Kahverengi Dikdörtgenim
Bir yuvarlağın çok köşesi olduğunu duymadım.Bunu araştırırsam bana araştırmacı derler.
Bir yuvarlağın çok köşesi olduğunu bildim.Bu bilgi üstünde durursam bana mutsuz derler.
"Kitaplar, hiç kimsenin elinde bu kadar ağır ve bu kadar hafif olamamıştır." – Umberto Eco"
"Kitaplar, hiç kimsenin elinde bu kadar ağır ve bu kadar hafif olamamıştır." – Umberto Eco"
Bir yuvarlağın çok köşesi olduğunu duymadım.Bunu araştırırsam bana araştırmacı derler.
Bir yuvarlağın çok köşesi olduğunu bildim.Bu bilgi üstünde durursam bana mutsuz derler.
Öldürme güdünüz yok mu, adamım? Siz, tuvalette işerken bile sidiğinizi oradaki sineklere nişan alırsınız. Potansiyel katillersiniz hepiniz ve gün gelecek her şeyi yok ettikten sonra salgın virüsler gibi birbirinizi bitireceksiniz.
Şöyle bir bakın, sadece bakın onlara…
Hesapsızlıklarına, çıkarsızlıklarına ve yüreklerinde göstermeye, vermeye hazır oldukları ürkek sevgilerine…
Yaşanmışlık iz bırakır!
Şey olan her ne var ise zamana muhtaç... Ve zamandır aslında bütün "şey"lere bir hal eki takan.
"Sabahtan kalma hallerdeyim yine...Kalem sürçtü sanmayın; akşamdan kalma değil, sabahtan kalma haller mevcut bizim dümeni İlkyaz'ın elinde olan gemimizde..."
Hayat notlarıma, bana göre, dünyanın en büyük şairinden,
Nazım Hikmet'ten alıntıyla başlıyorum.
Hayatı "Anlamağa çalışıyorum, inanmayı yitirmenin pahasına".
Hayatın durduğu inancına kapılır ya herkes bazen, ne mükemmeldir yaşamak o anda… Tam dünyanın durduğu zamanlarda, attığın simitle karnını doyurması bir martının… İşte yaşam bu kadar somut ve yalın aslında...
Hayatın uzun labirentlerinde dolaşmıştı yaşlı ruhu. Hataların damgaladığı yüzlerce hayal kırıklığıyla adımını atmıştı yaşama. Olgunlaştıkça öğrenmiş, öğrendikçe yalnızlığa düşmüştü. Ve şimdi, bir zamanlar hovarda olan yüreğinde bir melankoli, kıpır kıpır
İlk adına bile saygı duymadan kendi yaşının neredeyse üç katı büyüklükteki bir erkeğin yanına hapsetmiştim onu. Bir an beynimde çakan şimşeklerin şavkından ürktüm. Tanrım ben ne yaptım?... Gencecik bir kız. Yaşamının pembe penceresindeyken
Benim hastalığımdır: Kolundaki saate bakan birini görürsem, dayanamam gider saati sorarım. Kişi saatin kaç olduğunu öğrenmek için saate bakmaz. Ya niçin?
Sıcak... Çok sıcak ! Haziran ki; alışkın değilim bu ay da, böylesi sıcağa. Çünkü Haziran, tatlı bir geçiş ayı. Baharın, bir meltem yumuşaklığında yaza geçişi... Öyle olmasına öyle de fakat bu yıl; bir meltem yumuşaklığında geçmedik de bahardan yaza, yazın ortasında bulduk birdenbire kendimizi. Hem öyle ki; sersemletici
çocukca ağladık ama kimse o masum yıllarda ki gibi istediğimizi vermedi bize...
Ben hayat oldum.
Canını sıkmak istemem ama çok yalnızmışsın sen be dostum. Acıdım sana. Canının sıkıntısından kime ne yapacağını sapıtmışsın. Bana da saydığım ve daha sayamadığım birçok şey yapmışsın. Başkalarına da. Ama biliyor musun neyi fark ettim? Herkes muhtaç sana. Herkes bir şekilde hep seni anmak
Kulenin kapısı günde bir kez benim için özel kurulan bir tim tarafından açılırdı, anlıyor musun? Benim yaşadığımı gördüklerinde ilk mırıldandıkları da bu gebermemiş mi hâlâ olurdu. Önüme bir parça küflenmiş ekmek ve insafları tutarsa kokuşmuş bir parça peynir veya domuz yağı falan atarlardı. Sanki köpeğin önüne atarmışsın gibi.
Sarıyer Altınkum'da Askeri bir birliğin hemen yanında aile plajı olarak işletilen yer hafta içi yalnızca kadınlara ait olmuş.
Aradan 3 yıla yakın bir zaman geçti, o satırlar kalemimden döküleli... O günlerde çıkmadığım yoldayım şimdi... Yürüyorum ağır ağır...