..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Çocuklarýn eðitimi, zaman kazanmak için nasýl zaman yitireceðimizi bilmemiz gereken bir meslektir. -Rousseau
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Öykü > Sevgi ve Arkadaþlýk > Mehmet Sinan Gür




20 Mart 2002
Safiye'nin Püskülleri  
Mehmet Sinan Gür
Safiye'nin diþi bir eþek olduðunu söylemezsem nereden bileceksiniz? Ama bu bir köy öyküsü deðil. Bir kent öyküsü de deðil. Bu deðiþimin öyküsü. Neyin deðiþimi derseniz, açýp okumanýz gerekecek.


:CDJD:
Geçtiðimiz yaz, bir arkadaþým güneyde kendi baþýna geziye çýkmýþtý. Sever böyle tek baþýna gezmeyi. Bana orada baþýndan geçen bir olayý anlattý. Gezi sýrasýnda çektiði fotoðraflarý gösterdi. Güzel fotoðraflar çekmiþ arkadaþým. Olayýn kahramanlarýný görmüþ gibi oldum. Anlattýðý þey çok hoþuma gitti; kaybolup gitsin istemedim. Ben de size aktarayým diye düþündüm. Arkadaþým burada size anlatacaðým her þeye tanýk olmamýþ ancak ben de o taraflý olduðum için bazý þeyleri kendimden katmakta bir sakýnca görmedim. Ýstedim ki yurdumun insanýnýn ne kadar sevecen olduðunu herkes bilsin, öðrensin. Görün bakýn zaman nasýl deðiþiyor...
...

Güneþin ilk ýþýklarý tanyerini aðartýyordu. Tek ayak üstünde uyuyan beyaz bir horoz, silkinerek baþýný gizlediði kanadýnýn altýndan çýkardý. Gözüne giren, bizim fark edemeyeceðimiz kadar az ýþýkla birlikte, biyolojik saati çalmýþtý. Üzerine düþen görevi hemen yerine getirmeliydi. Küçük ciðerlerinden beklenmeyen bir güçle öterek kümesteki tavuklarý, ahýrdaki hayvanlarý, evdeki sahibini ve bütün köyü ayaða kaldýrdý. Sesi alacakaranlýk gökyüzünde çýn çýn öttü; çok uzaklardan, diðer köylerden duyuldu. Sesle birlikte baþýný gizlediði yerden çýkaran komþu köyün horozu bu iþe çok bozuldu. Gene geç kalmýþ, ondan önce öten biri olmuþtu. Onun da güçlü ciðerleri vardý tabi. Hemen kýzgýnlýðýný dile getirdi. Horozlar karþýlýklý ötüþtüler. Birbirlerine kýzgýn sözler söylediler. Aðaran tanyeri, çizgiler, yeþilin rengi, ses, ýsý ve ýþýkla birlikte yerli yerine geliyordu. Yýldýzlar birer birer kaybolurken ovada yeni bir gün baþlýyordu.

Köylü Hasan, kent gürültüsünden uzakta, alýþmýþ olduðu yaþantýyý sürmekten hoþnuttu. Uykusunu, uyuþukluðunu üzerinden atmasý çok uzun sürmedi. Uyanýr uyanmaz ilk iþi, her zaman yaptýðý gibi ahýra gitmek oldu. Eþeði Safiye’nin yemine, suyuna baktý. Karýsý Gülbeyaz’la birlikte koyunlarý saðdý., tavuklarýn yemini verdi; dönüp karýsýnýn hazýrladýðý yer sofrasýnda çocuklarýyla bir güzel karnýný doyurdu. Hasan’la Gülbeyaz’ýn bir küçük kýzlarý bir de kundakta oðlan bebekleri vardý. Sofrada küçük kýzýna sordu:
     “Þehirden bir þey ister misin?”
Çocuk utangaç bir gülüþle.
     “Boya kitabý al.” Dedi.
     “Nasýl bir þeymiþ o?”
“Resimli, üstüne boya yapýlýyor.”
“Peki.” Dedi Hasan. “Boya kitabý” diye yineledi unutmamak için.
Gülbeyaz sitem etti.
     “Sen bu kýzý çok þýmarttýn.”
Hasan köy gelenekleri ile, ataerkil bir aile düzeni içinde büyümüþ olmasýna karþýn gerçekten de kýzýný kýramýyordu. Annesi de zaman zaman kýzýný kýskanýyordu. Hasan güldü. Belli ki karýsý da bir þey istiyordu. Sordu:
     “Sen ne istiyorsun?”
Kadýn da ayný kýzýnýn tepkisini gösterdi.
     “Toka.” Dedi kýzararak.
     “Toka mý? Yahu sana daha yeni toka almadýk mý?”
     “Olsun... Bir tane daha istiyorum.”
Hasan yine güldü.
     “Peki, alýrýz.” Dedi.
     “Baba bana da al.” Dedi yalvarýr bir sesle küçük kýz.
     “Peki sana da alýrýz.” Dedi Hasan.
Hasan kente gidip, günlük yumurtalarý ve eþiyle birlikte saðdýklarý sütü satacaktý. Kahvaltýdan sonra yeniden ahýra gidip eþeði Safiye’yi yola hazýrladý. Koþumlarýný, kulaklarýnýn, baþýnýn kenarýna püsküllerini taktý. Semerini, üstüne sýrtýna binince ayaklarýný sarkýtacak kadar bir pay býrakarak boþ bir heybe ve sarý renkli, kamýþ örgüyle yapýlmýþ yumurta sepetini, süt dolu bakracý birbiriyle dengeleyerek yerleþtirdi. Safiye’yi dizginlerinden tutup ahýrdan çýkardý.

Safiye, diþi bir eþekti. Bunda bir gariplik yok. Ýki yandan sallanan kocaman iki tane kulaðý, hüzünlü bakan iki karagözü, küçük ve nazik adýmlar atan ince bacaklarý vardý. Sanýldýðý gibi inatçý da deðildi. Sahibi onu nereye çekerse oraya giderdi. Sahibinin göbekli gövdesini ve yükleri taþýmakta biraz zorlansa da pek yadýrgamýyordu. Ýyi bir adamdý sahibi. Dövmüyordu; yemini suyunu eksik etmiyordu. Bütün iþi sahibini, bazen de biraz yükü þehirle köy arasýnda taþýmaktý. Bir de baþýna bir anlam veremediði süsler asýyordu sahibi. Bir eþeðin baþýna püsküller takýlmazsa, eþek yükünü taþýmaz mýydý acaba? Ne Safiye’nin, ne Hasan’ýn bunu düþündüðü pek söylenemezdi ama Hasan Safiye ile kente gideceði zaman, küçük deri parçalarýndan yapýlmýþ, içine gül niyetine kýrmýzý yün ve renkli boncuklar yerleþtirilmiþ püskülleri takmayý hiç ihmal etmezdi. Püsküller aslýnda Safiye’den çok Hasan’ý ilgilendiriyordu. Bunlarý takmak Hasan’ýn içinden geliyordu. Takmazsa sanki yaþamýnda bir þeyler eksik kalmýþ gibi hissediyordu.

Hasan ahýrýn önünde karýsý ve kýzýyla vedalaþtý. Gülbeyaz’ýn getirdiði, evden çýkarken unuttuðu klasik köylü þapkasýný baþýna geçirdi. Kýz, babasýnýn iþ görmekten nasýrlaþmýþ kocaman elini yalnýzca bir parmaðýndan tutarak öptü. Eþeðin sýrtýna binmek için, nereden geldiði belli olmayan, ahýrýn önünde duran düzgün kesilmiþ antik taþýn üzerine çýktý. Þalvarýný topladý. Yerine yerleþip ayaklarýný da iki yandan sarkýttýktan sonra yola koyuldu.

Kente kadar az iniþli çýkýþlý yaklaþýk üç kilometre yollarý vardý. Güneþ yeni doðmuþ, yükseliyordu. Hiç rüzgar esmiyordu. Gün, sýcak geçeceðe benziyordu. Akdeniz, çok yakýnda ama her gün görmekten ova halkýnýn ve haliyle Hasan’ýn varlýðýnýn farkýnda olmadýklarý yüksek bir sýradaðýn ardýndaydý. Uzaklarda, toprak bir yolda giden bir traktörün kaldýrdýðý toz bulutu göründü. Safiye’nin hiç acele etmeden içinde yürüdüðü ova, göz alabildiðine yeþillikle kaplýydý. Biraz yüksekten bakýldýðýnda yeþil tarlalarýn arasýna kan damarlarý gibi daðýlmýþ yollar, tarlalar arasýnda sýnýrlarý belirleyen dut ve kavak aðaçlarý, ovaya can veren nehrin yataðý görülebiliyordu. Bir ziraatçýnýn dediði gibi, “Bu ovaya parmaðýný diksen adam biter”di. Öyle verimliydi.

...

Hasan kente geldiðinde hava aydýnlanmýþ, dükkanlar ise henüz açýlmamýþtý. Caddede tek tük insanlar geziniyordu. Hasan tanýsýn tanýmasýn, gördüðü her insanla selamlaþýyordu.
     “Merhaba, merhaba.”
Bazý insanlar alýþkanlýkla selama karþýlýk veriyorlar, bazýlarý biraz þaþýrýyordu. Sýrtýnda bir çanta taþýyan genç görünüþlü bir adam da þaþýranlardandý. Fakat þaþýrsa da Hasan’ýn selamýný aldý.
     “Selam vermek lazým.” Dedi Hasan içinden. “Buralýysa hemþehrimizdir, deðilse misafirimizdir; ayýp olmasýn.”

Biraz ileride, yabancý plakalý bir minibüsün yanýndan geçerken minibüsün yanýnda duran sarýþýn, uzun boylu, þort giyinmiþ bir adam gördü. Eh, bu adam hiçte yerliye benzemiyordu. Ama Hasan ona da, elini þapkasýna götürerek selam vermekte tereddüt etmedi.
     “Merhaba, merhaba.”
Turist olduðu her halinden belli olan adam, ilk þaþkýnlýðý atlattýktan sonra gülümsedi. O da hemen eðildi, selam verdi. Kendi dilinde - “Merhaba” anlamýnda olacak - bir þeyler söyledi. Sonra Hasan’a biraz yüksek sesle seslenip dur dermiþ gibi ellerini iki yana açtý; Hasan þaþýrdý. Turist telaþla minibüse dönerek, içeride oturan arkadaþlarýna seslendi. Hasan Safiye’nin sýrtýnda yanlarýndan geçerken turistin arkadaþlarý heyecanla fakat gülerek arabadan fýrladýlar. Hep birlikte Hasan’ý durdurup onunla konuþabilme çabasý içine girdiler. Turistler ellerini, kollarýný kaldýrýyorlar, bir taraftan Safiye’yi gösteriyorlar, kendi dillerinde konuþuyorlar, Hasan bir Safiye’ye, bir turistlere bakýyor ama hiçbir þey anlamýyordu. Þaþkýnlýkla çevresindekilere bakýndý.
     “Yahu ne diyor bu adamlar? Ne istiyorlar? Yok mu anlayan biri?”
Çevredeki bir iki kiþi ilgilenip toplanmaya baþlamýþtý. Ona doðru yaklaþanlardan birine sordu.
“Hemþerim, sen anlýyor musun? ”
Konuþtuðu adam biraz önce selamlaþtýðý, sýrtýnda çanta olan adamdý. Adam uzaktan onlarý izlemiþ, haliyle anlaþamadýklarýný görünce yardýma gelmiþti.
     “Evet, ben anlarým dayý.” Dedi. Turistlerle konuþmaya baþladý.
Turistler heyecanla adama döndüler. Bir þeyler anlattýlar.
     “Ha,” dedi adam, baþýný salladý, Hasan’a döndü. “Eþeðe binmek istiyorlarmýþ. Acaba izin verir mi diyorlar.”
Hasan güldü. Hem de rahatladý.
     “Haa, anlaþýldý. Tabi, baþým üstüne.” Dedi.
Hemen aþaðý indi. Turistler sevinçle ellerini çýrptýlar. Uzun boylu turistin binebilmesi için uygun bir yer arayýp bulmak o kadar zor olmadý. Ýte çeke Safiye’nin üzerine binen turistin boyu o kadar uzundu ki neredeyse ayaklarý yere deðecek gibi oldu. Arkadaþlarý çevresinde sevinçle, coþkuyla alkýþlýyorlardý. Hasan Safiye’yi çekip onu arkadaþlarýnýn eþliðinde biraz gezdirdi, birkaç tur attýrdý. Adam, arkadaþlarý da binmek istedikleri için istemeyerek indi. Diðerleri de birkaç tur attýlar, heveslerini aldýktan sonra Hasan’a teþekkür ettiler.

Hasan çantalý adama dönüp izin istedi.
     “Turist beylerin keyfi yerine geldi. Artýk ben gitsem iyi olacak.” Dedi. “Süt kesilecek yoksa.”
Turistler Safiye’den inmiþlerdi ama hala onu gösterip bir þeyler söylüyorlardý. Hasan “ne diyorlar” der gibi çantalý adama baktý.
     “Semeri ve heybeyi satýn almak istiyorlar.” Dedi çantalý adam.
     “Ne? Satýn mý almak istiyorlar? Ama onlarý satamam ki? Bana lazým. Ýsterlerse yumurta ve süt satabilirim ama onlar olmaz.”
Çantalý adam bu kez turistlere dönüp Hasan’ýn söylediklerini çevirdi. Turistler hak verdiklerini belirtmek için baþlarýný salladýlar. “Ya, ya” deyip duruyorlardý. Biraz daha bir þeyler konuþtular.
     “Senden süt ve yumurta alacaklar.”
     “Hemen vereyim. Söyle onlara, bu süt onlarýn bildiði sütlere benzemez. Kaynatmalarý gerekir. Ama eminim hayatlarýnda böyle süt içmemiþlerdir.”
Hasan süt ve yumurtayý verirken bir taraftan nasýl yardýmcý olabileceðini düþünüyordu.
     “Ben çarþýya gidiyorum. Ýsterlerse, onlarý bir semerci ustasýna götürebilirim.”
Çantalý adam çeviriyi yapýnca turistler sevinçle kabul ettiler. Ýkisi kýz dört genç turist, çantalý adam, Hasan ve Safiye, çarþýya doðru yürümeye baþladýlar. Çevredeki çocuklardan birkaç kiþi de peþlerine takýldý. Yolda Hasan çantalý adama sordu.
     “Turistler nereden gelmiþler?”
     “Danimarkalýlarmýþ. Þimdi anlaþtýðýmýz dil onlarýn dili deðil. Konuþmalarýný iyi anlýyorum o yüzden.”
     “Sen de buralý deðilsin galiba, hemþerim.”
     “Evet, ben de yabancý sayýlýrým. Biraz önce Ýstanbul’dan otobüsle geldim. Uzak mýdýr semerci?”
     “Hayýr, neredeyse geldik. Ama ben gitmeliyim. Sütü, yumurtalarý satacaðým. Turistler sana emanet.”
     “Tamam dayýcýðým, sen merak etme, ben onlarla kalýrým.”

Þimdi bunu bir de arkadaþýmýn aðzýndan dinleyelim. Arkadaþýmýn anlattýðýna göre otobüsten daha yeni inmiþ, ne yapacaðýný düþünüyormuþ. Garajdan çýkýp birkaç adým attýktan sonra eþek sýrtýnda, hiç tanýmadýðý bir adam ona gülümseyerek selam vermiþ. “Þaþtým kaldým” diyor arkadaþým. “Ama ben de hemen selam verdim; kaçýrmadým.” Diye ekliyor. Adamýn arkasýndan bakarken turistlerin çevresini sardýðýný görmüþ. Tabi köylü adam nereden bilsin yabancý dil... Onun saðýna soluna bakýndýðýný görünce hemen yardýmýna koþmuþ. “Ýki kültür birbiriyle karþýlaþtý. Ben de arada kaldým. Hani olur ya birbirine uymayan iki makine parçasý yardýmcý bir parça ile uyar hale gelir; bilgisayarcýlarýn arabirim dedikleri þey. Ýþte tam öyle oldu. Neyse anlaþabildiler. Sonra oradan semerciye gittik.” Diyor arkadaþým.

Ayný olayý uzun boylu turist anlatsa nasýl olurdu acaba diye düþündüm. Diyelim ki adam gezisini tamamlayýp ülkesine dönmüþ olsun. Oradaki arkadaþý neler yaptýnýz diye sorsun; adam da anlatsýn.

“Türkiye’nin güneyinde bir yerdeydik. Köy gibi küçük bir kente daha yeni gelmiþtik. Sabah olmuþtu. Arkadaþlar içeride hala uyukluyorlardý. Ben ayaklarýmý çalýþtýrmak için minibüsten inmiþtim. Baktým karþýdan bir adamla gerçek bir eþek geliyor. Ben ve arkadaþlar ömrümüzde kitaplardan baþka yerde eþek görmemiþiz. Sen gördün mü hiç? Nasýl heyecanlandým bilemezsin. Eþekli adam bana selam vermez mi? Sevinçten uçacaktým. Hemen arkadaþlarý kaldýrdým. Eþeðin çevresini sardýk. Önce anlaþamýyorduk. Biz söylüyoruz, eþeðe binmek istiyoruz diyoruz, adam bir þey anlamýyor. Neyse, çantalý bir adam geldi. Bize çevirmenlik yaptý. Orada eþeðe bindik. Çok eðlenceliydi. Sonra adamdan sütle yumurta satýn aldýk. Süt inanýlmaz lezzetteydi. Adamýn dediði gibi kaynattýk. Üstü bir parmak kaymak tuttu. Hiç öyle süt içmemiþtim. Neyse konuyu daðýtmayayým. Eþeðin semeriyle heybesini çok beðendik. Almak isteyince bizi bir semerciye götürdüler. Ýþte bunlarý oradan satýn aldýk.”

...

Semerci Süleyman dükkanýný daha yeni açmýþtý. Akþam dükkaný kapatýrken küçük dükkanýna týktýðý mallarýný dýþarý çýkarmakla meþguldü. Baktý, ileriden bir kalabalýk geliyor. Ýlgisini önce turistler çekti. Sonra Hasan’ý seçebildi. “Þu bizim Hasan deðil mi?” dedi içinden. “Tamam da, bu adamlar kimler?” diye düþünürken, Hasan’ýn uzaktan gülerek el salladýðýný gördü.
     “Merhaba Süleyman amca... Sana müþteri getirdim. Bu turist beyler Safiye’nin semerini satýn almak istediler; ben de sana getirdim onlarý.”
Semerci Süleyman þaþkýn bakarken,
     “Ben size anlaþmanýzda yardýmcý olacaðým.” Dedi çantalý adam.
Süleyman gülümsedi. Hemen buyur etti, onlara oturacak yer hazýrladý. Ýçeriden hasýr örülü küçük tabureler çýkardý; dükkanýn önüne dizerken Hasan,
     “Ben gideyim artýk.” dedi ve vedalaþtý, gitti.
Süleyman çantalý adama sordu.
     “Anladýðým kadarýyla bunlarýn hayvaný yok. Ne diye istiyorlar ki semer almak?”
     “Süs olarak kullanacaklarmýþ. Herkes gittiði yerden aný olsun diye bir þey alýr. Bunlar da semer almak istediler herhalde. Ha, bir de heybe almak istiyorlar.”
     “Heybeyi anladým da, haydi onu süs diye duvara asarsýn; ama semer...”
     “Ustacýðým sen boþ ver. Ne yapacaksýn? Sat bir semer olsun bitsin.”
     “Peki, nasýl bir semer almak isterler acaba?”
Çantalý adam soruyu turistlere çevirdi. Turistler gözlerini dükkanýn içlerine çevirdiler. Dükkanda gözün görebildiði her yer, duvarlara, tavana asýlmýþ türlü çeþitli semerlerle doluydu. Bir köþede ustanýn iþ masasý duruyordu. Yanýnda patiska kumaþlar ve koyu kýrmýzý renkli deri parçalarý, büyük dikiþ iðneleri, çuvaldýzlar ve kalýn iplik yumaklarý, semerin iskeletini oluþturan ahþap çatkýlar vardý. Derinin kokusu dükkanýn duvarlarýna sinmiþti. Bir köþede az bir miktar saman yýðýlý idi. Ýþ masasýnýn üzerinde bir kutuda koyu renkli çiviler ve bir çekiçle birlikte bir gün önceden kalma, bitirilmeyi bekleyen yarýsý dikilmiþ bir semer duruyordu
     “Ýþte,” dedi Süleyman, “bizim dükkan gördüðünüz gibi... Semerlerin büyükleri var, küçükleri var...”
     “Semerlerin üstü deri, altý kumaþ.” Dedi çantalý adam.
     “Evet.”
     “Neden hepsini deri yapmýyorsunuz?”
     “Deri hem çok pahalý hem de deri yaparsak hayvanýn derisi nefes alamaz. Terler, yara olur, huysuzluk yapar, kimseyi bindirmez. Kumaþý samanla doldururuz. Böylece hayvanýn sýrtý havalanýr, yara olmaz. Deri de dýþarýdan çok aþýnan yerlerini korur.”
     “Yaptýðýnýz iþ biraz mobilyacýlýða benziyor.”dedi çantalý adam. Bir yandan konuþmalarý çeviriyordu.

Turistler bir semer beðendiler. Fiyatýný sorup öðrendikten sonra pazarlýk etmeden parayý ödediler ve mutlu bir þekilde semerciyle ve çantalý adamla vedalaþtýlar. Ayrýlýrken iki taraf da birbirine teþekkür etti. Uzaklaþýrlarken bir turist semeri uzun boylu turistin sýrtýna yerleþtirmeye çalýþýyordu.

Dükkanda semerci ile çantalý adam kaldý. Süleyman semer satmýþ olmaktan mutlu olmuþtu. Çantalý adama teþekkür etti. Sonra tezgahýnýn baþýna geçti. Yarým kalan semeri önüne alýp çalýþacaktý. Dükkan çantalý adamýn da hoþuna gitmiþti. Hemen ayrýlmak istemedi.
     “Biraz burada oturabilir miyim? Nasýl çalýþtýðýna bakmak istiyorum.” Dedi çantalý adam.
     “Tabi...” dedi Süleyman. “Ne kadar istersen. Adýný neydi senin?”
     “Mustafa...” dedi çantalý adam. “Senin?” diye sordu.
     “Süleyman... Ne iþ yaparsýn Mustafa oðlum?”
     “Arkeolog... Tarihi kazý yaparým. Hani müzede duran þeyler var ya, onlarý çýkarýrým. Ýstanbul’da otururum. Nerede iþ bulursam orada çalýþýrým.”
     “Buraya gezmeye geldin herhalde.”
     “Öyle denebilir. Ben aslen buralýyým.”
     “Yaa.. Kimlerdensin?”
     “Tanýmazsýn ustacýðým. Biz buradan gideli çok oldu.”
Süleyman bunlarý sorarken kalýn bir ipliði çuvaldýzdan geçirmekle meþguldü. Bir zaman konuþmadý. Sessiz sedasýz iþini yaptý. Bir yandan kumaþla derinin arasýndan taþmýþ samanlarý içeri týkarken, deri ile kumaþý gerdirerek, büyük ilmekler atarak birbirine dikiyordu. Mustafa da hiç konuþmadan, ilgiyle onun yaptýklarýný izliyordu.
     “Memnun musunuz iþinizden?” diye sordu Mustafa.
Süleyman irkildi; baþýný kaldýrýp çantalý adama acýyla, sanki nefretle karýþýk bir bakýþ attý. Yüzünde bir sýkýntý, þüphe, üzüntü ifadesi, karanlýk bir ýþýk dolaþtý; ama konuþmadý. Soruyu sevmemiþti. Ýþine devam edip bir süre yanýt vermedi. Nefes alýþý deðiþmiþti. Neredeyse aðlayacak gibiydi. Dudaklarýnýn titremesine engel olamýyordu. Sonra pimi çekilmiþ bir bomba gibi patladý.
     “Maalesef... Mesleðimiz ölüyor. Çýraðým bile yok; iþte görüyorsun. Memlekette hayvan kalmadý. Herkes artýk araba kullanýyor. Hayvanlar önce þehirde yok oldular. Köylerden gelenler oluyordu; þimdi o da azaldý. Çok az hayvan kaldý. Atý, eþeði ölen hayvan yerine araba alýyor. Semerleri satamýyorum. Kimse almýyor. Ýhtiyaç olmayýnca neden alsýnlar?”

Çuvaldýzý semerin kumaþýna saplayýp elini yüzünde dolaþtýrdý. Yanaðýný, boynunu kaþýdý. Yüzü biraz daha buruþtu. Konuþmaya ve iþine devam etti.
     “Babam da semerciydi. Semer yapmayý babamdan öðrendim. Ben baþka þey yapmasýný bilmem. Benim mesleðim bu; anlýyor musun? Ýnsan mesleðinden para kazanýr. Yani hayat böyle sürer. Bir insan mesleðinden de para kazanamazsa nasýl yaþar? Çocuklarý okutuyorum. Onlarý semerci yapmadým, bu iþe sokmadým; aç kalmasýnlar diye. Bütün malzemelerin fiyatý artýyor. En çok deri pahalandý. Çok zor geçiniyorum. Biraz daha kötüye giderse para yetiþmeyecek. Ne yapacaðýz bilmiyorum.”

Süleyman hýrslanmýþtý. Tanýmadýðý bir adama bunlardan söz ettiði için, sanki özel yaþantýsýna ait gizli kapaklý bir þey söylemiþ gibi biraz da utanç duyuyordu. Samanlarý yerine normalden sert bir þekilde dürterken ahþap çatkýlarýn çivilerinden birine parmaðýný sýyýrdý. Aðzýyla, diliyle akan kanýný durdurduktan sonra hiçbir þey olmamýþ gibi iþine devam etti.

Çantalý adam üzgün, Süleyman’ý dinliyordu.
     “Ýþlerin iyiye gittiði görülmemiþ ki zaten.” Diye mýrýldanýr gibi konuþtu.
Önünde beyaz önlük baðlý seyyar bir çaycý çay getirdi. Hem çay içtiler, hem konuþtular. Süleyman yaþam öyküsünü,. Mustafa o kentte geçirdiði küçüklüðünü anlattý. Eski güzel günlerden söz ettiler. Dýþarýdan, yakýndaki bakýrcý dükkanlarýndan çekiç sesleri, çarþýdaki seyyar satýcýlarýn alçak perdeden baðýrýþlarý geliyordu. Zamanýn nasýl geçtiðini fark etmediler. Semerci Süleyman öðleye doðru semeri bitirebildi.
     “Bunu da bitirdik. Yeni bir taneye baþlamalýyým ama artýk öðleden sonra...”
Mustafa saatine baktý.
     “Geç olmuþ, gitmeliyim.” Dedi.
Tam gitmek için kalkmýþtý ki kapýda Safiye ve Hasan göründüler.
     “Merhaba, nasýlsýnýz? Ne oldu? Sattýnýz mý semer?”
     “Evet, aldýlar bir tane.”
     “Ne yapacaklarmýþ semeri?”
     “Hediyelik eþya.” Dedi Mustafa.
Birlikte güldüler. Süleyman sordu.
     “Hediyelik eþya bizi kurtarýr mý dersin Mustafa oðlum?”
     “Neden olmasýn? Sizin de farkýnda olduðunuz gibi yaþam deðiþiyor. Hayvanlar azalýyor. Yerine motorlu araçlar kullanýlýyor. Evet, artýk hiçbir þey eskisi gibi olmayacak. Bazý kapýlar kapanacak. Fakat onun yerine yeni kapýlar açýlacak. Açýlmak zorunda. Belki bu hediyelik eþya dediðim þey onlardan biridir.”

Köylü Hasan ve Semerci Süleyman, çantalý adam Mustafa’yý dinlediler ama pek ikna olmuþa benzemiyorlardý. Mustafa da fark etti, üstelemedi.
     “Sizinle tanýþtýðýma çok sevindim.” Dedi Mustafa. “Buraya yeniden gelmek isterim.”
     “Tabi, her zaman bekleriz.” dedi Süleyman.
     “Köye de gelin, bizim misafirimiz olun.” dedi Hasan.
Mustafa kesinlikle geleceðini söyledi. Vedalaþtýlar. Çantalý adam gitti. Hasan’la Süleyman da vedalaþtýlar.

Güneþ gün ortasýna gelmiþti; sarý sýcak her yeri kavuruyordu. Hasan’la Safiye baþ baþa kalmýþlardý. Hasan kasketini geriye attý; cebinden bir mendil çýkarýp kasketinin koruduðu, yanýk yüzüne göre beyaz kalmýþ alnýnda, ensesinde gezdirdi; terini kuruladý; sonra siperliði eski yerine getirip kasketini düzeltti ve köyün yolunu tuttu.
     “Haydi bakalým, Safiye haným... Ha gayret... Yolumuz uzun... Ýþler bizi bekliyor. Haným da, kýz da yolumuzu gözlüyor. Onlarý bekletmeyelim...”

Hasan yine Safiye’nin sýrtýna kurulmuþ, saða sola selam vererek keyifle köyüne dönerken aklýna bir þey geldi; bir an için yüzünü ekþitti. “Nereden çýktý bu boya kitabý?” dedi içinden. “Bizim çocukluðumuzda var mýydý böyle bir þey? Toka... Tokayý da anlayamýyorum. Haným bir yandan, çocuk bir yandan bayýlýyorlar tokaya. Köye gidince soracaðým, bakalým babam gençliðinde anacýðýma hiç toka almýþ mý?”

Safiye asfalt yolda küçük, kibar adýmlarla týkýr mýkýr yürürken her adýmda püskülleri, kulaklarý sallanýyordu. Süt ve yumurtalar satýlmýþtý. Ýki yanda boþ bakraç ve yumurta sepeti ile birlikte, heybenin gözlerinde Hasan’ýn köyde ihtiyaç duyduðu ufak tefek gereçler ve bir boya kitabý görünüyordu. Tokalarýn sarýlý olduðu paket küçük olduðu için heybenin dibine kaçmýþ, görünmüyordu.

...

Arkadaþým daha sonra Hasan’ýn köyüne gitmiþ. Öykünün baþýnda sözünü ettiðim antik taþý görmüþ; þok geçirmiþ. Çok eskiden kalma bir taþmýþ. Bana zamanýný söyledi ama aklýmda tutamadým. Büyük Ýskender zamanýndan mý neymiþ. Hasan da o taþýn nereden geldiðini bilmiyormuþ. “Ben kendimi bildim bileli bu taþ buradadýr.” Demiþ Hasan. Bir taþýn neden bu kadar önemli olduðuna bir anlam verememiþ.
“Ýstersen,” diyor arkadaþým, “seneye birlikte gideriz. Mutlaka görülmesi gereken yerler var. Sen de görmelisin. Çarþýya adýmý attýn mý birkaç yüzyýl geriye gitmiþ gibi oluyor insan. Bugüne kadar çok az deðiþmiþ. Ama o semerciyi orada bulur muyuz, iþte orasý kuþkulu.”

Þimdi yazýn gelmesini bekliyorum. Zaten çoktandýr güneye gitmemiþtim. Ýyi olacak; iyi olacak...

18.Mart.2002



Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.

Yazarýn sevgi ve arkadaþlýk kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Balerinin Ölümü

Yazarýn öykü ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Bir Ruh Çaðýrma Operasyonu
Çoban Yýldýzý
Mahalle Baskýsý
Kýrmýzýlý Ev
01 03 Celladýn Önündeki Adam
Trafik Iþýklarýna Uyan Köpek
Üniforma
Karýþýklýk
Kabus

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Nazým Hikmet'ten Çanakkale Þiiri [Þiir]
Ateþ ve Ölüm (Bütün Þiirler 16. 07. 2009) [Þiir]
Seni Seviyorum Bunalýmý [Þiir]
Ýncir Aðacý [Þiir]
Bir Dosta E - Mektup [Þiir]
10 Aðustos 1915 Anafarta Ovasý [Þiir]
Sevgisizlik [Þiir]
Mor Çiçekler [Þiir]
Eskiden [Þiir]
01 02 Yamantau [Roman]


Mehmet Sinan Gür kimdir?

Yazmayý seviyorum. Bir tümce, bir satýr, bir sözcük yazýp altýna tarihi atýnca onu zaman içine hapsetmiþ gibi oluyorum. Ya da akýp giden zamaný durdurmuþ gibi. . . Bir fotoðraf, dondurulmuþ bir film karesi gibi. Her okuduðunuzda orada oluyorlar ve neredeyse her zaman ayný tadý veriyorlar. Siz de yazýn, zamaný durdurun, göreceksiniz, baþaracaksýnýz. . . . Savaþ cinayettir. Savaþ olursa pozitif edebiyat olmaz. Yurdumuz insanlarý ölenlerin ardýndan aðýt yakmayý edebiyat olarak kabullenmiþ. Yazgýmýz bu olmasýn. Biz demiþtik demeyelim. Yaþam, her geçen gün, bir daha elde edemeyeceðimiz, dolarla, altýnla ölçülemeyecek bir deðer. (Ancak baþkalarý için deðeri olmayabilir. ) Nazým Hikmet’in 25 Cent þiiri gerçek olmasýn. Yaþamý ýskalamayýn ve onun hakkýný verin. Baþkalarýnýn da sizin yaþamýnýzý harcamasýna izin vermeyin. Çünkü o bir tanedir. Sevgisizlik öldürür. Karþýmýza bazen bir kedi yavrusunun ölümüne aldýrmamak, bazen savaþa –yani ölüme- asker göndermek biçiminde çýkar. Nasýl oluyor da çoðunlukla siyasi yazýlar yazarken bakýyorsunuz bir kedi yavrusu için þiir yazabiliyorum. Kimileri bu davranýþýmý yadýrgýyor. Leonardo da Vinci’nin ‘Connessione’ prensibine göre her þey birbiriyle ilintilidir. Buna göre Çin’de kanatlarýný çýrpan bir kelebek Ýtalya’da bir fýrtýnaya neden olur. Ya da tam tersi. Ýtalya’daki bir fýrtýnanýn nedeni Çin’de kantlarýný çýrpan bir kelebek olabilir. Bu düþünceden hareketle biliyorum ki sevgisizlik bir gün döner, dolaþýr, kaynaðýna geri gelir. "Düþünüyorum, peki neden yazmýyorum?" dedim, iþte böyle oldu. .

Etkilendiði Yazarlar:
Herþeyden ve herkesten etkilenirim. Ama isim gerekliyse, Ömer Seyfettin, Orhan Veli Kanýk, Tolstoy ilk aklýma gelenler.


yazardan son gelenler

bu yazýnýn yer aldýðý
kütüphaneler


yazarýn kütüphaneleri



 

 

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Mehmet Sinan Gür, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.