Kurguyla gerçek arasındaki ayrım, kurgunun mantıklı olmak zorunda olması. -Tom Clancy |
|
||||||||||
|
Sariel Kırıkkanat, M.S. 391 İkişer, üçer dakikalık aralıklarla çalması için ayarladığımdan, sürekli pataklanan ve sonunda yere fırlatılan emektar bir masa saatim var. Maşallahı var ama; madalya takacağım ona bir gün. Göz kapaklarım da aralanmaya başlıyor. Yataktan yine Karadeniz'de gemileri batmış kaptan edasıyla kalkıyorum. Bacaklarım penguenlere has yürüyüşle beni zar zor taşıyor, ben neden böyleyim ya? Her Allah'ın günü aynı döngüyü yaşıyorum. Görenler de bu kız derin düşüncelere gark olmuş diyecekler. Mustafa Kemal Paşa cephede sarp kayalıklara tırmanırken, ben banyonun yolunu anca buluyorum. Bir düşünmeye başladım mı, hızımı alamıyorum. Memleket meselelerinden, ilişkilere, oradan işler güçlere, kafam zonklasa bile durdurağım yok. Ne yapmalıyım acep? En iyisi Teoman'ın şarkıları eşliğinde duş almak. Gönülçelen albümünü hatim etmemle, ipin ucunu kaçırdığımı fark ediyorum. Of! Saat kaç olmuş? Afallama sırası değil, kendine gel Şehnaz! Apar topar giyiniyip evden dışarıya fırlıyorum. Uykusuzluktan şişmiş gözlerimle işyerindeki masama sonunda kuruldum. Aklım, çocukluk arkadaşım İdil’in, bu akşam sekiz buçukta başlayacak olan nişanında. Bir yandan çayımı içip tostumu yerken, Youtube'da Yasak Elma'nın son bölümünü izliyor ve nişandaki tüm sorumluluklarımı, sırasıyla aklımdan geçiriyorum. Saat yedide Eren beni buradan alacak ve nişana birlikte gideceğiz. Eren, İdil’in yaratıcı yazarlık kursundan arkadaşıymış ve onunla iki ay önce bir arkadaş buluşmasında tanıştık. İlk muhabbetimizden itibaren kafa dengi olduğumuzu anladım ve aramızda inanılmaz bir çekim oluştu. İdil'in nişan işleri de bizi birbirimize oldukça yakınlaştırdı. Kafama taktığım tek şey Eren'in sosyal medyada bir hesabının olmamasıydı ve onu gönül rahatlığıyla şöyle bi inceleyememiştim. Hadi onu bunu bırak çocuğun cep telefonu bilem yok. Kendisine sabit hatlı ev telefonundan ulaşmak gerekiyor. Bu teknoloji çağında olacak iş değil; ama içten içe de seviniyorum. İnsanın içini ısıtan gülüşüyle ve doğal davranışlarıyla, içten pazarlıklı ve kaypak piyasa gençlerinin tam karşısında, saflığıyla adeta göz kamaştırıyor. Zoom toplantısında iş sunumunu dinlerken, karşımda Eren’in hayran olunası bebek yüzü beliriyor, akabinde istemsizce karşımdakilere şapşal şapşal gülümsüyorum. Ofis telefonuma da her cevap verişimde, ya oysa diye kibarlıktan kırılıyorum. Ofistekiler ise şekilden şekle giren halimi anlamış olacaklar ki, bana bakıp kıkırdıyorlar. Mesai bitimiyle birlikte, son maili de hazırlayıp göndere basıyorum. Tahmin ettiğim gibi, ofisin en ücra köşesindeki patronların kanepesine, elinde tableti ve kulaklıklarıyla uzanmış, yılların Güney Kore dizileri müdavimi, temizlikçi Fadime ablanın haricinde kimsecikler kalmadı. Tırnaklarını kemirirken izlediği şeye kendisini o kadar kaptırmıştı ki, beni görecek mecali yok, yine de ona rahatsızlık vermeden yavaş adımlarla banyo aynasının karşısına geçiyorum ve üzerimdeki iş kıyafetlerimi çıkarmaya başlıyorum; sıkıcı ve renksiz kumaşlar modumu gün boyunca düşürdü. Bugüne özel giymek üzere sosyetik bir butikten aldığım, pembe dantelli mini takımı üzerime geçiriyorum. Saat yediyi beş geçerken, kapının zili çalıyor ve merdivenlerden alelacele inerken, kapıyı iki büklüm açıyorum. Gayri ihtiyari bir refleksle bacağımı ileri doğrultarak duruşumu dikleştirmeye çalışıyorum; lakin beden koordinasyonum bu andan itibaren infilak ediyor. Göz kapaklarım sonuna kadar açılıyor, gözbebeklerim Çizmeli Kedi'ninkiler kadar büyüyor, ağzım bağımsızlığını ilan edip kulaklarımla sınır dostu oluyor, boynumdan yüzüme doğru ateşler basıyor, göğsümün üzerinde örs varmış da haberim yokmuş meğer ve en bombası çizgi filmlerdeki karakterlerin tren düdüğüne amansızca asılışları gibi Eren'in elini sıkıyorum. Birkaç saniye anlamsızca gözlerimizin içine bakıyoruz, lakin sessiz film çekmek gibi bir niyetimizin olmadığını biliyorum, kendimi toparlayıp Eren’den beni biraz beklemesini, makyajımı yenileyeceğimi ve ardından hemen çıkabileceğimizi söylüyorum. Eren, yüzündeki masum ifadeyle elindeki mis kokulu poşeti uzatıyor. "Şayet ofisiniz müsaitse, önce yanımda getirdiğim hafif acılı lahmacunları yiyelim, sonra hazırlanırsınız," diyor. Aman Ya Rabbim o ne seksapelimedir öyle. Peri masallarındaki balerinler gibi, elindeki poşeti nazikçe alıp parmak uçlarımda sekerek, onu üst kattaki masama yönlendiriyorum. Soğan kokuları etrafımızı sararken, güneşin batışını seyre dalıyoruz ve dudaklarımız birbirine kenetlenmek üzereyken, bir şey beni alıkoyuyor. Sanki Kardeşler Kebap Salonu'nunda aşka gelmişiz ve kulaklarım sağır olmuş. Gözlerim normal olarak açık; ama onunkiler kapalı olduğundan, şaşı şaşı bakıyorum. Dudakları selfi pozu veren ergenler gibi öne eğik, Picasso'nun tablolarındaki çiftlere dönmüşüz. Anın heyecanı içinde burnundan şu cümle çıkıyor “Sei seiyoum”. İşte bu romantik komedilere taş çıkaracak seviyede bir performans! Ardından ding, dong sesleri tekrar tekrar yankılanıyor, benim için aşkımızın ritmik melodisi gibiler, kapıyı açmam gerektiğini gösteren işaret değiller. Kapıya birkaç kez de güçlüce vuruluyor, bu da melodiyi renklendiren bateri sesleri oluyor. Zil ve tıklamalar, hayal gücümde bir senfoni orkestrası haline geliyor. Eren, yerinden doğrulup "İstersen kapıya bakalım, belki önemli bir şeydir," diyor. Başpınar lahmacununu da fırsattan istifade sarmaya başlamış. "Şu saatte daha kimse gelmez, ya satıcıdır, ya da dilencidir," diyorum. Siyah, beyaz çıktılardan oluşan ofis hayatıma, aşk ile baharı getirmişim ve bundan sonraki her anımı, gök kuşağının altındaki altın küpüne sarılmakla geçireceğim. Bu gece çok özel olacak. Eren’in arabasında utangaç ve muzip şekilde birbirimize bakacağız. Nişan partisine belki de el ele gireceğiz. Arkadaşlarımızdan gelen tebrikleri kabul edeceğiz. İdiller’in nişan yüzükleri takılınca muzipçe "darısı başınıza," diyecekler. Buna mahcupça güleceğiz, eve dönünce Eren’i hayal ederek, sevgilim olması huzuruyla, tatlı bir uykuya dalacağım. Sonrasında bahçe kapısı sertçe garrç diye açılıyor ve bir kadının çığlığı, ardından kulakları delen bir silah sesi duyuluyor. Eren'in beti benzi kül kesiliyor ve yerinde kalakalıyor. Ben ise pencereye koşuyorum. Bulunduğum yerden, çevredeki camların her birinde, birer ikişer insanlar beliriyor. Herkes önce tek bir noktaya bakıveriyor. Köşkün bahçe kapısı aralanmış, yolun tam ortasında, bir kız, sırtüstü yerde yatıyor. Beş altı adım ilerisinde, sırtında boydan boya ateşlerle bezenmiş fontlarla "ASİ MELEK!" yazan siyah deri ceketli bir adam duruyor. Elindeki kırmızı elmasından bir ısırık alıyor ve diğer elinde tuttuğu uzun namlulu tabancasıyla bizlere havalı bir poz veriyor. Bir delilik edip camı iki elimle yumrukluyorum. Eren de yanımda sessizce dikiliyor. Önce sokaktaki siyah ceketli adamın ve akabinde diğer insanların yüzleri bize dönüyor. Eren'in elindeki dürümden parçalar yere düşerken, adam silahını bize doğrultuyor. Eren, anlamadığım bir dilde bir şeyler mırıldanırken, BAM! Eren’le yaşadıklarımız talihsiz bir şekilde sonlandı. Bedeni yere düştüğünde, nabzını hemen kontrol ettim; ama o artık gitmişti. Bir dakika önce evlilik hayalleri kurduğum adam, ruhunu Azrail'e teslim etmişti. Ben ona layık olamamıştım. Öncelikle katilinden kaçan bir kadına, kapıyı açmamış, ardından o manyağın Eren'i vurmasına da vesile olmuştum. Nazik, yardımsever ve kendinden önce diğerlerini düşünen Şehnaz artık yoktu. Yaşarken, ölümü tatmış gibiydim. Koskoca bir boşluğun ortasında yapayalnızdım. Kafamı hafifçe kaldırıp adamın nerde olduğuna baktım. Ortalarda gözükmüyordu, saklanmış mıydı? Eğer burada kalırsam, İdil'in nişanını berbat edecektim. Biricik dostumun nişan gecesini mahvetmemek adına, görevlerimi harfiyen yerine getirecektim, sonra kendimi cezalandırmam lazımdı. Kanlı elbisemi iş kıyafetlerimle değiştirdim, cansız yatan Eren’den vedalaşarak, helallik istedim. Fadime ablanın yanına koşup, tableti elinden aldım ve yerdeki arkadaşım için ambulans çağırmasını tembihledim. Sokağa çıkan insanların ve yerdeki genç kızın yanından hızlıca geçtim. Ayaklarım beni anayola kadar zar zor taşıdı, ilk gelen taksiye hızlıca daldım, taksiciye neler söyledim, nişan yerine nasıl ulaştım, gerçekten bilmiyordum. Vardığımda duruşumu düzeltip cep telefonumu kapatmış ve yüzüme memnuniyet maskemi takmıştım. Görevimi harfiyen yerine getirdim, tepsiyi düşürmeden tuttum, arkadaşım konuklara mahcup olmasın diye, gece bitene kadar orada kaldım. İdil sadece bir kere Eren’i sordu. Önemli bir işi çıktı maalesef, bana da son anda haber verebildi, size sevgilerini ve tebriklerini iletti dedim. Nişan bitti, dışarıya çıktım. Her ne yaptıysam, yüzleşme zamanıydı. Bir taksiye atladım, ofisin sokağına geri döndüm. Ortalık curcunaya dönmüştü, Fadime hanım ve diğer tanıklar haber kanallarına peşi sıra röportajlar veriyorlardı. Onları kıskandım, dünyanın tüm kötülükleri benim omzumda toplanmıştı ve hayatımın geri kalanında iki ağır yükün hamalı olmakla cezalandırılmıştım. Eve dönmek istemiyordum. Zavallı babamın yüzüne bakmaya cesaretim yoktu. O hayatını dürüstlüğe adamıştı, ona kalan ise beş para etmez bir kız evlattı. Cep telefonumu açmamla cevapsız çağrı ve mesaj bombardımanına boğuldum. Hiçbirine el sürmeden, doğruca babama kısa bir mesaj attım, arkadaşımda yatılı kalacağımı söyledim ve ilaçlarını almasını unutmamasını tembihledim. Ardından en yakın karakola yürüdüm. İlk gördüğüm polise, ofisimizin adresini vererek, bu akşam orada gerçekleşen cinayetlerle ilgili görüşmek istediğimi söyledim. Beni sorgu odasına aldılar ve uzunca bir süre bekledim. İçeriye giren takım elbiseli beylere tüm bildiklerimi soluksuz bir şekilde anlattım. En yaşlıları son cümlemi bitirmemle birlikte, babacan bir tavırla konuşmaya başladı. - Tamam, kızım sana inanıyorum. Gördüğün üzere bizler polis filan değiliz. Milli İstihbarat gibi devletimizin köklü bir teşkilatına mensubuz. Senin Eren ismiyle tanıttığın kişi gerçekte Emrah Karadiken olarak biliniyor ve ölen kadın da onun sağ koluydu. Emrah adındaki bu şahıs, Yetmiş İkinci Alay adındaki bir yeraltı organizasyonun üst kademelerinde yöneticiymiş. Genç kızcağızların zaaflarından yararlanarak onları baştan çıkarıyor, sonra da onları kaçırıyormuş ve vücutlarını parçalara ayırıp uluslararası organ mafyalarına satıyormuş. Bu saplantılı adam, nedenini bilmediğimiz bir şekilde sadece bakire kızlar seçmiş ve seni de son kurbanı olarak gözüne kestirmiş. Hayatına girebilmek için de uzun süren hazırlıklar yapmış. Biz, bu ikilinin peşine bayağı bir süredir düşmüştük; ama kendilerini hiçbir zaman ele vermemişlerdi. Onları öldüren adam ise sırra kadem bastı ve izine rastlayamadık. Sokaklar kameralarla dolu, lakin nasıl becerdiyse puf diye, ortalıktan kayboldu. Senden tek ricamız, basın mensuplarına ve çevrendeki insanlara bu anlattıklarımızdan sakın ola bahsetmeyeceksin! Bu organizasyon çok tehlikeli, er ya da geç peşine tekrar düşeceklerdir. Sana ve babana yeni kimlikler hazırlayacağız, artık devletin koruması altında yaşamanız gerekecek. Eğer boşboğazlık edip birilerine ötecek olursan, çok gizli yürütülen bir ulusal güvenlik meselesini açığa vuracağından, hakkında soruşturma açılması gerekecek ve vatana ihanetle yargılanacaksın. Babana durumu çoktan izah ettik. Seni evinizde bekliyor. Yarın memur arkadaşlar, sabah erkenden kapınıza gelecekler ve gerekli olan prosedürlere başlanacak. Şu anda özgürsün. Dışarı çıkıp biraz hava al, evine yolu çok da uzatmadan git. Yarın yeni bir hayata başlayacaksın. Haydi, geçmiş olsun kızım, yüce Allah yüzünüze güldü, devlet baban da arkanda, sakın korkayım deme! Bir olayın dallanıp budaklanıp film senaryosu gibi saçma sapan sonuçlar doğurması, çok garip değil mi? Kötü bir şey istemedim, sadece sevebileceğim bir adama aşık olmayı diledim. Kimsenin şimdiye kadar kalbini kırmadım, çalmadım çırpmadım, şerefimi ve onurumu her daim korudum. İçim nasılsa, dışım da öyleydi. Ölen adamın elemanları yüzünden hayatım bundan sonra pamuk ipliğine bağlı olacaksa, ben bunu hak edecek ne yaptım ey Allah'ım? Metro durağına gelmekle doğru kararı vermişim, yarından sonra bir daha kalabalığın içerisinde olmayabilirim, belki gözlerden uzakta bir kasabaya yerleştiriliriz. Yürüyen merdivenlerden son inişim de olabilir, seni bile özleyebileceğim aklıma gelmezdi, ay sinir oldum ya! Aaa metronun kapısı kapanmak üzere ve tam karşımda sırtı dönük, siyah ceketli o adam! Bir an olanca gücümle öne atılıyorum ve kapılar kapanmadan, vagona zar zor giriyorum. İnsanlar dehşet dolu gözlerle, sanki delirmişim gibi bana bakıyorlar. Ama ben bugün zaten kafayı oynattım, sizlerle vakit kaybedemem. - Affedersiniz, sizi polisler her yerde ararken, nasıl oluyor da bu metroya binebildiniz? - Merhaba Şehnaz; çünkü beni sadece siz görüyorsunuz. Parmağımı şaklattığımda daha da rahat konuşacağız. Hah şimdi sorularınızı cevaplayabilirim. - Çevremdeki her şey, metro da dahil... Zamanı mı durdurdunuz yoksa? - Kısa bir süre için, evet. Size musallat olan kişiler, şeytani bir örgütün üyesiydiler. Kaçırdıkları yıldızı parlak kızlara, saklı kitap Ars Goetia'daki ritüelleri düzenliyor, acılar içerisinde can vermelerine sebep oluyorlardı. Aslında bizlerin olayların akışına müdahale etmemiz kesinlikle yasaklanmıştır. Lakin ben bir istisnayım. Bu yüzden kadim zamanlarda siz ölümlülerin diyarına sürgün edildim. Yaşamak için bir şansınız daha var ve bunu güzel bir şekilde kullanın lütfen. İdealleriniz, zor zamanlarınızda yolunuzdan çıkmamanızı sağlayacak ve icraatlarınız da bu coğrafyanın üzerindeki karanlık bulutların ebediyen dağıtılmasına ön ayak olacak. Yollarımız bir daha kesişmemek üzere, hoş çakalın! Yok artık, bir anda gözden kayboldu! İnsanlar da hafiften uzaklaşmaya başladılar benden, gelecek durakta insem iyi olacak sanırım.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Emre Ertuhi, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |