..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Doğaüstü henüz anlayamadığımız doğal şeylerin adı. -Elbert Hubbard
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Ortamsal > Ali Erasoğlu




5 Kasım 2003
Dialog  
Ali Erasoğlu
Aynı sanat kurumunda yetişmiş iki farklı karakterin yıllar sonra katşılaştıklarında aralarında oluşan kısa diyaloğun öyküsü


:BDHE:
 
                                           
 
 
                                                         D İ Y A L O G
 
 
     Kış günü, bir gri öğleden sonranın tenhalığında  Ortaköy’ün tipik kafelerinden birine giren Şerare,
garsonların irkilmelerine yol açmıştı. Ünlü ve tanınmış kişilere alışık olsalar da, televizyonların ünlendirdiği rüyaların  kadınını görmek heyecanlandırmıştı kendilerini. Pencere tarafı masalarından birine yönelen Şerare, geniş ve kıvrımlı beresi ile yarım kürkünü çıkarıp, boş sandalyeye koydu. Ölçülü vücudu, en iddialı butiklerden sağlandığı apaçık olan bluz, etek ve çizmeleriyle tam bir uyum sergiliyordu. Olağanüstü yüz güzelliğinde ise,  çevresindekiler pek anlam aramak gereğini duymamaktaydılar. Soğuk ve mesafeli karakteri nedeniyle,
insanlarla arasında bir serin kuşak oluşur; okul yıllarından beri etrafında dolaşan erkekler kendisi için manevi
bir sömürü değeri taşırlardı.
 
     İçkisini yudumlayıp, kadehini masaya koyduğunda, karşıki köşenin loş ortamında, vaktiyle konservatuvarda aynı sınıfta okuduğu Tunç’u fark etti Şerare. Gene etkileyici, gene tipikti Tunç, ancak bu kez şakakları biraz kırlaşmıştı.  Önce aldırmazlıktan geldi. Zaten okul yıllarında da pek yakınlıkları olmamıştı. Ancak, gözlerinin
kaymasına bir türlü hükmedemiyordu. Göz göze gelip tebessümlerle selamlaştılar. Tunç, kendisinden oldum olası hoşlanmazdı. Ancak gene de yerinden kalkıp, masasına giderek Şerare’ye elini uzattı. Yok denecek hizadaki eteğiyle, bacak bacak üzerine atmış olan genç kadın, havalı bir biçimde sigarasını üfürerek sıktı elini.
 
     “Ben Tunç, aynı sınıftaydık sizinle, hatırladınız demek.”
     “Hatırladım tabii, o kadar da değil” derken, aslında “hatırlamayabilirdim” de demeye getiriyordu.
     “Otursana”
     Oturdu Tunç. Bir süre ilgisini dağıtarak başka tarafa bakmaya çalıştı. Şerare merakla,
     “Neler yapıyorsun, tiyatro ile uğraştığını duymuştum ?”
 
     Aslında bunu bir yerlerden duyması gerekmezdi. Ancak, her kelimesi, her hareketi, çirkin bir üstünlük
arayışı içinde olmak zorundaydı Şerare’nin. Televizyonlardan birinde kaptığı sunuculuk konusu, bu özelliğini büsbütün geliştirmiş bulunuyordu besbelli.
 
     “Doğru” dedi Tunç. Okul sonrasında çeşitli tiyatrolarda roller aldım. Şu sıralar birkaç arkadaş, kendi tiyatromuzu kurmak için boğuşuyoruz. Lafı uzatmak istemiyordu. Sanatsal endişe ve verimi bir yana
bırakılacak olursa  ortada övünçle anlatacağı ekonomik bir başarı tablosu yoktu . Konunun sanat boyutu ise  Şerareyi herhalde ilgilendirmezdi. Şerare’nin konumu ise herkesce malum olduğuna göre konuşulacak pek bir şey yok diye düşünüyordu.
 
     Şerare ise, daha okul yıllarında başladığı mankenlik ile, daha sonraki şarkıcılık ve televizyon sunuculuğunu,
kariyerinin aşamaları olarak gördüğünden, hakkında konuşulmasından özel bir zevk alıyordu.
 
     “Ben aslında burada bazı arkadaşlarla buluşacaktım ancak geciktiler” dedi Tunç.
     “Konservatuvardan Mümtaz Hoca’yı hatırlarsın”
     “Evet, ne oldu?”
     “Kendisi çok hasta, maddi bakımdan da zor durumda. Pahalı bir tedavi gerekiyor. Neler yapabileceğimizi
konuşacaktık.” Şerare kayıtsızlıkla,
     “Siz ne yapabilirsiniz ki, kendi problemleriniz başınızdan aşkın olmalı, sigortası falan yok mu?”
     Genelde sakin karakterli olan Tunç’un kanı beynine sıçramıştı birden.
     “Hayatı yalnız almak olarak gördüğümüz takdirde, adamdan alacağımızı aldık, bundan sonrasından bize ne diyebiliriz, ancak alma-verme dengesi olarak bakınca işler zorlaşıyor ister istemez”
     Tunç konuya girmişken kendini tutamadı.
     “Seni herhalde ilke olarak daima hayatın alma yönü ilgilendiriyor olmalı.”
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
    Birden buz gibi bir hava esti. Her şeyden önce Şerare, yüzüne karşı  hakaret ölçüsünde eleştirilere alışık
değildi. Dahası tepkinin, basit bir yardım olayından öte, Şerare’nin yoz bir eğlence sunuculuğunu da kapsadığı
ortadaydı.
     Sarsıldı Şerare, vücudunu ateş bastı. Bütün hazırcevaplığı kısa bir süre iflas etti. Kendini toplamaya
çalışarak,
     “Ben yaşam denilen bu acımasız cangılda savaş veriyorum. Bu güne kadar da başarılıyım. Kaybedenlerin idealist felsefeleri önünde pes etmeye de niyetim yok. Kaldı ki yaptığım işi, okuduğum okulun önünden geçmediği halde yapmağa kalkan bir sürü tip var.”Öfke, Şerare’nin yalnızca sesini yükseltmekle kalmamış, açıklar vermeğe de sürüklemişti kendisini.. Fiziği ve ailesinin maddi durumunun etkisiyle tam bir pervasızlık içinde, ciddiyet ve ilkeliliği alaya alarak geçen çocukluk ve öğrenim yıllarını, eğlence dünyasının bol paralı kakara-kikirisi izlemiş iken şimdi ömründe ilk kez ciddi bir biçimde kendiyle hesaplaşmaya zorlanıyordu.
 
     Tunç sakinliğini koruyarak, “İyi ya işte, o zaman, ya konservatuvar yıllarını boşa harcamış, ya da birikimini
ziyan etmiş olmuyor musun? Bir aydın kişi olarak, şu topluma karşı bazı borçların olduğu hiç aklına geldi mi
yıllar boyu?”
 
     Karşısındaki deneyimli tiyatro sanatçısının sergilediği sükunetin etkisi ile mi, yoksa ilk paniği atlattığından mı  nedense, Şerare kısmen sakinleşmiş görünüyordu; bir sigara daha yaktı.
 
     “Sen bu toplumun kültürüne katkı verdiğini mi düşünüyorsun? Her akşam karşına gelen izleyicinin, aynı aydın kesimden olduğunun farkında değil misin? Geniş halk kitlelerine ne verdiğin var? Bu ülkenin bölünmesinden endişe ediyorlar. Oysa bu ülke kültürel bakımdan çoktan bölünmüş. Küçük bir aydın kesimle
halk kitleleri arasında herhangi bir etkileşim yok artık. Aydın kesime hitap edersen aç kalıyorsun, kitlelere istediklerini verirsen kazanıyorsun hepsi bu...”
 
     Önündeki kadehe bakmakta olan Tunç, gözlerini Şerare’nin gözlerine dikerek, “Çizdiğin tablo aydınların
pes etmesini mi gerektirir, yoksa daha büyük savaşımlar için kamçılar mı onları? Aydınlar kültürel çöküntüye, çıkar uğruna destek verirlerse, çöküntüyü kim önleyecek?”
 
     Şerare, uzun süredir ilk kez, farklı bir tiple, farklı bir diyaloğa girdiğinin farkındaydı. Oysa ucuz şovların
birikimsiz tiplerini çekip çevirmek, istediği tarafa yönlendirmek ne kadar kolaydı. İçkisinden bir yudum daha
aldı.
     “Unutma ki bizler, Özalizm denen bir dönemde yetiştik. Paranın herşey olduğu, kazanmak için her yolun geçerli olduğu, yıllarca bizlere işlendi durdu. Küreselleşme ilkeleri ile kuşatılmış bulduk kendimizi. Paranın renginin, kaynağının hiçbir öneminin olmadığı, sadece varlığının önemli olduğu sürekli telkin edildi bizlere.
Sen şimdi kalkmış, -Sen çekil, başkaları kazansın - diyorsun.”
 
     Bu üslup Şerare’nin üslubu değildi. Ömründe ilk kez böyle bir savunma yapmak durumunda kalıyordu. Kendini savunmak zorunda kalmanın sıkıntısı ile, adeta kabullenme ve itirafın rahatlaması benliğinde birbirine
karışmaktaydı. Söyledikleri ise tümüyle bilincinin verimi değildi, bilinçaltının yardımını alıyordu sanki.
 
---------------------------
 
     “Geldiler” dedi Tunç. Kapıda beliren genç bir erkek ve kadınla işaretleştiler. Masaya yaklaşanları
Şerare’ye tanıttı.”Nesrin ve Çetin, tiyatrodan arkadaşlar, bu da Şerare Konservatuvardan arkadaşım”. “Biz kendisini zaten tanıyoruz” diyerek el sıkıştılar. Kısa bir basmakalıp diyaloğun ardından,
 
“Ben  kalkayım” diyerek kalktı Şerare. Az önceki tatsız atışmanın yeni gelenlerle genişleyerek süreceğinden
endişe ediyordu. Vedalaşmadan önce bir an durdu, tekrar oturdu, çantasına davrandı.  Çıkardığı bir çek
defterini alelacele doldurmaya başladı. Yazdığı rakam, yardım kampanyasında hayal dahi edemeyecekleri bir rakamdı.
 
 
 
 
 
 
 
 
     İmzaladıktan sonra masanın üstüne sürerek Tunç’a uzattı çeki... “Alın Hoca’ya bu da benden bir katkı
olsun.”
 
     Şerare’nin bu beklenmedik davranışı karşısında hazırlıksız yakalandı Tunç. Kafası karıştı bir an. Kötü bir ikilem içine düşmüş bulunuyordu. Bir yanda Hoca için azımsanmayacak bir para, diğer yanda bütün mesleki kariyerini adadığı ilkeler söz konusuydu. Üstelik Nesrin ile Çetin, hiç bir şey den haberleri olmayarak, çekteki rakamı büyümüş gözlerle izliyorlardı .
     “Sağol, ancak bunu kabul edemeyiz” dedi gene de Tunç.
     Bu defa Şerare ayağa fırlayarak, öfkeden kıpkırmızı bir yüzle... “Bana bak, deminden beri sana katlandım,
hakarete varan eleştirilerine, temelde haklı olduğun tarafları da gözeterek göz yumdum. Ancak şimdi sıktın
artık. Kendi yaşamını da, kariyerini de nasıl düzenleyeceğin kendi bileceğin iş, ancak Hoca’yı da, bu
arkadaşları da peşinden sürüklemeye, onlar adına da konuşmaya hakkın yok.”
 
     Şerare, manto ve beresini kaptığı gibi, sert adımlarla kapıya yönelirken, diğerleri donup kalmışlar, merakla 
sıkıntı içinde başını önüne eğmiş Tunç’un yüzüne bakıyorlardı. Neden sonra kendini toplayan Nesrin, masadaki çeki usulca alarak çantasına koydu.
 
 
 
 
 



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Düşen Yapraklar Zamanı
Duruşma

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Boğaziçi vapurları [Şiir]
İnat [Şiir]
Moda [Şiir]
İstasyonları Çalınan Şehir [Deneme]
Duygular ve Gerçekler [Deneme]
Duygu Çöplüğü [Deneme]
Asayiş [Deneme]
Her Kadından Üç Çocuk [Deneme]
Atatürk Türkiye'si - Erdoğan Türkiye'si [Eleştiri]
Aşiret Düzeninin Katilleri [Eleştiri]


Ali Erasoğlu kimdir?

10 yıldır yazıyorum. Bizim Gazete'de Yayınlanmış makalelerim var.


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Ali Erasoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.