Düşünce dilden, dil düşünceden doğar. -Platon |
|
||||||||||
|
Beyler hoş geldiniz köyümüze diye söze girdi. Hoş bulduk dedik ikinci kez. Bizim köyümüz çok fakir bir köy. Arazimiz oldukça dar. Köyümüze yetmiyo. Hele Demokratların döneminde neler çektik bi bilseniz? Değil saban almak, sabanımızın burun demirini değiştirecek demiri bile bulamıyoduk. Şimdi elhamdülillah aradığımız her şey va. Va ama neye yarar. Toprak yok beyim toprak. Partilimiz konuşurken, karşımdaki Dumanlı Dağın neredeyse zirvesindeki Çukur Köy gözlerimde canlandı. At veya kendi sırtlarında taşıdıkları toprakları kayalar arasında, uygun gördükleri yerlere döküyorlar ve o taşıma topraklarla elde ettikleri minik arazilerinde, Çukur Köyün oldukça ünlü ve belki de dünyanın en lezzetli taze fasulyelerini yetiştiriyorlardı. Adamın sözünü keserek sordum, Köyünüzün neden fakir olduğunu biliyor musunuz? Biliyom helbet. Neden fakir? Daha evvel söyledim ya, arazimiz kıt. Sen şu arkandaki antik şehire hiç gittin mi? Lafı mı olu. Hemi de çok gittim. İleride granit kayalar üzerine oyulmuş yalaklar var. O yalakların ne işe yaradığını biliyor musun? Biliyom tabi, hayvanları suluyola. İyi ama o yalakların ne yanında, ne de yakınında su yok. He ya doğru söylüyon. O yalakların yakınında su yok. Ne işe yarıyo onlar ? O yalakların diplerinde, çevrelerinde melengiç ağaçlarının piçleri var mı? Köylüler bir ağızdan, He va ya dediler. İşte o gördüğünüz melengiç piçlerine Rumlar çitlembik aşılamışlardı. Çitlembik ağaçlarının meyvelerini toplayıp o görmüş olduğunuz yalaklarda ezerek, elde ettikleri çitlembik yağını Avrupalılara, ilaç ve kozmetik sanayisinde kullanılmak üzere satıyorlardı ve iyi de para kazanıyorlardı. İşte size köyünüzü dar gelirlilikten kurtaracak bir öneri. O piçleri koruyun. Aşılanacak duruma geldiklerinde, çitlembik ve Antep fıstığı aşılayın. Ohoooo ölme eşeğim ölme. O piçler büyüyecek, aşılanacak, ağaç olacaklar.Senin dediğin de iş mi yani.Köylülerin hiç birinin aklı, söylediklerime yatmadı. Oradan ola bildiğince buruk ayrıldık. *** 1966 yılında Muğla’ya yerleştim. Elektronikçilik mesleğim ile birlikte Ulus ve Demokrat İzmir gazetelerinin temsilciliğini de yapıyorum. İl Tarım Müdürü Sayın Zeki Aktürkoğlu ile sohbet ediyoruz. On binlerce deli zeytin fidanı dağıttığını, birçok köyde melengiç ağaçlarına Antep fıstığı aşılattığını, önümüzdeki yıl aşılı zeytin fidanı dağıtacağını anlattı. Hem de büyük bir heyecanla. Ben, Muğla’nın rakım ( deniz seviyesinden yüksekliği) ve iklim bakımından Kozak ile (Bergama) büyük benzerliği olduğunu, bu nedenle Kozak’ın ünlü razakı üzümünün Muğla’da da yetiştirile bilineceğini söyledim. Deneriz dedi. Yanından ayrıldıktan sonra konuşmamızı Ulus gazetesine haber olarak geçtim. O dönemde ne faks ne de E posta var. Ya mektupla, ya da telefonla haberi geçersin. Haberi özetleyerek telefonla geçtim. Ertesi gün yayınlandı. O günün akşamı, mesai saati sonrası Tarım Müdürü Zeki bey yanıma geldi. Yaktın beni Nevres bey, Marmara çırasından beter ettin beni. Hayır ola müdürüm, ne oldu da yaktım sizi. Derin bir oh çekerek koltuğa oturdu. Yüzünde oldukça mutlu bir ifade vardı. Hele bir kahvelerimiz gelsin, anlatırım. Duyafona uzandığımı fark edince, Zahmet etme, ben gelirken söyledim. Kahvelerimizi içerken, Anlat bakalım müdürüm, sizi nasıl bir ateşle yaktım. Ulus gazetesine yazdığın haber yüzünden telefonlarımız hiç susmadı. Türkiye’nin her yanından aşılı zeytin fidanı istiyorlar. Siz de gönderin. Nasıl gönderirim, benim etim ne butum ne ki? Çok mutluydu yanımdan ayrılırken. Uzunca bir süre görüşmedik. Bir gün yine yanıma geldi.Koltuğa yerleştikten sonra, Milas’ta beş dönümlük bir arazide Kozak üzümü fidanları yetiştirmeye başladım. Önümüzdeki yıllarda, şarap imaline dahi elverişli olmayan üzümlerin asmalarının tümünü değiştirteceğim. Başarılar diledim kendisine. İleriki yıllarda, manav dükkanlarında gördüğüm Muğla’nın yerli malı iyi cins üzümleri, beni hiç şaşırtmadı. *** 1983 yılında Halkçı Parti Menemen İlçe Başkanıyım. Partimizin Foça’da örgütü yok. İl Başkanımız Kamuran Sağlam’ın ricasıyla Foça’nın dört köyünde seçim propagandası yapacağız. İlk Geren köye gittik. Sodep’liler, Boşuna o köye gitmeyin. O köyün tümü tak, takçı. Halkçı Partiye tek oy dahi vermezler demişlerdi. Gerçekten bize ilgi gösteren yok. On, on iki kişilik bir gurubun yanına giderek selam verip oturduk. Köylerimizde konuk ağırlamak gelenektir. Bize çay ikram etmelerine rağmen oldukça soğuktular. Ben hemen söze girdim. Arkadaşlar, ben Halkçı Parti Menemen ilçe başkanıyım. Foça’da örgütlenemediğimiz için biz geldik. Ben sizlerden oy istemekten ziyade, sizlerle dertleşmeye geldim. Sizin köyünüz tarımcı ve hayvancı. Ben de tarımla uğraşıyorum. Benim de sizler gibi su sorunum var. Susuzluktan sebzeler kuruyor. Meyveler dallarında buruşuyor. Kanal ve kanalet bakımı bahane edilerek sular erkenden kesiliyor. Biz iktidar olursak kanalları yaz kış akıtacağız. Biri Abe sen ne sülersin? Gediz’de yok iki parmak sucaz, sen hangi kanalı akıtacaksın dedi. Gediz’de iki parmak su olmaya bilir. Ama barajdan su bırakılırsa sebze ve meyve bahçelerine yetecek kadar su akıtıla bilir. Boş versene be agam, olmaz o senin dediğin. İnce dalan biri ayağa fırladı. Kaptığı sandalyeyi konuşanın kafasına indirdi, indirecek. Abe sen ne konuşursun. Sende para var, çıkartmışsın yüz elli metreden suyu konuşursun. Var mı bende yüz elli metreden su çıkartacak para? Bırak o iki parmak suyu aksın. O iki parmak su yeter bize. Konuşan gitmek üzere kalktığında, onunla birlikte beş, altı kişi daha kalktı. Eyvah diye geçirdim içimden, sap gibi ortada kaldık. Gidenlerin diğer kahve hanelerdekilere gelişimizi haber vermek için gittiklerini nereden bilirdik. İnce dalan adam ha bire söyleniyordu. O sırada diğer kahve hanelerden guruplar halinde insanlar gelmeye başladı. Bir çoğu da sandalyeleri ile birlikte geliyordu. O ince dalan adam, Başkan kusura bakma, o adam para babası. Fakirin halinden anlamaz. Hele şu gelenler bir yerleşsinler, baştan başlat konuşmanı dedi. Bekledik. Ortalık durulunca ilk söylediklerimi yineleyerek konuşmama devam ettim. Kış sulamalarının yararlarını anlattım. Hayvancılıkta, sütle yem fiyatlarının başa baş gittiğini, oysa bir kilo yemden bir litre süt alınamayacağın söyledim. Bir çokları sorunlarını dile getirdiler. Nede olsa tarımcı ve hayvancı bir ailenin çocuğuyum. İyi anlaştım köylülerle. Çok samimi bir hava içerisinde uğurlandık. Tek oy alamazsınız dedikleri köyün yaklaşık üçte ikisinin oylarını almıştık. *** Kozbeyli’deyiz. Demokrat Parti döneminin firesiz C.H.P.li köylüleri nedense bize karşı çok soğuk. Geçmişte C.H.P. yöneticiliğim dönemimden beni tanıyanların gayretleriyle, kahve hane iyice dolmuş. Yöreyi çok iyi tanımanın avantajı çok büyük. Tarımda ve hayvancılıkta nasıl kalkına bileceğimizi anlatıyorum. İyi tanıdığım Deli Yusuf ( aslında onun adı Yusuf değil ama, ben öyle diyeyim.) ayağa kalkıp, Başkan sen çok iyi şeyler söylüyorsun ama, bunların kaynağı nerede diye sordu. Etraftan sesler yükselmeye başladı. Başkan dinleme onu, o delidir. Dedim ya Deli Yusuf’u çok iyi tanıyordum. Elinde defter ve kalem, durmadan hayali kişilere mektup yazan ve kimseye zararı olmayan biri. Yine tanıdığımı belli etmeden sordum? Bu arkadaşımız her türlü özlük hakkı elinden alınmış, raporlu bir deli mi? Yoksa her şeye rağmen oyunu kullanan biri mi? Oy kullanıyor. O halde bırakın ne istiyorsa sorsun. Demin soru soran arkadaşımız, lütfen ayağa kalkar mısınız? Kalktım başkanım. Nerelisin? Foçalıyım. Doğma büyüme mi Foçalısın? Evet başkanım ben bu köyde doğdum ve büyüdüm. O halde ben size bazı şeyler sora bilir miyim? Tabi, sor başkanım. Bir zamanlar dünyanın en iyi salebi nerede yetişiyordu? Bilemem başkanım. Peki siz nasıl bir Foçalısınız ki bir zamanlar dünyanın en iyi salebinin Foça’da yetiştiğinden haberiniz yok. Peki Çeşme’den başka, sakız ağacının Foça’da da yetiştiğini biliyor musunuz. Etraftan sesler, Bilmiyoruz başkanım. Peki sizler bu dağları gezdiniz mi? Çooook gezdik başkanım. O dağlarda deli asmalarla karşılaştınız mı? Her tarafta dolu var başkanım. Tarihin babası Heredot der ki: ‘Ege öyle bir belde ki, onun dağlarından yağ, ovalarından bal akar ve o beldede on sekiz milyon insan refah içerisinde yaşar’ Şimdi soruyorum sizlere, nerede o dağlardan akan yağlar, şu zeytinliklerin hepsi Rumlardan kalma, aralarında bizim dikip yetiştirdiklerimiz var mı? Nerede o ovalardan akan ballar. Bir zamanlar Tüm Foça’nın her yeri bağ ve zeytinlikti. Kesilenlerin, kuruyanların ve yok olanlarının yerine yenilerini diktik mi? Abovvv dediler. Bu başkan köyümüzü de Foça’yı da bizden iyi biliyo len. Konuşmama devam ettim. Biz iktidara gelirsek, tarıma gereken önemi vereceğiz. Dünyanın yarısı açlık sınırında yaşarken, ürettiklerimizi, yöneticilerin basiretsizliği nedeniyle satamamışız. Tarım geriledikçe gerilemiş. Biz bu kötü gidişi tersine çevireceğiz. Alınacak köklü tedbirlerle ürettiklerimizi dış ülkelere satacağız. Ürettiklerimiz iyi para ettikçe üretimi arttıracağız. Yine dağlarımızdan yağ ovalarımızdan bal akar hale gelecektir. Kozbeyli köyünden büyük bir sevgiyle uğurlandık. Bir ütopya mıydı benim o köyde anlattıklarım? Gerçekleştirilmesi olanaksız hayaller değildi o anlattıklarım. Tarıma gereken önem verilirse neden olmasın? Rumlar dağlarda zeytinlikleri ve bağları nasıl yetiştirmişlerdi. Testi boldu o dönemde. Sakat çıkan testiler zeytin fidanının yanına gömülüp doldurulurdu. Testiden terleyen veya çatlağından sızan su, fidanı yaz boyunca yaz aylarının kuraklığından korurdu. İlk üç senedir fidanın sıkıntısı. İlk üç seneyi atlattı mı, gereksinimini duyduğu suyu kendisi bulur. Peynir ve yağ tenekeleri çöplüklerde heder olup gidiyor. O tenekelerin dip, yan tarafına açılacak çok ince bir delikten sonra fidanın yanına gömülüp su doldurulsa, yaz boyunca fidana hayat verir. Kayın pederimin mezarına dikmek üzere yaz ortasında selvi fidanı almıştım. Kayın validem, Ne yapmaya aldın bunu. Hiç bu mevsimde dikilen fidan tutar mı dedi. Tutar dedim. Oğlum tutmaz, delimin sen. Yaz ortasında fidan dikildiğini nerede gördün. Ben tuttururum. Hemen komşu bakkala gidip atmak için hazırladığı büyük tenekelerden birini aldım. İnce bir çiviyle dibine yakın bir yerden incecik bir delik açtım. Tenekeyi fidanı arabaya koyduktan sonra arabaya doluşup mezarlığa gittik. Mezarlıktaki bir işçiye tenekenin gömüleceği derinlikte geniş bir çukur açtırıp, önce fidanı yerleştirdik. Tenekedeki deliği fidana denk gelecek şekilde gömdük. Toprağı bol suyla suladıktan sonra tenekeyi ağzına kadar doldurdum. O tutmaz dedikleri fidan, şimdi kocaman bir ağaç oldu. Çoban isterse, tekeden süt sağar derler. Eğer insan isterse o çıplak dağlarda üzümde yetiştirir zeytinde, ormanda. Üretici ovada hem de suyun başında ürettiğini satamıyorsa, dağlarda neye uğraşsın? Türkiye’mizin her bölgesindeki topraklar tarıma elverişlidir. Tarımın gelişmesi için, üretilenlerin değerinde satılması gerekir. Hele şu seracılık yok mu? İşlemeye değmez diye önemsenmeyen küçücük arazi parçaları sahiplerini ihya eder.Bugün Bağarası, Bucak mevkiinden geçerken, gözüme ilişen çiçek seraları umutlandırdı beni. Olacak bu iş dedim kendi kendime. Yeter ki devlet ürettiklerimizi yurt dışına sata bilme becerisini göstere bilsin. Zira ülkemiz öylesine büyük ki, ürettiklerimizi iç piyasada tüketmemiz olası değil. Özcan Nevres .
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Özcan Nevres, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |