum birbirinden farklıdır ve farklı sürelerde toprak üstüne
Duygusallık nedir? Kimler duygusal statüsünün içine girer? Duygularını; ulu orta, herkesle paylaşan daha mı duygusaldır? Duygusunu ruhunun derinliklerinde bir sır gibi saklayan duygusuz mudur? Yoksa duygusallık; gözden doğup, kirpiklerden süzülüp, bir kolu şakaklardan diğer kolu burun kenarlarından akıp, yürekte çağlayan, his dünyası haritamızdaki bir nehrin ismi midir? Veya
Seni okşayan ellerin yanında sanki bileti kesilen garip bir yolcuyum. Seni severlerken başka gözler ve eller korkular, kaygılar otobüsünün içindeyim. Kimdir bu üçüncü kişiler? Sen ve ben aralığında özgür bir ülke bırakırken, kimdir o ülkelere girip talan edenler? Bir elin parmaklarının diğer elin parmaklarının içine girmesi gibi kimdir