"İnsanların bazen neye güldüklerini anlamak güçtür." -Dostoyevski |
|
||||||||||
|
Herkesin bir ideali vardı. Üniversite sınavında yüksek puanlar tutturmak, kariyer yapmak, en taş hatunlarla takılmak, evlenip çocuk sahibi olmak... Benimse tek bir idealim vardı “Dedem gibi olmak”. Hemen hemen her haftasonu buluşurduk. O bar senin, bu bar benim gezerdik. Bu haftasonlarının birinde saat on ikiye gelirken ona dedim ki: “İstersen sen git artık, ben seni arabana kadar geçireyim” “Niye?” dedi şaşkın bir ifadeyle, çünkü haftasonları çıktığımızda genellikle o bırakırdı beni arabasıyla eve. “Ben bir yere davet edildim oraya bir uğramak istiyorum çünkü,” dedim. “Böyle mi olduk şimdi?” dedi hafif bir gülümsemeyle. “Sen orada sıkılırsın, yani daha doğrusu biraz ağır gelir sana orası...” dedim pis pis sırıtarak. ”Kubrick*’in filmini izlemiştin di mi sen?” diye sordu. “Eyes Wide Shut mı? Onu beraber izlemiştik ya,” dedim. “Ha doğru... Öyle bir partiye mi gidiyorsun yoksa sen?” diye takıldı muzır muzır ve hemen ekledi “ve beni götürmüyorsun? Aşkolsun,” “Yok canım ne Eyes Wide Shut’ı yav, ne diyosun? Arkadaşlar evde parti veriyorlarmış bir yarım saat, bir saat uğrayıp, oradan doğru eve gideceğim işte... Hem yarın sabah işlerim var, geçe kalamam istesem de...” dedim ciddi bir tavırla. Dedemin de benle gelmesini istemiyor değildim, ama evinde davet edildiğim insanlar uzaktan bir arkadaşımın arkadaşlarıydı. Hem nasıl insanlar olduklarını bilmiyor, hem de dünyanın en kafa adamı bile olsa, nasıl olduğundan emin olmadığım bir ortama dedemle gidip, onlara tedirginlik yaşatmak istemiyordum. “İyi ben de lokala gidip, briç oynayayım bari” dedi çok şirin bir tavırla. Az önce bu yaşa gelip de, yaşanmamış yüzlerce şey varken, hala ömrünü briç oynayarak geçirebilen eski arkadaşlarına nasıl üzüldüğünü anlatan bu adama “E öyle yap bari,” diyemedim. Zeki ihtiyar. On dakika içinde kendimizi Cihangir’de eski bir apartmanın önünde bulduk. Zaman biraz emrivaki yapma zamanıydı. Kapıyı şarhoş bir kız açtı. Deli gibi gülüyordu. Odadakilere laf yetiştirmekten, yüzümüze bile bakmamıştı. Kapıyı açıp direkt içeri arkadaşlarının yanına gitti. İçeriden gelen müziğin sesi o kadar yüksekti ki, gayriihtiyari kapıyı kapadım. Ayakkabılarını çıkarmaya çalışan, çakırkeyif dedeme gerek yok işareti yaptım. Koridoru ortamı yumuşatma planları yaparak yürüdüm. Odadakilere şöyle bir bakıp, “Merhaba, ben Volkan... Simge’nin arkadaşı” dememle, insanların topunun yüzündeki kayık ifadeyi farketmem eşzamanlı gerçekleşti. Dedem odaya girmeden önce, bir kaç saniye kazanıp bu sarhoş kafayla düşünebilmek için kapıda dikilip, onun odaya dalmasına engel olacak şekilde kapının önüne dikildim. İşte o an içimi bir endişe kapladı. Dedem hayatta en güvendiğim dostum, en yakın arkadaşımdı. Ama ya bir laf edecek olursa ne yaparım diye paniğe kapıldım. Orada öylece dikilip kaldığımı farkedebilenlerden birisi: “Gelsene içeri. Simge içki almaya çıktı, gelir bir beş dakikaya” dedi. Çaresiz içeri girdim dedemle beraber. İçerisi oldukça kalabalıktı. On-on beş kişi koltuklarda oturuyor, geriye kalanlar da ya yerde oturuyor, ya da ayakta dikiliyordu. Farklı bir alemde olmasına rağmen, odaya yeni bir enerjinin girdiğini hissedebilenlerden biri şaşkın bir ifadeyle bana baktı, ve yanında oturan arkadaşına diz attı. “Selam ben Volkan, Simge’nin arkadaşı...” diye yineledim. “Bu da Fazıl,” dedim yanımdaki genç ihtiyarı göstererek. O sırada yan gözle dedeme baktım. Sevecen bir ifadeyle “Merhaba” dedi, elini uzatarak. Bizi farkedenler belli ki dumur yaşıyor, ama bir yandan da sormaya cesaret edemiyorlardı. Pişmandım buraya geldiğim için, insanların rahatını bozmuş olma hissinin verdiği suçluluk duygusuna kapılmıştım. Geyik muhabbetlerinin yerini, fısıldaşmalar almıştı. Ya da bana öyle geliyordu. Dedem gayet rahat bir tavırla az önce tokalaştığı elemana “Alkol var mı?” diyerek gülümsedi. Belli ki evin sahibinin yakınıydı, o koltuğa daha önce defalara oturmuş bir havası, rahatlığı vardı. Eleman yerinden kalkmaya yeltendi. “Yok yok sen otur, nereden alabileceğimi söyle” dedi dedem. “Buzdolabında, mutfakta...” diye cevap verdi eleman. Dedem oda kapısından çıkar çıkmaz, eleman bana döndü “Ne iş?” dedi. “Dedem” demekle yetindim. “Hep böyle çılgın partilere mi gidersin dedenle?” dedi kinayeli bir tavırla. “Çılgın parti demek... Gitmem aslında, biz bir barda içiyorduk, Simge arayıp çağırdı...” dedim ki dedem elinde iki bira şişesiyle içeri girdi. “Rahat ol dostum...” diyip göz kırptığımda, üzerimde birkaç çift göz hissettim. Bu gözler, gözken kulak olmaya çalışan, müziğin yüksek sesinden konuştuklarımızı duyamayan ve merakla bize bakan gözlerdi. Bu merak, çok geçmeden, salgın bir hastalık gibi odadaki tüm gözlere bulaştı. Hatta bir ara DJ kabinine bile bulaşmış olmalı ki, müziğin sesi biraz alçaldı. Derken, nihayet, ellerinde enerji içecekleri ve vodka ile Simge içeri girdi. “Selam millet ben geldim!” derken kalabalık içinde ayakta dikilen beni ve yanımdaki ihtiyarı farketti. “Volkannn!” diyerek gereğinden fazla bir samimiyetle bana doğru koştu. “Naber Simgecim, bu Fazıl... dedem...” dedim. “Merhaba Fazıl Bey... az önce dışarıdayken, bir mesaj gelmişti telefona, şaka sanmıştım,” dedi. Dedem elini uzatıp “Fazıl” dedi, bu tarz bir ortamda ‘bey’ kelimesini duymaktan hoşlanmadığını ima ederek. “Ne mesajı yav?” diye sordum. “Bir arkadaşın geldi, dedesiyle... diyordu mesajda... senin geldiğini tahmin ettim de, dedeni tahmin edemezdim tabii,” dedi gayet rahat bir tavırla ve hemen ardından bir kahkaha patlattı. Onun bu rahat tavrı bana cesaret verdi. Dedem, Simge ve ben mutfağa gidip kendimize enerji içecekleri ve vodkayla birer içki hazırladık. İçeri girdiğimizde küçük bir grup insanın sarma sigara içtiğini gördüm. Az evvel dedemin içki sorduğu elemanın gruba yaklaşıp, el uzatmasıyla sigara o gruptan çıkıp, birkaç kişinin daha dudaklarına daha değdi. Gruptaki elemanlardan biri şakayla karışık bir sesle “Eee orospu mangalına çevirdiniz. Ağız tadıyla takıldırtmadınız adamı, var şurada alın yapın kardeşim” dedi. Daha önce bir kez denemişliğim vardı bu mereti, ama dedemle birlikteyken ilk kez böyle birşeyle karşılaşıyordum. Ne yalan söyleyeyim, dedemi buraya getirmek istemememin en önemli nedenlerinden biri de bunun olmasından korkmamdı. Ama ok yaydan çıkmıştı bir kere. Safa yatmaya çalışarak, Simge’ye dönüp “O içtikleri nedir? ” diye sordum. Dedem alaylı bir bakış attı ve Simge’nin cevap vermesine izin vermeden “Haydi bakalım, bu kadar yeter, toparlan gidiyoruz” dedi. Sonra da kahkaha atarak “Ne demek ‘o nedir’, adamlar ot içiyor işte. Hiç denemedin mi yani sen şimdi?” dedi. “Ağzımı arıyor uyanık çakal” diye geçirdim içimden ve “Yooo...” diyerek dedeme hayatımın sayılı yalanlarından birini söyledim. “E dene bakalım o zaman. Bir kez denemekle alışmazsın nasılolsa.” “Yok” dedim “istemez... Yarın sabah işlerim var benim... Hatta yavaştan kaçalım derim”. “Peki... karar senin” dedi dedem. Dedemi benimsemiş olacaklar ki içlerinden biri “Daha saat erken be abi” bile dedi. İnsanlara iyi eğlenceler diledik ve çıktık. İstiklal Caddesi boyunca yürüdük. Konuşmuyorduk. Ben kafamı toparlayıp düşünmeye çalışıyordum. Dedem “Hop delikanlı! Pek bi durgunlaştınız” diye sataştı. Çakırkeyf bir hali vardı. “Yok” dedim “Düşünüyordum da...” “Neyi?” diye sordu. “Bu geceyi” dedim. Hemen ardından “İlginç bir geceydi di mi?” diye sordum. “Hayata geniş açıdan bakarsan değildi aslında...” dedi. “Nasıl yani?” diye sordum merakla... “Koskoca galakside, dünya adında bir gezegende, insanların ismini Türkiye koydukları bir ülkede, İstanbul denilen bir metropolde on binlerce evde yüz binlerce insan eğleniyordu bu gece. Biz de... ben binlerce Fazıl’dan ve sen binlerce Volkan’dan biri olarak - yani acıkan, susayan, çişi gelen yaratıklardan biri olarak- o evlerden birine uğradık. O evde, farklı ırklardan oluşan, farklı dilleri konuşan insanların değişik isimler verdikleri, birşeyler içiliyordu. Diğer gezegenlerde başka yaratıklar hakikaten varsa ve bizi görüyorlarsa, bayağı eğleniyorlardır aslında. Hele ki kağıda birşeyler sarıp, ucunu yakıp, dumanını içimize çekip, kafa bulduğumuzu, sonra da onun esiri olabildiğimizi görüyorlarsa...” “Hele de buna para denilen şeyden verdiğimizi ve bu parayı bir uğraş, bir emek karşılığında kazandığımızı ve bunu aptallaşmak uğruna elden çıkardığımızı görüyorlarsa hakikaten de ne komikmiş yav...” diyerek sözünü böldüm. “Farkında mısın bilmem ama insanlar bu aptallaşmaya eğlenmek diyorlar Volkancım. Sana dene istersen dedim: bunu doğru bulduğumdan değil yanlış anlama... sana olan güvenimden belki de... Ben de denemiştim gençlik yıllarımda bir kez. Sonra üzerinde düşünüp kendi doğrularımı kendim bulmuştum. Sen de bana benziyorsun...” ‘Sen de bana benziyorsun’ lafı yüzümde kocaman bir gülümsemeye dönüştü o an. “E hadi o zaman gidelim son bir tekila içelim, uzaylıları eğlendirelim” diyip bir kahkaha patlattım. *Kubrick: Stanley Kubrick. Amerikalı yönetmen. En önemli filmlerinden olan “2001: Space Odyssey” için şöyle bir yorumda bulunmuştur: “Eğer Leonardo, Mona Lisa tablosunun altına şöyle yazsaydı ona nasıl değer verebilirdik ?: ‘hanımefendi gülümsüyor çünkü sevgilisinden sakladığı bir sır var’ bu izleyiciyi gerçeğe zincirlerdi ve ben bunun 2001'e (Space Odyssey) olmasını istemiyorum." AGUSTOS 2005
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yeşim, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |