Zamanı gelen bir düşüncenin gücüne hiçbir ordu karşı koyamaz. -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
Siyah, cilalı bir tabuttu. Neden benim evimde olması gerekiyordu hiç bilmiyorum. Oturduğumda bile bacakları ayrılır da yere yapışırım korkusuyla oturmak yerine, portmanto niyetine kullandığım tonet iskemlenin üzerine koca tabut nasıl dengeli bir şekilde konmuştu, hem de içindeki ölüyle...ölünün kadın olduğunu hissediyordum ama görmedim...tabutun kapağı yarı kapalıydı ama ölü beyaz bir kumaşa tamamen sarılmıştı, yüzü de, gözü de...ama eve sinen ölüm dayanılmazdı. Tüm gece boyunca onla başbaşa nasıl dayanacağımı bilmiyordum, bunun doğal olduğuna kendimi inandırmaya çalıştıkça daha çok korkmaya başlıyordum. Evdeki ölüm sessizliği iyice büyüyordu. Yatağıma gidip uyumaya çalışmalıydım. Alt tarafı bir geceydi...tabut kapının hemen girişindeki kırık dökük tonet iskemlede nasıl dengeli oturmuştu. Yatağa bile giremedim..çok huzursuzdum...belki tabutun kapağını tam kaparsam daha uzak olurdum ölümden...öyle yaptım...ölü benden biraz daha uzaklaşırken korkum hiç azalmadı...en azından gözümün önündeydi kapak aralıkken...şimdi ise herşey iyice sessizdi kapak kapalıyken. Çocukken ensemde ürperti hissederdim. Uzun bir koridor vardı yatak odamla salon arasında. Evimiz sobalı olduğu için, sıcaklığı korumak için, onun için , bunun için salonun kapısını kapardı annem. Ben bazen koridorun ucundaki odamda korkardım ve yatağımdan inip salona annemle babamın kollarına gitmek isterdim ama o uzun koridorda karanlıkta yürürken nefesim kesilirdi korkudan...sanki tam arkamda olurdu o birşey...kapının koluna deli gibi asılmama ramak kala ensemde soluğunu duyardım...kalbim yerinden çıkardı. Aynı korkuyla başbaşaydım şimdi. Bu kez kapısına erişebileceğim bir salon yoktu...ve de kedimden başka hiçbir canlı da yoktu evde. Yalnız yaşamaktan nefret ettim. Çaresiz ve korku içinde şaşırmışken, gecenin bir yarısında pijamalarımla sokaklara çıkıp sabaha kadar beklesem mi diye düşünürken...apartmandan insan sesleri geldi...yaşayan birşeyler...hemen kapıyı açtım. 4. katta yalnız oturan yaşlı, itici ve en azından sağlıklı kadın bir başka kadınla asansör bekliyordu hemen benim kapımın önünde. Kapıyı açtığımda tabutu farkettiler...ilgilendiler onla..benle değil...nasıl korktuğumu söylemeden onlar farketsin istiyordum....biri bana yardım etmeliydi. Ölü hakkında ne dediğimi bilmiyorum, tanımıyordum ve neden bende durması gerektiğini de bilmiyordum.oraları yok. Korku içinde olduğumu farketmiş olacaklar ki, “istersen bu gece bizimle kal” dedi sevimsiz bulduğum o kadın. “çok iyi olur aslında “ dedim hiç beklemeden. “ aslında ölüyü tek başına bırakmamak gerek derler” dedi. Hiç birşey demeden “ben birkaç eşyamı alıp geliyorum dedim...asansörün önünde beni bekliyorlardı. Tabutun yanında geçtim, yatak odasından pijamalarımı ve makyaj çantamı alıp büzgülü çantama tıkıştırırken titriyordum korkudan...bir türlü doğru düzgün tıkıştıramıyordum telaştan. Ya birden kapı kapanırsa, kadınlar giderse, ben karanlıkta bu tabutla kalakalırsam diye kendimi iyice korkutuyordum. Kalbim çok fazla kan pompalamaya başlamıştı kadınların yanına zar zor ulaştığımda ve kapıyı kaparken. uyandım. Yüzükoyun yatıyordum, kıpırdamama imkan yoktu, sadece gözlerimi açtım, kalbime söz geçiremiyordu beynim. Bu kadar hızlı attığını hatırlamıyorum. Alt üst olmuştum, moralim çok bozulmuştu...üst kattan su sesleri, çiş ve sıçma sesleri gelmesini çok istedim...birinin deliler gibi osurması en çok istediğim şey oldu o an. Yaşamı hemen hissetmem için bir osuruk sesi en büyük hayalimdi. En azından su sesi duydum bir yerlerden. Belki biri sevişti ve temizleniyordur diye hayal kurdum ama hala sakinleşememiştim. Arabalar geçiyordu tek tük...onların normalde nefret ettiğim gürültüsü şimdi ne güzel geliyordu kulağıma. Kalkıp çişimi yapma cesareti gösterdim...ilk dönüp baktığım yer tonet iskemle oldu kapının girişindeki...üstünde spor çantamı ve 2 ödenmemiş faturayı görünce sevincimden dans etmek istedim. Hayır abartıyorum, kabus gördüğümün farkındaydım ve tabii ki bir tabut göreceğimi düşünmüyordum, yani özel bir sevince gerek yoktu. Çişimi yapıp yatağa döndüm, arkamdan devam eden sifonun sesi hoşuma gitti. Kabusun etkisi azalmaya başlarken , beynimin neden bana bu oyunu oynadığını düşünmeye başladım. Ve bu kabustaki sembolleri unutmamak ve ileri ki günlerde çözümlemesini yapmak için tüm kabusu iyice hafızama kaydettim. Hala ürkerken , kabusu tekrar yaşatmak mazoşistlikti ama unutmak istemedim. Kedim tüm bunlar olup biterken hep uyudu...her gece olduğu gibi ayak ucumda, kıçını ayaklarıma yaslayarak, huzur içinde...uyanmasını hiç istemedim, kabustan uyandığım anda...çünkü sanırım kabusun en başında, kedim uyanıp sırtıma çıkıyordu ve ben uyanıyordum ve kalkıyordum ve tabutu farkediyordum ve anlam veremiyordum ve bir kabus başlıyordu. Ve birazdan gün ağaracaktı artık. Öğlene kadar uyurdum artık...babamla yelken keyfi yapamayacaktım bu durumda, çünkü o erken giderdi, ben öğlene kadar uyurdum herhalde. MAVİ kimyasal tuvaletler... Kaç litre suya, kaç kapak ilaç konulmalı? Pis su tankı için yazmışlar en çok prospektüste ama kimyasal tuvaletler için olan açıklama yetersiz geldi bana. Küçük teknenin küçük zorluklarından biri işte. Bazı küçük teknelerde tuvalet var aslında. Buna kimyasal koymuşlar. Taa yastıkların altında bir de. Ama hiç yoktan iyidir. Teknedeyiz! Hoşgeldiniz ! Eskiden güneşli, bahar havalarında sıkılırdım. Nedenlerini az hatırlıyorum; en başta, büyük şehrin iyice büyümüş gibi görünmesi sıkardı beni... önümde yürürken, dondurma yalayan ve haliyle yavaş yürüyüp beni de yavaşlatan hayat...ne bileyim, sıkılırdım...hayatın arkasında yürümek çok akıllıca değilmiş belki de... Şimdi baharın tam ortasında, denizin tam üstünde ama yine de iskeleye sıkı sıkı bağlıyken “bahardan sıkılmak ne garipmiş” diyorum. Yüzlerce yelkenlinin palamarlar orkestrası eşliğinde ve baharın oldukça rüzgarlı olan güneşli ama hiç terletmediği gibi, bir de ürperten günlerinden birinde ben biraz şaşkınım. Bu rüzgar sesli, deniz üstü hayatında kendimi ne iyi hissediyorum. Güvendeyim ve herşey öyle yolunda ve yaşamın ta kendisi gibi görünüyor ki...çünkü ben bu havalarda ve denizlerde ve bu palamarlar direklerlere çarptıkça oluştum, büyüdüm. Havalardan en sertinde...babam dümendeyken ben sıcacık kamarada güvendeydim hep. En fazla, teknenin nemli ortamında biraz ayaklarım üşürdü...babam kahramandı, sırılsıklam, yüzü tuzlu suyu yiye yiye yanmış bitmiş kül olmuştu...ama beni hep sağ salim ulaştırırdı... Oluştuğum yerde...tuzlu tuzlu, nemli ve yalpalayarak öğrendim...midemin bulanması gerekmiyordu...ufka bakmak yeterliydi...kola içmek de iyi geliyordu ( kendim keşfetmiştim bunu)...ben deniz üstünde hiç kusmadım. Çok yıllar geçti. Arayışlar, kayıplar, yanılgılar, sanmalarla oluşmaya devam ettim. Yeni alanlar denedim beni değiştirecek, oluşumumda katkı sağlayacak. Ama deniz üstü gibisi olmadı hiç. O yüzden kendimi hep en iyi hissettiğim yer oldu deniz üstü. Bana denizi hatırlatan adamları ve aslında denizin ta kendisi gibi kokanları en çok sevdim ve güvendim. İçimde özlemini çektiğim herşeyi deniz üstünde hemen bulabildim. Unuttuğum gerçeklerimi ve hayallerimi ve hayallerimi gerçekleştirebileceğim inancını ve gücünü... Ama tuvalet dediğim gibi böyle işte. Ve hemen şimdi kullanmak istiyorum ki güzel bir kahveye yer açılabilsin. BEYAZ Uzun tüylü bir kedi, benim kedim. Hiç bir kedinin olmayacağı kadar güzel. Banane. Yüzünü ve herşeyi unutmadan yazmak istiyorum ona dair hatırladığım ne varsa. En nefesimin daraldığı an duş sırasında oldu bugün. Çünkü iki eli kanda olsa gelirdi, beklerdi dört gözle duştan çıkacağım o eşsiz anı. Topu topu kucağıma almam içindi tüm şirinlikleri. Mutlaka alırdım. Belki benim için daha da özeldi çünkü o anlar. Birbirimizi çok sevdiğimizi ikimiz de bilirdik. O an artık kimse artistlik yapamazdı. Yüzünü boynuma gömdüğünde herşey yerini bulurdu. Gene istiyorum bunu. Beyaz, bembeyaz küvetli, bembeyaz fayanslı banyoda beyaz bir kızla beyaz bir kediydi hayat. Daha beyaz bir renk düşünemedim hayatım boyunca. En beyaz 3 seneydi, daha da bitmedi. Canım seni hatırlamak istemiyor, seninle yaşamaya devam etmek istiyor, tüylerini yutmak istiyor, siyah renkli hiç birşey giyememek istiyor, yatağın kenarına saklanıp ayaklarıma deli gibi atlamanı istiyor. Seninle bir olup bütün erkekleri kaçırtsak gene. Ve gene de sevsek. Ama sensiz herşey garip gelmeye başladı bile. Üreni ne yap et yok et istiyorum, kreatinini de elbette. Şelale gibi işeyen kukun için dua ediyorum, hep ağlıyorum Sofi. Hayatta nerdeyse tek istediğim şey güle güle işemen. Eskisi gibi olmasa da biraz işemen en azından. Seni özlemeye başladım ben. Çok. Tiki tok, köpek kızım, düdük, kuzu, büyücü, piskopat, mutant, garip, anasının kızı ve dünyanın tüm sıfatları sensin. Dünya kadar tüy ve sıfat ve sanırım özlem de eklenecek. Dünya kadar. İki saatte bir arayıp durumunu soruyorum, evet işedi deseler diye dualar ederek...evet kedi duası. Biraz yedi, biraz içti dediler, içimin yağları eridi. Kaç gündür senle beraber ben de yiyemiyorum, hiç iştahım yok. Ve bu korkunç, sıkıcı, hiç te şaklabanlık içermeyen modum ve yazılarım için beni ısır....evet kalk ayağa ve hiç hoşuma gitmeyen dişlerini bana geçir. İkimiz de diriliriz böylece. Bence diriliriz ve sonra ayak uçlu, baş uçlu uyuruz ve dinleniriz. Beraberken istediğimizi yapabiliriz. Herkes gider, biz kalırız, ama lütfen işe. Sofi işe. Sofi işeeee. BORDO Biri demişti mutluluğun bir çanak dolusu kiraz olduğunu. Çanağın renginden bahsetmemişti ama kirazlar mutlaka bordoydu. Tam şimdi bir çanak dolusu kirazla çok yakınım. Mutluluk beklediğim bir evin, masasının üstünde duruyor mutluluğun ta kendisi efenim. Belki hayatımın anı bu. Teker teker yiyerek yazmaya çalışıcam. Bir dakka. Çocukluğumda yediğim şekilde yiyorum ilk kirazı. Yani ısırarak. İkinci de büyüdüm. Isırmadan bir kerede atıyorum ağzıma. Üçüncünün sapı yoktu. Kocaman top gibi birşey. Leziz. Mutluluğa giden yolda adım adım ilerliyorum şu an. Gittikçe de gülüyor gözlerim sanki ama daha ancak 5. kirazdayım şu an. Teker teker saymam sanırım, en azından bahsetmem. Ama 7. deyim. Çanak bitince ne yapmalıyım diye düşünmeye başladım bile. 9 bitti. Eskiden çok ama çok daha cesurdum diye hatırladım şimdi. Ne yapmak istediğimi daha çok bilirdim ve atlamaktan da korkmazdım. Şimdi sıkıştım sanki. Kendim mengene oldum kendime belki. O da öyle mutsuz görünüyor ki tam şimdi sırtı dönükken bile. Ne yapmalıyım herkes için ama önce kendim için. Kiraza devam ediyorum. Babam geldi aklıma yavaştan...iyi ki vardı ve var hala. Ve annem de aslında. Yorulsam da. Hey son kiraz. Gerçekten de biraz ferahladı içim, ve yalan değil. Çiğniyorum son kirazı. Dişlerimin arasında bir sağa bir sola. Çekirdeğinin etrafındaki herşeyi de sıyırarak ve güle güle son kirazın çekirdeği... SARI Ve sonra gün ağardı. Gün ışığı odaya direk olarak girmiyordu. Ama yan yataktakinin yüzünü rahatlıkla seçebiliyordu artık. Demek ki sabah oluyordu. Öteki hala uyuyordu. Başka bir yerde uyanmak nedense hep yorgun ve bitkin hissettirirdi, sanki hiç uyumamış gibi. Oysa uyumuştu. İki tek kişilik yatakta ayrı ayrı uyunmuştu, gözler faltaşı gibi açıkken. En yakın oldukları anı düşündü; sarı tişörtün mevzusunun açıldığı andı. Yakasının eskimiş olması , bir sürü anısı olan sarıyı toz bezi yapmaya yeter miydi ki? Zaten ancak böyle en basit konularda yakınlaşabiliyorladı. Ne bileyim neden. Aynı odada, ayrı ayrı yataklarda yatarken ikisini de düşündüren şeyin eski sarı bir tişört olması bence güzeldi. Günün ağardığını ve sarı sarı ağardığını ise yalnız hissetmişti o. Gene yakalanamamıştı, bir kere daha. Gene başka bahara kalmıştı günün ağarması ve ikisini de aynı biçimde sarıp sarmalaması. Yorgun argın kalktı, heyecansız bir güne ...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Öykü Yüzer, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |