Dünyada birbirinin eşi ne iki görüş vardır, ne iki saç kılı, ne de iki tohum. -Montaigne |
|
||||||||||
|
Mevsimin rengini solduran yağmurlar başlamıştı. Hareketli bir günün içindeydim yine. Benim eksiklerimi büyük çabalarla, büyük emeklerle, özverilerle gideren Nihat, isim yapmış bir firmaya müracaatı kabul edildiği gün işi bıraktı. Sayısız serüvenlerin yaşandığı parkın bittiği yerde başlayan asfaltın kenarındaydım ve karşıya geçmek için Yeşilyurt yönünden gelerek yokuşu tırmanan taşıtların durmasını, yeşil ışığın yanmasını bekliyordum. Sağ kolum gitmişti. Kapımı ilk tıkladığı gün de böyle yağmur yağıyordu. Cadde boşalınca çarçabuk karşıya geçtim. Nihat’ın yerine gelen eleman sağ kolum olur muydu? Yok yok.. olsa olsa sol kolum olurdu. Oysa o, yağmursuz bir günde, motosikletin üstünde işe gelmişti. Sokak kedileri gözüme takıldı. Onca kalabalığın için de bir deri bir kemikler ... Yağmur hızını artırınca, cadde üzerinde karşıma çıkan ilk dükkana girmeyi düşündüm. Yağmur, ofise dönmeme sebebim olabilirdi. Vitrini değişik bulduğum dükkana girdim. Çıktığımda yağmur hızını azaltmıştı ama saçlarım “kırmızı”! olmuştu. Yol boyunca her vitrinin önünde kendime baktım. Yanımdan geçenlerin bana daha dikkatli bakmaları beni daha çok eğlendir hale geldi. “Gülmemeliyim” derken bedenimi sıkıyordum. Belki onlar da sıkıyordu. Bilemedim... Yağmurlu aynı ikinci haftasıydı. Tarık’la uzun süre görüşmemiştik . Sokak kahvelerinden birinde oturduk. Hava kararmış, iş çıkışı kalabalığı azalmıştı. Birer bira söyledik. O, yanına kocaman patates söyledi. Ben balık ısmarladım. Bize servis yapan garson kısa boylu, genç bir delikanlıydı. Kopkoyu bir aksanla konuşuyordu. Doğulu olduğuna karar verdik. Yan masada, bir kadınla, bir erkek şarap içiyorlardı. Diğer masada turist gençler oturuyordu. Hava soğumaya başlamıştı. Yemekler gelmeden bir bardak birayı içince dünya iyice hoş görünmeye başladı gözüme. Doğrusu ya hoştu da. Koşturan kalabalığın kıyısına çekilip akşam serinliğini bedeninde hissederek bira yudumlamak keyfi...Bir yandan fayton tıkırtıları, bir yandan denizin yakamozları, doğulu garsonumuz ve şarap kokusu.... “Sana anlatacağım o kadar şey var ki” demişti. Masaya iyice yerleşmemizi bekliyordu. Havaya girmeyi.... Su damlasının; büyüyen halkalarından söz edeceğimiz bir akşam bu. Ofisteki sekreterinin kocasından neden ayrıldığından değil...Belma’nın çocuklu bir adamla birlikte yaşadığından.. Kankasının barlarda sabahladığından, her sabah işe içki, sigara, caz kokusu sinmiş olarak geldiğinden...,yağlı boyalarının bilmem kaç dolara aldığından hiç değil... Anlatmaya başlıyor. Dedim ya, biraz sarhoşum, çok ama çok keyifliyim. Kendimi o cam gibi su gibi duyumsadığım anlardan..Onu izliyorum, o çikolata tadında ki gülümsemeye bakıyorum. Son aylarda ki gelişmeleri, saniye saniye, sözcük sözcük, duygu duygu yeniden yaşayarak, yaşatmaya çalışarak anlatıyor. Peşinde değilim ayrıntıların. Onu dinlemiyorum ya da hemen unutacak gibiyim. Başka bir şey var. O süt kokulu çikolata tadındaki mutluluk... “Senden hiç vazgeçmeyeceğimi biliyorum”diyor. Neden? Çünkü...Seni küçük bir kız gibi, hani Harikalar Diyarındaki Alis var ya, onun gibisin. Hissediyorum... “Anımsa masalı”. “Hani peşinden gitmişti beyaz tavşanın”? Doğruluyorum yerimden. Düşünmeyi konuşmayı, algılamayı bırakıyorum. Her şey susuyor benle birlikte. Beyaz tavşanlar geçiyor..Ve sonra beyaz tavşan..bir sürü..Fayton geçiyor. Garson bardaklarımızı dolduruyor. Kendi tavşanımı düşünüyorum. İçimdeki suskunlukta bir yerde. Tarık’ın anlatacakları bitmedi.Yanakları kırmızı. Ama sarhoş değil. Çünkü onun birasını da ben içtim. Her yerde tavşan var. Beyaz, boz tavşan, kır tavşan...Her yerde..Benim.... “Ne dersin” diyor. “Neye ne derim”. Susarak gülümsüyor. “Teklifime”? “Beni kalıplarımdan kurtaran sendin”. “Biliyor musun”? “Lavaboya gitmem gerek”. Masadan kalktığımda çantamı sıkı sıkı tutum. Kalabalığı görünce sevindim. En kuytu köşede el teybimi çıkarıp, “Artık Tarık’ın hiçbir teklifini önemseme.” “Sekreterin olacak Tarık’ta yarın dan itibaren göbek adını kullansın”. O gece uyuyamadım.Tuhaf bir kaygıdan... Nasıl yaşamalı? Şu veya bu hayat tarzına zaten öyle alışmışızdır ki, “Nasıl yaşamalı?” diye sormayız bile. Soran olursa da alıştığımız cevabı veririz. Ben aklımı çok beğeniyor değilim. Başka türlü yaşamayı seçtim işte. Yazgımın tam ortasına attığı durumuma karşı çıkarak hem de...Özgür istenç adına hayatımı çalkalamış, kalıplarımdan arınmıştım ama şimdi neden hayat buna izin vermiyordu?. Belki de özgür istenç diye bir şey yok! Ve her şey bir yanılsama? Geleneksel kalıplar içinde yaşadığında kimler mutlu oluyor? Kimler mutsuz? Hıı? Ya Tarık’a ne demeli?. Benimle hayatını kalıplar ötesinde mi paylaşacak? Evlilik kalıp değil mi? Ya açık evlilik? Eee o zaman kalıpçı kim...? Yastığımla o kadar samimi olmuştum ki onunda benle bu kadar samimi olmasına kızıp kalktım yatağımdan. “Maksimus” bedenini ayaklarıma sürttü.. Kucağıma aldım. O boynuma tırmandı. Kulağımı ısırdı kibarca...Birlikte salona geçtik. Ben sigaramdan çıkan dumana gülümsedim. O hapşırdı...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Duru Karal, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |