"Bir kitabın kaderi okuyanın zekasına bağlıdır." -Latin Atasözü |
|
||||||||||
|
Türk sinemasıyla ilgili yapılan tartışmalarda öne çıkan birkaç şey var. Ödül sahibi mi, seyirci çekebildi mi, medyada bolca konuşulabildi mi? Türev ödül sahibiydi ama az sayıda salonda gösterimi yapıldı. Vizontele, Gora, Organize İşler gibi filmler ise ödülünü kurumlardan değil halktan aldı, ama bu filmler popüler kültür ürünleri gibi –haklı olarak- görüldü. İzleyicinin bu filmlerin kalıcılığıyla ilgili düşünmesi gereken pek bir şey yok. Medyanın ortaya koyduğu harbi tanıtım ağını ise hatırlatmak lüzumsuz. Gönül Yarası, Yavuz Turgul’un yıllar sonra gelen hoş bir selamı oldu sinemaya. Yurt dışına çıktı ödül aradı, buldu da. Babam ve Oğlum, medyanın sonradan oyuna dahil olduğu özel bir alan açtı kendisine. Küçük salonlarda başlayan gösterim seyircinin kulaktan kulağa yaydığı memnuniyetle birlikte büyüdü. Çağan Irmak, şimdilerde yeniden kampa çekildi ve büyük bir eser üzerinde çalışıyor, medyadan uzakta. Yeşilçam’dan sonra halkın sinemayı yeniden keşfinin getirdiği bu rüzgârın boşa esmemesi için çaba gösteriyor Irmak. Fatih Akın’ın sineması Bu tablonun dışında görünen bir başka isme ve filmlerine de ayrıca değinmek gerek. Fatih Akın, Almanya’da yaşayan ve bir Türk gibi filmler çeken yönetmen. Türk medyasına haklı olarak Duvara Karşı filminin başrol kadın oyuncusunun ‘olmaz bu kadarı’ dedirten görüntüleriyle birlikte yansıdı onun başarısı. Solino ve Temmuzda filmlerini de çeken genç yönetmen aynı zamanda iyi belgesellere imza atan bir isim. Yıllar önce uzun metraj filmler çekmeden önce, ülkemizde kısa filmleriyle dar bir çevrenin hakkında bilgi sahibi olduğu Akın, hem yönetmenliğe getirdiği yenilikle hem de bir filmi kotaracak malzemenin yoğrulması anlamında -mizaha yeni bir rol biçerek- başarısını kanıtladı. Fatih Akın’ın her ismi geçtiğinde beni hüzünlendiren bir sayfa açılır. Öncelikle Akın’ın kendini bir Müslüman gibi görmesini isterdim. Filmlerinde ekstrem örneklere sığınıp filmlerini berbat etmemesini de dilerdim. Avrupa sinemasından bize akan gayri meşru, ahlaki olmayanla bütünleşmiş çalışmalara benzeyen Fatih Akın sinemasıyla ilgili her daim şüpheler aklımızda yer tutacak. En son Nurgül Yeşilçay’ın ‘uçtuğu’ teklif de bunun bir örneği. Türk toplumunun asli değerlerini yerle bir edecek aşkınlıkta senaryolarla seyirci karşısına çıkılması, bundan sonra bizi daha da yoracak. Bir film başarılı olduğu ölçüde kabul edilebilir olabilir mi? Bu yıl Oscar’a aday gösterilen ve büyük ihtimal Oscar’ın esirgenmeyeceği Kovboy filmiyle ilgili ne söyleyeceksek, bundan sonra Akın’ın filmleri hakkında da bunları söylememiz gerekecek. Ve size çarpıcı aynı zamanda üzücü bir şey daha söylemem gerek. Sibel Kekilli o malum filmlerde oynadıktan ve Duvara Karşı’yla ünlendikten sonra Almanya’daki yönetmenlerin teklif yağmuru altında kalmış ama bu yağmurlar ıslatmayanından, nasıl oluyorsa! Onu arayan, senaryo gönderen bütün yönetmenler, istisnasız, Almanya’da ezilen, kötü muamele gören kadın rolleri vermek istemişler. Yani batılı bir toplum içinde kendi inancı ölçüsünde yaşayan insanların hassasiyetlerini aşağılayan, onları çocuklarından ayıran ve aradaki uçurumu derinleştirmek isteyen filmler. Fatih Akın’ın bu değirmene Nurgül Yeşilçay’la birlikte su taşımayı istemesi, beni o korktuğum şeye götürecek. Akın’a biçilen rol bizim değerlerimizin üstüne atılacak şal olacak. Çocukluğundan itibaren özlediği ve mutlaka filmlerine yerleştirdiği ezan seslerine karışıp giden manevi duygular filmlerinde fon olmaktan öteye gitmeyecek. Ve o hep, ezan seslerini özleyecek ve minare gölgesinde davul tozu yutmaya devam edecek! (Bu söylediklerime Yılmaz Güney filmini çekmek istemesini katmıyorum. Onu heyecanla bekliyorum) Edebiyat sinemaya uzak mı? Sinema üzerinde geniş açılımlı bir yazı yazmaktan kaçınacağım bu sefer. Rotamız Akın’ın da üzerinde yürüdüğü ve onu geliştiren kısa filmler olacak. Bilenleriniz vardır, ülkemizde kısa film yarışmaları düzenlenir, ödüller verilir. Ödül veren kurumlara Mazlumder de eklendi, iyi de oldu. Ama benim beklentim, çok iyi projelendirilerek, sinema açısından önemsenebilir bir kurumun böylesi önemli işleri başarması. Yeri değil ama, bir örnek verip kapıyı kapatacağım, pencereler açık! Dindar insanların önemsediği sanatçılar bir konser organizasyonu yapılamadığı için farklı programlar arasında çıkar ve eser seslendirirler. Onların görevi ara yerde biter! Kısa film yarışmasında da aynı durumun söz konusu olduğunu düşünüyorum. Gençlerimizin sinemanın zararlı etkilerinden kurtulmasını istiyorsak, bunu sinemadan uzat tutarak yapamayız. Daha iyi örnekler ortaya koymak, onları doğru eserlerle besleyerek güçlendirebiliriz. Öncelikle sinemayla edebiyat arasındaki bağı sağlam kurmak gerekiyor. Şimdi, evinizin kütüphanesinde kapağı açılmamış eserlere bir göz gezdirelim. Hangi kitaplık diye sormayın. Büyüklerinizin dönemsel heyecanlarla ya da gerçekten okumak için aldığı ve kütüphaneye kaldırdığı o önemli eserlerden söz ediyorum. Sezai Karakoç’un eserlerini okuyanlar büyük bir medeniyetin izleriyle karşılaşırlar. Bu izleri takip ederek ve onları senaryolaştırarak kısa filmlere aktarabilirler. Uzun metraj film çekiminde Üstad’dan izin istemek gerek. Ama kısa filmlere onun eserlerinden esinler taşınması sanırım şairi rahatsız etmez. Necip Fazıl, Nuri Pakdil, Cahit Zarifoğlu’nun eserlerinde keşfedilmeyi bekleyen nice cevherler var. Mustafa Kutlu’nun eserlerini özellikle görmek gerek. Onun Metin Erksan’la, Osman Sınav’la yaptığı çalışmaları da hatırda tutarsak, doğru yerde olduğumuzun farkına varırız. Yedi İklim’e, Dergâh’a, Hece’ye, nice edebiyat dergisine edebiyatta soluklanmak düşüncesiyle olduğu kadar onların izlerini sinemaya aktarma düşüncesiyle de yaklaşabiliriz. Asıl olarak şunu söyleyebiliriz. Edebiyat dergilerinin okur sayısı azdır. Günlük hayatın ihtiyaçları içinde yer almaz edebiyat. Ama onlarsız, edebi birikimsiz bir kültürün ayakta kalması da mümkün değil. Sinemanın yolunun edebiyattan geçmesi, bu alandaki ‘şikayet’leri de azaltır. Tamam, İran gibi geçmiş büyük gelenekten yararlanma şansımız yok, dil değiş(tiril)miş, düşünce değiş(tiril)miş, bugünü geçmişle harmanlama şansımız pek az. Geleneği özümsemiş, bugünü doğru okuyabilen edebiyatçılardan yaralanma şansımız var ama. Ayrıca Fatma K. Barbarasoğlu, Cihan Aktaş, Mine Alpay Gün, Yıldız Ramazanoğlu’nun eserleri kısa filmlere konu olabilecek meselelerle dolu. Fetih Günü’nde ne yapacaksın? Şimdi biraz da edebiyatla ilgi kurmamış daha toplumsal konulara yönelmek isteyen sinemacı adaylarına gelelim. Geçtiğimiz hafta, “İnanca Saygı, Zulme Lanet” mitingi yapıldı. Ondan önce de tarihi özellikleriyle hatırlanabilecek pek çok miting. Toplumun hassasiyetlerini gösteren bu tarz yerlerden gazetelere yansıyan, tv ekranlarına çıkan görüntülerin yanı sıra geleceğe kalacak önemli görüntüler olmadı mı? Belki de İstanbul’a hiç gelmemiş, maddi olarak bunu gerçekleştiremeyecek durumda olan pek çok insan, Danimarka Krallığı’ndan gelen pis kokuları protesto etmek ve Hz. Peygamber’i sahiplenmek için otobüslerle Çağlayan’a geldiler. Yüz binlerce öykü bir kitapta toplandı ve Çağlayan da kapak oldu. 29 Mayıs’ta büyük fetih günü kutlaması yapılacak. (Hatırlatmama gerek var mı?) Sinema kitapları okumuş, sinemanın abc’sini önemsemiş gençlerimizin orada bu ‘ortak duygu’yu sinemanın imkânlarıyla kayıt altına alması, küçük gibi görünen büyük bir şeydir. Bugün bizim ana sorunumuz, tepkilerimizi, sevinçlerimizi anında yaşayıp tüketmek. Onları bir dizge altına almak, sanatın kuşatıcılığıyla buluşturmak çok da zor değil. Bunun için büyük kameralara da ihtiyaç yok. (Zamanı geldiğinde bu heyecan ona yöneltecektir sizi) Cep telefonlarına kadar inen dijital kamera, önümüze büyük imkânlar sunuyor. Günübirlik duygularla sıradan meşgalelerden bahsetmiyorum. Büyük yönetmen olabilmekten de bahsetmiyorum, iyi yönetmen olmaktan bahsediyorum ama. Ve umutsuzluktan, imkânsızlıklardan da bahsetmiyorum. Kendimizi hapsettiğimiz ‘olmaz’lara da sığınmıyorum. Eğer böyle bir sorununuz varsa Ahmet Uluçay’ı hatırlatırım. Anadolu’da bir köyde kısa filmler çeken ve eğitimsiz olmasına rağmen “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak”la şaheser meydana getiren Uluçay’ı. Araştırmacı bir zihin neler yapabileceğini bilir. En basiti internette bir site açarsınız ve kısa filmlerinizi orada yayınlarsınız. Bütün bunları söyleme ihtiyacını neden hissettiğime gelince… Kaç zamandır tartışıp, eleştirip duruyoruz. Büyük beklentilerle umut bağladığımız yönetmenlerimizden ses çıkmıyor, ses çıksa eser çıkmıyor. Öyleyse ilerde bu tekrar edilmemeli. Yani, gençler artık bu işi ciddiye almalı. Kimlere danışacağız diye düşünürseniz birkaç isim vereyim. Abdurrahman Şen, İhsan Kabil, Ali Murat Güven, Hakan Albayrak, Nedim Hazar, Alper Gencer ve ille de Sadık Battal. Başka sorusu olan?
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © nihat, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |