İnsan kendini bilmeli. Gerçeği keşfetmeye yaramasa da, yaşamayı öğretiyor. Ve bundan daha güzel birşey yok. -Pascal |
|
||||||||||
|
Haydarpaşa tren garından çıkıyoruz. Bir gemiye binip Karaköy'e çıkacağız. Haydarpaşa Tren garı tarihi bir yapı. Adeta İstanbul'un simgelerinden olmuş. Barok Alman mimari tarzında 1906 yılında yapılmış. Muhteşem bir yapı. Merdivenlerden inip hemen sahile ulaşıyoruz. Şimdi gemideyiz. Karşıya geçeceğiz. Yani Avrupa yakasına. Muhteşem bir manzara sizi karşılıyor. İşte İstanbul'un en güzel görüntüsü bu deniz yolculuğunda kendini gösteriyor. Her tarafın ayrı bir güzelliği var. etrafı seyretmeye doyamıyorsunuz. Az ilerde Üsküdar önlerinde Kız Kulesi sizi selamlıyor. Denizin ortasında küçük bir kule. Rivayete göre dönemin padişahı kızını yılanlardan korumak için bu kuleyi yaptırmış. Falcı, kızının ölümünün bir yılan sokması neticesi gerçekleşeceğini söylemiş. Baba da bunun üzerine burayı yaptırırsam yılan gelemez diye düşünmüş. Kızını buraya yerleştirmiş. Fakat kızına, bir gün bir sepet dolusu üzüm hediye gelmiş. Bu sepetin içine de bir tane zehirli yılan girmiş. Kız elini sepete uzattığında yılan tarafından sokulmuş ve kız ölmüş. Bundan dolayı buraya Kız Kulesi denmiş. Şimdilerde restaurant olarak kullanılıyor. Biraz daha ilerliyorsunuz. Kıyılardaki camiler büyük bir ihtişamla sizlere el sallıyor. Sol tarafta Topkapı Sarayı sizi bekliyor. Tam karşıda görünen kule ise Galata Kulesi. Sağ tarafınıza baktığınızda ise İstanbul Boğaz Köprüsü'nü görüyorsunuz. İşte Avrupa ile Asya'yı birbirine bağlayan dünyanın en önemli kemeri, köprüsü size selama durmuş. Bu güzellik karşısında etkilenmemek mümkün değil. Karaköy'e yaklaşıyorsunuz. Hemen solunda meşhur tarihi Galata Köprüsü var. Burası her zamanki gibi dopdolu. Cıvıl cıvıl. İnsan kaynıyor. Köprünün eteklerine dubalarla balıkçı restaurauntları kurulmuş. Kalabalık. Altından gemiler geçiyor. Bu köprünün en büyük özelliği açılır kapanabilir olması. Geceleri büyük gemilerin geçebilmeleri için açılıyormuş. Köprü geçen yıllarda yanmış. Yeniden onarılarak modern bir şekilde hizmete açılmış. Karaköy'de iniyoruz. Etrafı kısa bir turladıktan sonra, Galata Köprüsü'nü yürüyerek Eminönü'ne geçiyoruz. Köprü üzerinde balık avlamaya çalışan yüzlerce kişi var. Oltalarını köprüden aşağı bırakıyorlar. Bu arada önümüzden kendi kendine konuşan, söverek giden biri geçiyor. Belliki iyi saatlilerden. Kimileri adama bakıp gülerken, kimileri de ilgilenmiyor bile. Biz de ilgilenmeyenlerden oluyoruz. Kısa bir yürüyüşten sonra Eminönü'ne geçiyoruz. Burası da adeta İstanbul'un merkezi. İETT otobüsleri buradan İstanbul'un her tarafına gidiyor. Biz, Haliç tarafında bulunan Miniatürk Parkı'na gideceğiz. Ama Eminönü'ndesiniz. Burada ekmek arası balık yemeden olmaz. Köprünün hemen bittiği yerdeki sahile varıyoruz. Burada balıkçılar var. Önceden tekne içinde satarlardı. Şimdi ise büfe açmışlar. Ekmek arası balık 3 YTL. Balık almanız için kuyrukta bir kaç dakika beklemeniz gerekiyor. Balıkları alıyoruz. Afiyetle yemeye başlıyoruz. Gerçekten çok nefis. Buraya gelirseniz mutlaka ekmek arası balık yemeden gitmeyiniz. Yürüyerek sağ taraftaki alt geçite geliyoruz. Burada küçük bir olaya şahit oluyoruz. Alt geçitte WC'ler var. Modern, iyi giyimli bir bayan, elinden tuttuğu çocuklarıyla kapıda görevli kadınla tartışıyor. İyi giyimli kadının elinden tuttuğu küçük çocuk belliki çok sıkışmış. Elleriyle önünü tutuyor. İçeri girecekler; ama görevli kadın bırakmıyor. "Ücret peşin" diyor. Tuvalet değeri 750 yenikuruş. Fakat iyi giyimli kadının cebinden sadece 500 yenikuruş çıkıyor. Görevli olmaz, giremezsiniz, diyor. Kadın "Çantamı arabada unutmuşum. Çocuk çok sıkıştı. Eşim hemen geliyor. Şu büfeden bir şey alıyor. Gelince veririz." diyor. Görevli kadın kesinlikle bırakmıyor. İyi giyimli kadın orada bulunanlara "ya Allah rızası için 250 kuruş verin çocuk çatlayacak, eşim gelirse veririm" diyor. Başka bir bayan uzatıyor. Görevli kadın bu sefer diğer çocuğu girdirme. O burada kalsın, diyor. İyi giyimli kadın bu kadarı da fazla deyip iki çocuğunun ellerinden çekerek tuvalate dalıyor. Bizler de belediye otobüslerine doğru yürüyoruz. İETT bilet satış gişesinden abonman bileti alıyoruz. Her ihtimale karşı dönüş biletlerini de alıyorum. Görevliye Miniatürk'e hangi araçların gittiğini soruyorum. 47, 47 E, 47 Ç otobüslerinden birine binin, diyor. 47 nolu otobüse biniyoruz. Haliç'e doğru hareket ediyoruz. Hasköy'ü geçtikten kısa bir süre sonra, otobüstekiler bize durağı söylüyorlar. Durakta iniyoruz. Mutlaka sormak gerekiyor. Çünkü, buraları bilmediğiniz için durağı geçebilirsiniz. İşte Miniatürk. Ön kısımda bulunan merdivenlerden çıkıyorsunuz. Giriş ücretli. Tam bilet 5 YTL. İndirimli 3 YTL. Biz indirimden faydalanıyoruz. Burası Haliç'in kenarında yeşil bir alana kurulmuş bir park. Türkiye'de bulunan en önemli eserlerin minyatür yapıları burada sergileniyor. Bana göre mutlaka görülmesi gereken bir yer. Merdivenlerden hemen inişte yılan gibi kıvrılan yuvarlak ince yollar kenarına konulmuş maketler var. önce sizi Ulu Önderimiz Atatürk'ün Anıtkabir'i karşılıyor. Hemen yanında TBMM bulunuyor. Bu arada elinizdeki biletleri kesinlikle atmayın. Çünkü her maketin önünde bir ses cihazı var. Biletinizi bu ses cihazına yerleştirdiğinizde size o yapının hakkında bilgiler veriyor. Böylece neyin, ne zaman ve nasıl yapıldığını iyice öğrenmiş oluyorsunuz. Neler yok ki burada ki maketlerde? Anıtkabir, Topkapı Sarayı, Mevlana, Erzurum Çifteminare, Pamukkale, Efes harebeleri, Boğaziçi Köprüsü, Yerebatan sarayı... Türkiye'nin her yerindeki en önemli yapıların hepsi de burada boy gösteriyor. Saatlerce gezmekle bitiremiyorsunuz. Her taraf alabildiğince rengarenk çiçeklerle bezenmiş. Bizim dikkatimizi çekenlerden biri de kıpkırmızı çiçeklerle Türk bayrağının yapılmış olmasıydı. Tam ortasına da beyaz çiçeklerle ay ve yıldız yerleştirilmişti. Doğrusu görülmeye değerdi. Dayanamadık defalarca fotoğrafını çektik. Parkta her şey düşünülmüş. WC, Kafeterya, restaurant, dinlenme yeri hatta çocuklar için park dahi yapılmış. Sonlara doğru müze göze çarpıyor. Eğer Miniatürk'e gelmişseniz bu müzeye mutlaka girin. Çünkü sizden sadece girişte ücret alınıyor. Burası için ayrı bir ücret ödemiyorsunuz. Müze de bizi bir başka etkiliyor. Burası Zafer Müzesi olarak adlandırılmış. Sol taraftan itibaren yürüyerek ilerliyorsunuz. Küçük küçük maketlerle Kurtuluş Savaşı anlatılmış. Ses efektleri ile de bir canlılık sağlanmış. Kendinizi adeta o savaş ortamının içinde hissediyorsunuz. Savaşın bütün yanları burada figürlerle anlatılmış. Cepheye öküzlerle cephane taşıyan köylü kadınlar, yaralılara bakan gönüllü hemşireler, askere ayran veya su veren yaşlı analar, cephede yaralanan veya şehit düşen askerler, askere yardım eden köylüler, camilerde halka vaaz veren imamlar, çocuklarını askere yollayan analar, babalar... daha neler neler düşünülmemiş ki? Baktıkça duygulanıyorsunuz. Bu memleketin, bu memleket üzerinde yaşayan bu milletin tarih içinde neler yaşadığına bir de siz şahit oluyorsunuz. Ve bu milletin nereden nereye geldiğini aklınızda muhakeme ediyorsunuz. Müze çıkışına doğru da Ulu Önder Atatürk'ün resimleri konulmuş. O'nun bilinmeyen yönlerini de bu resimlerden öğreniyorsunuz. Kısaca mutlaka görülmesi gereken bir yer diyorum ben. Hele de çocuklarınızla gitmişseniz, onları bu zevkten kesinlikle mahrum etmeyin. Hem bir güzel eğlenecekler, hem de kültürlerini ve tarihi bilgilerini zenginleştirecekler. Bu güzellikleri görünce kafamda şu oluşuyor. Kıbrıs Türkü'nün mücadelesi de böyle bir müzede, böyle gerçekçi maketlerle sergilenemez mi? Kıbrıs Türkü'nün çektiği eza, cefa böyle minyatür maketlerle anlatılamaz mı? Gerek 74 öncesi ve gerekse 74 mutlu barış Harekatı böyle bir şekilde dile getirilemez mi? Kıbrıs Türkü de tarihte az acı çekmedi doğrusu. Nereden nereye, nasıl geldiği pekala da böyle bir yöntemle anlatılabilinir.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hakan Yozcu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |