Tarihten öğreniyoruz ki tarihten hiçbir şey öğrenmiyoruz. -Hegel |
|
||||||||||
|
Zorunlu bakışlardan birindeyim. Terk etmek bu olsa gerek, ırgatlığı düşümde… Sor! Hangi mevsime denk getirip de yazmışım bu yazıyı? Yaz mı? Yaz denizde, kumsalda, kırda ve bayırdadır. Yaz, ağacın yatağında, kelebeğin en tırtıl durduğu daldadır. Kozasında saklıdır. Yaz, zengin sofrasının, ele avuca en yakın saflarında, bir adamın büyük ve salyalı ağzında. Yine de unutmayacağım onu… Aklımdasın… Seni açık mavi ve yer yer beyaz bulutlu bir hayalde, ama hiç parçalı olmayan bir düşte sevdim. Bir belde otobüsü arkasına bıraktım gözlerimi. Maviydi rengi ve kutu gibi bir şeydi. 19.30’du saat ve ana haberler çoktan başlamıştı. Islak bir tutkuydu bu ve ben hiç kurutamadım bu tutkuyu. Hep kanadı bir yerinden yaramın. Yaramın adı hayat; kanayan tutku neydi, bir türlü çözemedim. Çocuk ellerini çamurlu suya soktu. Küçük elleri bir sağa bir sola bir sola kirli suda gidip geliyordu. Çocuğun arkasında Karahisar kalesi, en heybetli duruşuyla bakıyordu gözlerime. Ezildi çocuk. Çocuk gitgide küçülüyor. Karahisar devleşiyordu. Ağzı yüzü çamurdu, elleri kirliydi çocuğum. Koca tarih, altında eziliyor, kale surlarından Rum ateşi dökülüyordu gözlerime sonra ben ölüyordum. Kratoryumlarda yakılıyordu bedenim. Kimbilir, belki de bu yakılış ne ilkti ne de son olacaktı. Her "an"ın bir "Rum ateşi" bir de Karahisar'ı olacaktı. Çocuk hep kirli suda... Gitmeliyim, akşam güneşi tortusunu bırakmadan enseme. Gecenin nefesi üflemeden; sessiz sedasız bir de parasız... Gitmeliyim bir acı türkü daha yakmalıyım Temmuz'a... Uykunun kucağına yatmalı ve sonra da unutmayalım bu mevsimi.. Hangi mevsime denk getirip de yazmışım bu yazıyı? Yaz mı? Yaz ölülerin mevsimidir. Yağmur yemez bedenleri, tipi vurmaz, soğuk değildir toprak, kış kadar. Bayramları vardır, duaları eksik edilmez. Yaz rüyamda gördüğüm peri... Hep aradım hiç bulamadım. Zaman zaman uğradı ve görünüp kaçtı. O bir kokuydu; Açlığın son durağında beni doyuracak cennet yemeğinin kokusu... Tam hissettiğimde çekti kaşığını ağzımdan ve ben hep kaç kaldım. Yaz "18'lik tutkunun" analiz bekçisi. Çiçeğimdi koklayacağımı sandığım ve yanına vardığımda yanıldığım. Yaz bir seraptı ömür boyu gördüğüm ve yanılsadığımı hiç anlayamadığım derin bir büyü... Gözlerimin önündeki dünya perdesinde tek oyuncu oldu güneş ve açık mavi gök! Yağmursuzdu, tertemizdi, sakin ve kuş çığlıkları vardı. Ninni gibi bir şeydi işte beni kandıran... Seni açık mavi ve yer yer beyaz bulutlu bir hayalde, ama bir parçalı hiç parçalı olmayan bir düşte sevdim. Bir belde otobüsünün arkasına bıraktım gözlerimi. Maviydi rengi ve kutu gibi bir şeydi 19.30'du saat ve ana haberler çoktan başlamıştı. Islak bir tutkuydu bu ve ben hiç kurutamadım bu tutkuyu. Hep kanadı bir yerinden yaramın. Yaramın adı haya; kanayan tutku neydi, bir türlü çözemedim! Senden sonra hep yalandı, senden sonrası ihanet vardı. Senden sonra sadakatsizlik hakimdi ve senden sonrası utanmaz bir duyarsızlıktı. Buruktu içim, halsizdi bedenim sordum gelmeyecektim! Senden sonra derin bir hezeyandı. Seni gördüğüm körfezde sular çoktan çekilivermişti. Kuraktı mevsim ve yazdı! Ar ve namus geldiğim yerde kalmıştı... Düşlerimden topladım tüm silahlarımı ve bir gece yarısı vurdum beni. İşte gidiyorum çeşmi siyahım! Bu sazın kopmayan son teliyle çalıyorum türkümüzü! Kentin sınırlarını kanatıyor, pır pır atan yüreğim ayrılığın ilk sancısıyla! İlk adımı attım. Kapı önünden bakıyorum yıldızlara! Belki bir rüzgar, belki bir aralık görünür de, o çok sevdiğim terennüm çarpar diye göğsüme, belki gelirsin diye... Bu türküyü unutma! Duyarsan çığlığımı feryadı ahımla, gelmeni bekleyen tek bir yürek ve bir akşam dolmuşuna sefer cümlelerimle, seni beklemek hep seni beklemek! İşte gidiyorum çeşmi siyahım! Yeni de unutmayacağım onu... Aklımdasın... Seni açık mavi ve yer yer beyaz bulutlu bir hayalde, ama hiç parçalı olmayan bir düşte sevdim. Bir belde otobüsü arkasına bıraktım gözlerimi, Maviydi rengi ve kutu gibi bir şeydi. 19.30'du saat ve ana haberler çoktan başlamıştı. Ne o otobüsün gelmesini istedim, ne de senin binip gitmeni, hep o yerde, sana saltanat sunduğum o anda olsaydım keşke! Geriye kalan kapalı bir kapı ve ben; ama sen yoksun...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Orhan TURAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |