..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Şahin bakışlı, ahu gözlü, şirin davranışlı ve tatlı sözlü idi. -Fuzuli, Leyla ve Mecnun
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Anı > Mehmet Sinan Gür




25 Temmuz 2005
Üniforma  
Mehmet Sinan Gür
Bu kısa bir askerlik anısı ve öyküsüdür.


:CBAI:
Terhislerine birkaç gün kalmıştı. Sekiz aylık er olarak yapmışlardı askerliklerini. Zor sayılmayacak bir dönem geçirmişlerdi. Hemen hemen hiç dayak yememişlerdi. Yirmi aylıklarla karışık olarak yaptıkları için arada bir yanlışlık ve dövme girişimi olmuştu. Eksi otuz derecede nöbet tutmamışlardı. Ama yine de sabah ayazında parmakları tutmadığı için tüfeği doldurup kapamak, nişan alıp tetiği çekmek zor oluyordu. Karların içine yatmamışlardı. Onun yerine daha ılık olan suların içine yatmışlardı. Havanın kapalı olduğu günlerde yağmur yağana kadar eğitim yapmak zorunda oldukları için yağmur başlayınca hemen kaçamazlar, üzerlerindeki parkaya, keçeli eğitim giysilerine rağmen İzmir’in yağmurunda donlarına kadar ıslanırlardı. Kenan buradan ömrü boyunca geçmeyecek bir bronşit sahibi olup çıkmıştı. Sportmen biri de değildi. Koşularda hep geride kalırdı. Bir zaman sonra tüfeği çapraz tutmayı beceremez, kolları düşerdi. Dikenli tellerden geçerken, yerlerde sürünürken hep en sona kalırdı, bir türlü becerememişti. Bir teğmen bir gün “Bu niye gitmiyor?” diye sorduğunda, “Bu hep böyle komutanım” demişti eğitim çavuşu.

Fazla zorlanmamışlardı. Ama gece nöbetlerinde elinde tüfek çapraz tutuşta devriye gezerken, yani ayakta yürürken uyuyanlar olmuştu. Bir gün Kenan nasıl olduysa halata tırmanabilmiş, ama en tepede birden gücü kesilmiş, o yüzden yere biraz hızlı inmiş, elleri nasırlı olmadığı için parmak derilerinin bir kısmını halat üzerinde bırakmıştı. Tesadüf sonucu o gün karavana sırası gelmiş, yaralı elleriyle bulaşık yıkamak zorunda kalmıştı.

İzmir istihkâm er eğitim alayı, ikinci çavuş talimgah bölüğünde uzun dönem askerlerle birlikte 40 kişilik bir üniversite mezunları takımı oluşturulmuştu. Askerlik tarihinde ilk kez oluyordu bu durum. Eğitimin askerliğe etkilerini test ediyordu komutanlar. Gerçektende ince işlerde, örneğin nişancılıkta takımın belirgin bir becerisi vardı. Kenan nişancılar arasına girmişti. Roketatar atışı taliminde Kenan ve birkaç kişi daha 200 metre uzakta duran hurda tankın ağzından içeri basket yapmışlardı.

Yirmi aylıklar ise iki yıllık yüksek okul, üniversite terk, lise mezunu, lise terk ve az miktarda ortaokul mezunundan oluşuyordu. Bunların içinde yasa değişikliği yüzünden birkaç gün farkla subay olma hakkını yitirenler bile vardı. Özellikle onlar ve geri kalanların çoğu üniversitelilere diş biliyordu. Bazen açık açık bunu dile getiriyorlardı.

Sekiz haftalık temel eğitimden ve yemin töreninden sonra çavuş oldular. Her birine yirmi aylık 30 acemi er verildi. Eğitimde öğrendiklerini onlara öğrettiler. Onlardan sonra ikinci dalga sekiz aylıklar geldi. İçlerinde Kenan’ın okuldan tanıdığı arkadaşları vardı. Ama askerlik askerlikti ve sivil yaşantıdan farklıydı. Kenan asker olmuştu, yada öyle görünüyordu. İlk karşılaşmada yanına sarılıp öpüşmeye gelenleri uzaklaştırdı. Şaşırdılar ama saçları üç numara kesilip yeşilleri giydikten sonra anlar gibi oldular. Birkaç dakika önce cıvıl cıvıl konuşan gençler saçları önlerine dökülür dökülmez nedense sus pus oluyorlardı. Kenan’a da olmuştu aynısı. Aradan ancak iki gün geçtikten sonra yeniden cıvıldaşmaya başlıyorlardı. Fazla zorlanmamışlardı.

Askerliklerinin bitmesine yakın yirmi aylıklardan bir çavuş Kenan’a yaklaştı.
“Siz gidiyorsunuz. Biz daha devam edeceğiz. Üniformam talimlerde yıprandı. Giderken kendininkini bana verir misin? Benim üniformamı da kendininki gibi teslim edersin.”
Kenan hiç düşünmeden olur dedi.
Son gün yemekhanede oturup eğlenmelerine izin verildi. Birlikte oturup şarkılar söylediler, çay içtiler. Gece 12 de yatmaları istenmişti. Süreyi aşmadan koğuşlarına döndüler.

Başka askerler terhis olurken birbirlerinin apoletlerini, pırpırlarını söküyorlardı. Bu hareket şakadan çok askerde çekilen sıkıntılara isyan özelliği taşıyordu ister istemez. Sekiz aylık arkadaşlarından Beytullah yirmi aylıkların birbirlerine yaptıkları eşek şakasını Kenan üzerinde denemek istedi. Pırpırlarından tutunca Kenan hemen durumu anladı.
Yapma Beytullah! Yapma diyorum! Başkasına vereceğim üniformayı… Yapma!.. Yapma!..
Ama Beytullah arkadaşını dinlemedi. İki eliyle iki yandaki çavuş pırpırlarına asıldı. Kenan ellerini tutmaya çalıştıysa da beceremedi. Pırpırların dikişi kumaştan daha sağlamdı. Pırpırlar söküleceğine kumaş iki yandan yırtıldı.
“Ulan hayvan! Eşek herif! Manyak! Deli! Hayvan!.. Hayvan!..”
Gürültüye nöbetçi ast subay uyandı. Bağırarak odadan çıktı.
“Ne oluyor ulan burada? Ne bu gürültü?”
Askerler esas duruşa geçtiler.
“Yarın askerliğimiz bitiyor komutanım. Beytullah çavuş pırpırlarımı sökmek istedi. Durdurmak istedim ama söz dinletemedim. Pırpır yerine üniformamı yırttı.”
Konuşurken Kenan’ın gözlerinden yaş gelmeye başladı.
“Ben onu başkasına verecektim. Benden istediler. Söz verdim… Söz vermiştim… Yırttı üniformamı…” Yüzünün buruşmasına engel olamadı.
“Dingonun ahırı mı lan burası?” Diye gürledi ast subay. “Dua edin ki yarın gidiyorsunuz. Yoksa şimdi ikinizin de askerliğini yakardım.”

O gece yırtık üniformayı ve üzerine zimmetli olan her şeyi teslim etti. Askere gelirken getirdiği giysiler geri verildi. Son gece yatağa kot pantolon giyerek uzanmak istedi. İnanması zor bir şey oldu. Sekiz ay önce getirdiği giysilere giremiyordu Kenan. O kadar spora, koşturmaya rağmen kilo almıştı. Diğerleri de aynı durumdaydı.

Kenan Beytullah’la bir daha konuşmadı. Durumdan haberdar olan bir arkadaşları Kenan’a çıkıştı.
“Amma abarttın ha. Ne olacak? Bir üniforma için arkadaşını mı harcıyorsun?”
“Evet, ama sorun yalnızca üniforma değil. Ben söz vermiştim. Sözümü tutamadım. Asıl beni kızdıran, üzen bu oldu. Saçma sapan bir hareket yüzünden… Biz sekiz aylığız onlar yirmi aylık. Arkadaş olduk. Ama yine de tutuktuk birbirimize. İçlerinde bize karşı bazen gizli bazen açık bir nefret var. Çoğu kendilerini ezik görüyor. Böyle bir durumda bir tanesi gelip benden bir şey istiyor, yardım istiyor ve bu yapabileceğim bir şey. Ben de buna istekliyken manyağın biri çıkıyor, üniformamı parçalıyor. Arkamda iyi bir anı bırakmak, iyi hatırlanmak için bir imkân varken bunu ortadan kaldırıyor. ‘Dur’dan ‘yapma’dan anlamıyor. Bu adam hayvan değil de nedir?”

“Ben,” diye devam etti Kenan, “ bütün askerliğim boyunca en sevmediğim adamı bile kolladım, gözettim. Acemileri iki aylık eğitimden sonra dağıtırlar bilirsin. Benden 30 kişilik mangamı 15e indirmemi istediler. Gerisi alaylara gidecekti. Onbaşı, çavuş olamayacaklardı. Benim mangada zaten 15 kişi 1.90 boyundaydı. Bizim takım uygun adım yürürken benim manga sivri sivri görünürdü. Böylesi her zaman denk gelmez. İnanması zor. En önde giden daha sonra takımın önce bayrağını taşımak için, daha sonra bando mızıkanın önünde sopa sallayan, havaya fırlatan kişi olarak seçildi. Ne yaptım biliyor musun? 30 kişinin 29unu talimgahta tutmayı başardım. Yalnız birine bir şey yapamadım, çünkü seçim sırasında hastanedeydi. Bir şeyin farkına vardım. Bak, bu hayat dersi; senin yaşantının sürekliliği başkalarının yaşantılarının sürekliliğine bağlıdır. Yaşatacaksın ki yaşayabilesin. En sevimsizlerden bir Adanalı vardı ya, bir kere nöbet sırasında bana güvenip gitmeye kalktı. Benden iriydi, güçlüydü. Göndermedim. Ona dipçik gösterdim. Israr etseydi vuracaktım. Vazgeçti. Hem onun için hem benim için iyi oldu. Benim vukuatım bu kadar da değil, biliyorsun. Beytullah’ın da arkadaş markadaş dinlemez kafasını kırardım ama ast subaya şükretsin.”

Spor yapmayan, koşmayı bile beceremeyen mimarlık eğitimi almış, çevresinde sakin tabiatlı tanınan Kenan, hiç de ‘zor olmayan’ sekiz ayın sonunda bambaşka bir insan olup çıkmıştı.

24.Temmuz.2005



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın anı kümesinde bulunan diğer yazıları...
Kırmızılı Ev

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Bir Ruh Çağırma Operasyonu
Çoban Yıldızı
Mahalle Baskısı
01 03 Celladın Önündeki Adam
Trafik Işıklarına Uyan Köpek
Balerinin Ölümü
Safiye'nin Püskülleri
Karışıklık
Kabus

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Nazım Hikmet'ten Çanakkale Şiiri [Şiir]
Ateş ve Ölüm (Bütün Şiirler 16. 07. 2009) [Şiir]
Seni Seviyorum Bunalımı [Şiir]
İncir Ağacı [Şiir]
Bir Dosta E - Mektup [Şiir]
10 Ağustos 1915 Anafarta Ovası [Şiir]
Sevgisizlik [Şiir]
Mor Çiçekler [Şiir]
Eskiden [Şiir]
01 02 Yamantau [Roman]


Mehmet Sinan Gür kimdir?

Yazmayı seviyorum. Bir tümce, bir satır, bir sözcük yazıp altına tarihi atınca onu zaman içine hapsetmiş gibi oluyorum. Ya da akıp giden zamanı durdurmuş gibi. . . Bir fotoğraf, dondurulmuş bir film karesi gibi. Her okuduğunuzda orada oluyorlar ve neredeyse her zaman aynı tadı veriyorlar. Siz de yazın, zamanı durdurun, göreceksiniz, başaracaksınız. . . . Savaş cinayettir. Savaş olursa pozitif edebiyat olmaz. Yurdumuz insanları ölenlerin ardından ağıt yakmayı edebiyat olarak kabullenmiş. Yazgımız bu olmasın. Biz demiştik demeyelim. Yaşam, her geçen gün, bir daha elde edemeyeceğimiz, dolarla, altınla ölçülemeyecek bir değer. (Ancak başkaları için değeri olmayabilir. ) Nazım Hikmet’in 25 Cent şiiri gerçek olmasın. Yaşamı ıskalamayın ve onun hakkını verin. Başkalarının da sizin yaşamınızı harcamasına izin vermeyin. Çünkü o bir tanedir. Sevgisizlik öldürür. Karşımıza bazen bir kedi yavrusunun ölümüne aldırmamak, bazen savaşa –yani ölüme- asker göndermek biçiminde çıkar. Nasıl oluyor da çoğunlukla siyasi yazılar yazarken bakıyorsunuz bir kedi yavrusu için şiir yazabiliyorum. Kimileri bu davranışımı yadırgıyor. Leonardo da Vinci’nin ‘Connessione’ prensibine göre her şey birbiriyle ilintilidir. Buna göre Çin’de kanatlarını çırpan bir kelebek İtalya’da bir fırtınaya neden olur. Ya da tam tersi. İtalya’daki bir fırtınanın nedeni Çin’de kantlarını çırpan bir kelebek olabilir. Bu düşünceden hareketle biliyorum ki sevgisizlik bir gün döner, dolaşır, kaynağına geri gelir. "Düşünüyorum, peki neden yazmıyorum?" dedim, işte böyle oldu. .

Etkilendiği Yazarlar:
Herşeyden ve herkesten etkilenirim. Ama isim gerekliyse, Ömer Seyfettin, Orhan Veli Kanık, Tolstoy ilk aklıma gelenler.


yazardan son gelenler

yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Mehmet Sinan Gür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.