|
Anasayfa |
Son
Eklenenler |
Forumlar |
Üyelik |
Yazar
Katılımı |
Yazar Kütüphaneleri |
|
|
13 Ekim 2003
Kaos
Öykü Yüzer
17 yaşındaydım - bir erkekle seviştim - ama aktiftim- kaç kere seviştim? – 5,6 - gay değilim - gay olsam seni arzulamazdım ki - değil mi? |
|
KAOS
1.bölüm
TANIŞMA
Genç kadın: Nasıldı biliyor musun? Sanki benim vücudumun her yerinden kırık cam parçaları fışkırıyordu...zırhımı kuşanıp gelmiştim köşe başına, elimde kuş yemi, peşimde bir sürü gölge, içimdeki çocuğu boğan kadın ben...seninle tanışmak için geldim, BAK.Sen bilmezsin nasıl da ağlamıştım bir gün önce korkumdan. Demiştim ki “sevgi olsun ulan bu”, demiştim ki ” ben bunca zor yollara girdim çıktım, sevmeyi bileyim diye nice canları yakmam gerekti, en çok ta kendi canımı kanattım-kanatmışım”. Zeytin zeytin gözler yaklaştı yanıma...hoplayıp zıplayan ifadeler vardı suratında. Panik içinde, korkuları boyunu aşmış, ümitsizlik, merak, gelişmek için delirendin ve güvensizdin. Sana kızmadım, seni üzenlere, koşullara, şansız bileklerindeki çentiklere kızdım..çentikleri atana kızmadım, attıran umutsuzluklara kızdım.Ne istedim biliyor musun? Seni elinden tuttuğum gibi çentiklerini öpe öpe Everest tepesine çıkarmak. Bilmiyorsun henüz...benim orada küçük bir kulübem var. İçinde bir yatak, içinde bir mavi çaydanlık, içinde bir öykü kitabı. Yol uzun ve yorucu olduğundan çok sık uğrayamıyorum ve kimse benimle gelmedi henüz oraya. Heveslenenler oldu bazen; yolda kaldılar...Kararlılar oldu bazen; ben izimi kaybettirdim, bir ağacın arkasına saklandım, nasıl da kaybolduklarını izledim.
Genç adam: Köşe başına koşa koşa geldim ben. Sana umutlarımı akıtalı hemen hemen 1 ay olmuştu. Sen benim “kestaneli” birşeyimdin. Neydin benim için? Seni birşey yapmalıydım, benim birşeye ihtiyacım vardı, sen benim birşeyim ol lütfen!Ben seni kör gibi seveyim, ben seni alayım taaaaa göklere koyayım. Sonra göklerden aşağılara, uçurumlara atayım, orada kan revan içinde bırakayım seni, seni akbabalar yesin...ben o sırada senden aldıklarımı yeni yolumda kullanıyor olayım. Ama böyle kanlı manzaralar istediğimi bilmeyerek geldim tabii ki de migrosun önüne. Hiç te bilmeye niyetim yok. Sen bil istiyorum, sen bil ama bana bildirme. Sen beni çok sev, sen benim istediğim o “birşey” ol. Sen aslında kim misin? Bilmek istemiyorum, ben “birşeyimi” istiyorum. Bana “birşeyimi” ver. Yoksa uf olurum, seni de uçurumdan aşağı iterim, ona göre heee!
Genç kadın: Ben sevgileri koluma takıp ta geldim, biliyor musun? Öyle biriktirmişim ki , kollarım uzamış taşımaktan bu sevgileri. Vereyim de kurtulayım istiyorum bu sevgilerden. Senin zeytin gözlerin ve bileklerinde çentiklerin var. Sen minik bir kuş gibi baktın bana, sen minik bir kedi gibi ayaklarımın etrafında dolandın, süründün “benim annem bir tekirdi, çok güzeldi, öldü, sen beni sev ne olur” dedin. Taşıdığım, kendime sakladığım sevgileri senin kafandan aşağı boca etmek için bir sürü neden buldum ben. Başlıcaları: Seni, kendimi sevmek için sevmek, seni sevmenin ne güzel olduğunu bulmak için sevmek, seni sevilmeme korkusunu yaşayarak ama yine de doya doya sarılarak sevmek...ama en çok ta “sevmek ne güzel şey be kardeşim” ya da diğer bir deyişle “yaşamak ne güzel şey be kardeşim” diyebilmek için sevmek umuduyla geldim migrosun önüne. Önce kuş yemi aldım, sonra bir arabanın camına doğru eğildim, kendime baktım...çok ta güzel olmadığımı düşündüm ama belki sen benim gözlerimde Everestte bir kulübem olduğunu görebilirsin diye umut ettim. Bu umutla seni tanımaya geldim. Bu umutla seninle seviştim o gün. Bu umutla devam edeceğim ben. Uçurumların dibini boylamaktan deli gibi korkuyorum ama biliyorum ki havadayken, daha henüz yere çakılmamışken birşey bilicem ben: Sevgiyi. Akbabalar geldiğinde ben çoktan bulmuş olucam sevgiyi. Sen aramaya devam ederken ben çoktan yemiş olucam sevgi meyvelerini.
Genç adam: Ben kendimi bulucam mutlaka. Ve sanma ki zeytinlerimi seninle paylaşmak gibi bir niyetim yok. Vallahi de var billahi de var... Ama ya bulamazsam kendimi? Ama ya paylaşmak istemezsem zeytinlerimi? Ama ya zeytinlerimi seninle paylaşmak istemezsem? Kızmazsın değil mi bana? Kızmazsın...çünkü sen “birşeysin" ve “birşeyler” anlar, korkmazlar...sen kimsin? Bilmek istemiyorum, ben “birşeyimi” istiyorum. Bana “birşeyimi” ver. Yoksa uf olurum, seni de uçurumdan aşağı iterim, ona göre heee!
Genç kadın: Ben biraz daha afilli konuşabiliyorum ya..Neden biliyor musun? Birilerini uçurumun dibine postaladım. Sen de afilli konuşmak istiyorsun, biliyorum...bunun bir yolu var...Keşke tek bir yolu olmasaydı. Şaşırtsana beni...Ne olur, beni akbabalara verme...Başka yollar bul...lütfennnnn, lütfennnnn.
Genç kadın ve Genç adam: Korkuyorummmmmm...Korkunun ecele faydası yok...Korkuyorummmm...korkunun ecele faydası yok....Korkuyorummmmm....korkunun ecele faydası yok....Korkuyorum....korkunun ecele faydası yok...
Genç kadın: İçime gir, İÇİME DOL...bütün olalım
Genç adam: Nasıl? Hangi iç? Kiminle bütün?
Genç kadın: Korkma...korkuyorum
Genç adam: Korkma...korkuyorum
Genç kadın ve Genç adam: Korkaklar zavallı, korkaklar hep kaybeden, korkaklar aslında hep yalnızlarmış... Benim korkma şansım, lüksüm yok. Ben çıtayı yükselttim..
2.bölüm
BİR ZAMAN SONRA
“ 17 yaşındaydım - bir erkekle seviştim - ama aktiftim- kaç kere seviştim? – 5,6 - gay değilim - gay olsam seni arzulamazdım ki - değil mi? - sence arzular mıydım? -hayır, biseksüel de değilim - biseksüel olduğumu sanmıyorum - grup, murup isterdim aslında - ama biseksüel olduğumu zannetmiyorum - sadece seni okşamak filan gelmiyor içimden - zamanla daha iyi olabilir bence - yani mesela yüzünü milyonlarca kez öpebilirim - ama boynunun aşağısı....?- offf zamana yayalım istiyorum ben herşeyi – birbirimizi daha iyi tanıdıkça, güvendikçe... - senin beni ben olduğum için sevmeni istiyorum – o yüzden yatakta biraz tutuğum belki de – yoo gay değilim – seni arzuluyorum da sayılır hem – yani hiç arzulamıyor değilim - gerçekten – ama seninle her türlü paylaşımı hayal edebilirken, nedense yatak işlerinde bu kadar istek duymuyorum - zaman gerek - lütfen sabırlı ol - beni hiçbir şey için zorlama – lütfen -hep onun, o allahın belası, bok yiyesice herif yüzünden – çocukluğumu çaldılar benim – her sabah ve her akşam terkedildim – her gece biraz daha eksildim – her gece korkularımı çoğalttım – işte ortaya böyle bir adam çıktı sonuçta – zeytin gözlerim var – dans ederken uzağım çocukluğuma – sevişesim geliyor hatta seninle – ama sonra terliyorum çok – ne zaman mı?- seni sevdiğimi hissettiğimde galiba – ah ne acı seninle böyle bir zamanda karşılaşmış olmak – meraktan sevişmiştim o zaman – gay değilim – sanmıyorum – yoo, biseksüel de değilim – bence değilim – offf yeter, omzum ağrıyor – çok terliyorum – yaa ben sakatım işte – gitttttttttttt”.
ERTESİ SABAH
Güneş çoktan doğmuştu aslında ve ne umutlarla beraber aldığımız mavi renkli film afişini ışıl ışıl yapıyordu, “hayat bir şarkıdır”. Kendi kendime mırıldanarak tekrarladım “hayat bir şarkıdır”. Senin şarkın hangisiydi acaba? Senin şarkında çocuklar uçurtmalar uçuruyorlardı ve fakat uçurtmalar hep havada sabit asılı kalıyorlardı. Çocuklardan biri olan sen, uçurtmanın diğer ucundaki sen, var gücünle asılıyordun...hadi uç, uç.
İyi başlayan uçurtmalı şarkın havada asılı ve hareketsiz kalıyordu...herkesin ki gibi, değil mi?
Ben senin sağ tarafında yatıyordum. Sol tarafına ilişmiyordum çünkü sol omzun ağrıyordu senin. Ve de sol tarafında kalbin vardı senin. Elimi uzatmam yasaktı sol tarafına. Sen hala uyurken ben hala uyuyamamıştım...sol tarafın yasaktı bana ve yasaklar beni hep çok çekmiştir. Bunun dışında, yani senin sol tarafın ve yukarıda bahsettiğim “hayat bir şarkıdır “adlı filmin mavi film afişine güneş vurmasının dışında, acıktığımı farkettim...o sırada, daha önce de dediğim gibi senin sağ tarafında yatıyordum ve senin sağ kolun benim boynumun altından geçmişti, elin ise yatağın dışına taşmış ve aşağı doğru sarkıyordu. Elin sarkıyordu. Parmak uçlarına baktım. Onların dokunduğu yerleri, şeyleri, sağ ve sol tarafları düşünmemeye çalıştım ama düşündüm. Kitaplara, adaçayı dolu çaydanlığın altına, telefonun tuşlarına, tıraş bıçağına, direksiyona ve nihayet saçlarıma ve ellerime dokundukları anların hepsi aynı anda geldiler düşünceme. Parmak uçların senin...Her biri ayrı yönlere giden, kıpır kıpır parmak uçların...ve uçurtmayı tutuşun ve bir türlü uçuramamam uçurtmanı...kalbinin sol tarafına çöreklenmiş uçurtman...
O sırada kıpırdadın sen...çok az. Ben iç çektim...çok fazla. Senin 17 yaşın geldi önüme dikildi hazır sen uyuyorken. Bir erkeğin 2 gözü, senin 2 gözüne bulaştı, onun parmak uçları, parmak uçlarına karıştı...Ben iç çektim...çok fazla. Küfretmek geldi içimden senin 17 yaşına ve nefret bile ettim hazır sen uyuyorken. Sana baktım, artık 17 yaşında olmayan sana, içim doldu, taştı...ağladım bile. Elimden bir şey gelemezdi ki...güzel çıkık çenene bakakaldım sadece, boynuna da baktım...canım dedim sana...daha fazlalarını diyemezdim ki...sol tarafına geçemezdim ki...izin veremezdin ki...
Gitmem gerekliydi...sen uyanmadan hem de. Sen kendini uyandırmadan...ya da daha kötüsü; ben seni UYANDIRMADAN. Sen, kendi kendine uyanmalısın diye düşündüğüm için çoookk dikkatlice doğruldum yatakta ya da diğer bir deyişle yeniden hayatta ve çook dikkatlice sıyrıldım çarşaf ve yorgandan ya da diğer bir deyişle dilek mumlarımın çıtır çıtır alevlerinden ve çookk dikkatlice giyindim giysilerimi ya da diğer bir deyişle yeniden yalnızlığımı ve fırından daha henüz/şimdi çıkmış anılarımı.
Arkamı dönmeden gidemedim ama...Döndüm ve sana baktım...içim insan sevgisiyle hopladı...teşekkür ettim sana...hissettin sanırım çünkü gülümsedin uykunda...ya da bana öyle geldi.
YARIM SAAT SONRA
Güneş gözüme girmese uyanmazdım belki...Sağ tarafımda bir boşluk var, başımı çevirip bakmak ya da bakmamak...hadi cesaret!
Gitmiş.
Neden gitmiş diye sormak ya da sormamak...hadi cesaret!Bilmiş. Görmüş. Ağlamış ta galiba...sağ tarafım sırılsıklam olmuş.
Ayak ucumda sırtı bana dönük oturan bu çocuk kim? 17 yaşlarında olmalı. Bir uçurtmayı çekiştiriyor sessizce. Uçurtma odanın ortasında, tavana uzanmış, kıpırdamadan duruyor.
Çok uykum var. Uykumu alamamış olmalıyım ki odanın ortasında havada asılı duran uçurtmalar görmeye başladım. Uyumalıyım, hiç uyanmamalıyım hatta.
Ve o gitmiş. Neden gitmiş diye sormak ya da sormamak! İşte bütün mesele bu.
Fazla soru sormamalıyım, en azından şimdi değil. Ben uyumalıyım. Aaa..belki ayak ucumdaki çocuğa sormalıyım. Yok, önce uyumalıyım.
BİR YARIM SAAT SONRA DAHA
Uyuyamıyorum. Parmak uçlarımı sevmiyorum. Onu ağlatan bu parmak uçlarımı yakmak istiyorum. Beni uyutmayan da bu şekilsiz, tam oluşmamış parmak uçlarım olmalı.
Acaba o da gördü mü parmak uçlarımın tozunu, toprağını ve suçlarını?
Ama belki de ekmek almaya gitmiştir. Ama hala niye dönmedi peki?
Eylül/Ekim 2003
Öykü Yüzer
Söyleyeceklerim var!
Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?
Yazıları
yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz
ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız,
yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.
Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.
|
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
|
.
Etkilendiği Yazarlar:
edgar alan poe, sait faik abasıyanık
|
|
bu
yazının yer aldığı
kütüphaneler |
|
|
|