Herkes cennete gitmek ister ama kimse ölmek istemez. -Joe Louis |
|
||||||||||
|
Böylesi bir ikileme düşmemizi sağlayan, icrâ ettiğimiz sanat dalının, başka uluslarca da kabullenileceği düşüdür. Elbette ki sanatçı, sanatının anlaşılır olup-olmayacağı kaygısından uzak bir anlayışla eserinde yoğunlaşır. Önemli olan, vermek istediğinin, ya da yapmaya çalıştığının kendi doyum kotasına ulaşmış olmasıdır. Bu yönde bir tatmin söz konusuysa, sanatçı –başkaları önemsemese de- eseriyle gurur duyar; ki, hakkıdır. Sonrasında anlaşılmak, ufuklarötesine ulaşmak, başka kültürlerin renklerine konuk olmak, sanatçıyı elbette ki onore eder. Beğenmek, beraberinde sevgiyi sunar. Sevilmek de, her insanın –hatta canlının- gururunu okşar. Bir sanatçının da sevilmesi, keza yine aynı duygunun yaşanmasını sağlar. Sanatçının dünya görüşü yoktur, diyemeyiz. Büyük bir yanılgıya düşmüş oluruz. Kendini belli bir düşünce çemberinde kabullenmeyen kişi, insan kriterlerinden sapmış kişidir. Bir sanatçı da, ortaya koyduğu eserinde, kendi dünya görüşünü yansıtmadan tatmin olamaz. Eğer yasaklar ve ‘gerekçelerle’ karşılaşırsa, ve bunlara da boyun eğerse, sanatçı kişiliğinden taviz vereceğinden, kendine olan saygısını yitireceği gibi, sanatçı yanından da uzaklaşmaya başlar. Sanatçı, inandıklarını yansıtmada engel tanımayandır. Tüm barikatları aşan, tüm duvarları yıkan, tabu tanımayan ve tüm yasakları çiğneyendir. Vermek istediklerini, tüm becerisini harekete geçirerek verebilmeye çalışandır. Çağdaş, ufku açık, sınırsız, boyutsuzdur. Sanatçının bir diğer ayrıcalıklı özelliği de, uzağı çok iyi görüyor olması ve bu bağlamda hareket etmesidir. Yani, geriye bakarken, sadece ders çıkaran ve verdiği birikimden faydalanan, geride durmayıp, aldıklarını, ilavelerle ötelere taşıyan, daima ileriyi görerek hareket edendir. Kendini yenileyen, kalıplaşmış yapılaşmadan uzak bir anlayış sergileyen ve ilkelleşmiş düşünceleri reddeden kişidir. Eserini sergilerken, evrensellikten uzak düşünen, ilkel ideolojilerin çarklarından bir dişli olmayı kabullenen bir sanatçı ne kadar başarılı olmuştur? Ya da, ne kadar sanatçı olabilmiştir? Bu da yetmezmiş gibi, gerçek sanatçıları eleştirmeye kalkarken, yıkıcı olmayı bir görev bilmiş, aynı tarzın kendileri için uygulanabileceğini kesinlikle kabullenmemişlerdir. Yaşadığı toplumda bile ırkçı düşünen, ilkel saplantılardan uzaklaşamayan, becerisini, eskimiş ideolojilerin lehine kullanan sanatçı(!), sahiplerinin sınırları dışına çıkabilmeyi başarabilmiş midir? Buna kim, kaç örnek verebilir? Sanırım, hiç! O halde, yetilerinin farkına varan ve bunları hayata geçiren, ve o düsturla sanatçı olmayı hedefleyen insanlar, nasıl oluyor da kendini yenilemeyi düşünemiyorlar? Bunu da yapamıyorlarsa, yeteneklerini birleştirdikleri yarım akıllarıyla, gerçek sanatçıları karalamak, yermek için kullanmaktan hiç mi utanmıyorlar? Üstüne üstlük, nasıl oluyor da, gerçek sanatçılara “sanatçı olmadıklarını” söyleme cüretinde bulunabiliyorlar? Ülkemizin sanatçı kıtlığı çekmesindeki en büyük nedenlerden biri, gerçek sanatçıları yargısız infaz etmedeki büyük başarımızdır(!) Onları engellemek, tedavi olmalarını önlemek, vatandaşlıktan çıkarmak, hapishanelerde çürütmek, eserlerini toplayıp imha etmek, yasaklar koymak, belli kriterler sunmak, ülkemizin süregelen sanata ve sanatçıya gösterdiği büyük önemden(!) kaynaklanıyor. Böylece, sürekli başka kültürlerin çıkardığı sanatçılara muhtaç kaldık ve hep onlara imrendik. Sanatı konu alan sohbetlerde de, hep onların adlarını andık. Bir nevi, ithal sanat muhtacı bir toplumun fertleri olduk. Onca engellemelere rağmen sıyrılanları da, yerden yere vurarak, aforoz etmek için, tüm olanaklarımızı seferber ettik. Direnebilen, yılmayan, onca saldırıya göğüs geren ve ayakta kalabilenler, hem sanatçının içimizden de çıkabileceği gerçeğini kavrattılar bize, hem de bugün sahip olduğumuz bazı olanakların bedelini ödeyerek, duacı olmamız gereken bir ortam sundular bize. Buna rağmen, sanatçıyı anlamamak ve her fırsatta karalamaya çalışmak ilkelliğinden uzak olamayışımız, ve bu tür girişimleri de sanat adı altında yapıyor gibi görünmemiz, toplumsal utancımızın fertlerde yansıyış şeklidir. Yapmamız gereken, değerlerimize sahip çıkmadır, onları aşağılamaya çalışmak değil! Birilerinin kalkıp da bir sanatçıyı hedef alması ve kendine şakşakçılar da bulması, o sanatçının yüceliğine en küçük bir leke kondurmadığı gibi, sanatını da zerre kadar değersizleştiremez. Değerlerimizin farkına varıp, dört elle sarılmamızın zamanı geldi, geçiyor bile...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © A.Latif İRVEN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |