Uygarlık, gereksiz gereksinimlerin, sonsuz sayıda artmasıdır -Mark Twain |
|
||||||||||
|
Deli Musa'nın sırtı denize doğruydu. Deli Musa dedimse, öyle gerçek deli sayılmaz aslında. Sadece sağır ve dilsizdir. Oldukça becerikli, sabırlı ve saygılı delikanlıdır ve bizim yaptığımız her işi fazlasıyla yapar. Ağzı söylemese, kulağı duymasa da gözleriyle ve vücut diliyle kusursuz anlatır meramını, aynı minval bizim meramımızı da rahatlıkla anlardı. Ama özrünü delilik sıfatı ile ifade etmeyi yeğlemişiz ve adının başına koymuşuz bir kere. Deliliğini perçinlediğini sandığımız çok önemli bir de fiziki özelliği vardı ki Musa'nın, ilk kez görende müthiş bir korku ve merak uyandırırdı. Boğazının altında dış guatr uzantısı olarak çapı on santim civarında iki tane kocaman et sarkıntısı taşırdı. Adının önünde de deli nitelemesi olunca bu görüntüsü ile korkmamak olası değildi. Benim yüzüm denize dönüktü. Yolun altındaki bahçe duvarı üzerindeki sepet iriliğinde kara taşa oturmuş, sırtımı da minder kalınlığında yosunla kaplanmış kocaman gövdeli kızılağaca yaslamıştım. Geçmiş zaman işte; ayı günü kestirmek oldukça zor. Hafta sonu ya da yaz günü yol boyu oyalandığımıza bakılırsa. Yaylımdan erken çıkmış, vakit geçsin diye yol kenarlarındaki yeşilliklerden yayılan sığırlara dokunmuyoruz. Burası mıntıkanın en sulak noktalarından biridir. Üst taraftaki bahçe duvarının dibi yeraltı sularının dışarı sızmasından dolayı her mevsim yaşardığı için bol ve gür çimenlerle kaplıdır. İneklerimiz kütür kütür koparım yutuyorlar otları. Nedense ineklerin otları koparmasının çıkardığı ses ürpetili bir mutlulukla kuşatır çobanı. Sonuçta o da bir iştir ve yaydığın sığırın karnının şişliği ve güttüğün hayvanın yediği otun kalitesiyle ölçülüdür başarın. Musa ve ben bir yandan el kol hareketleriyle sohbet ederken, öte yandan Karadeniz'in ortasında demirli gibi duran kocaman gemiyi izliyordum. Her ne kadar kımıltısız duruyor izlenimi verse de önceki deneyimlerimden yol aldığını ve menziline doğru süzülerek gittiğini biliyordum. O kımıltısız gibi görünen geminin bir süre sonra Görele Burnu'na yaklaştığını görünce yol almakta olduğunu fark eder, yolculuğunu sürdürmesi halinden garip mutluluk duyardık. Ayda yılda birkaç kez geçen kocaman gemileri uzaktan da olsa gözden kayboluncaya dek seyretmek isterdik. Gemiyi seyre dalmışken öylece, yüz metre ilerdeki köşeden Gülizar'ın Deli Hasan göründü. Yolun o bölümü tam doksan derece açı ile kıvrılır ve karşıdan gelen yolcu burundan birden bire çıkıverir. Hasan da ansızın bitiverdi gözlerimin önünde. Elinde büyük boy bir yoğurt küleği ile zebella gibi geliyor bize doğru. Gemiyle arama girdi. Aramıza girdi dedimse, bir köy yolundayız, tepelerin üzerinden kuş uçuşu beş kilometre deniz, bir o kadar kilometre enginde de gemi. Orta boylarda, boynu boğazı birleşmiş halde, oldukça besili cüssesiyle deliliğinin yaydığı korkuyu birkaç katlayacak bir görüntü sergiliyordu. Taşı sıksa suyunu çıkaracak gücü kuvvete sahipti. Soğuktan, sıcaktan etkilenmez ve yaz kış sırtındaki yakası bağrına kadar açık baştan giyme düğmesiz gömleğiyle gezerdi. Pantolonun beli ucu dizine kadar uzayan kendir kınnabıyla bağlıydı. Ayağında 46 numara lastik ayakkabı giyer, atacak taş bulamazsa onları fırlatırdı kendisini kızdıranların peşine. Önüne gelen yiyecek bir şeyler verdiği için günde birçok öğün yemek yiyordu ve bu nedenle oldukça güçlü kuvvetli, etli butlu ve kurumu yerinde bir delikanlıydı. Delilik postuna da bürününce ürkütücü bir kişilik çıkıyor karşımıza. Esnaftan ve yurttaşlardan eline para verenler de olurdu. Paralarını hiç harcamaz, doğrudan anasının eline bıraktığı söylenirdi. Hasan'ı görünce ayağa kalktım usulca, İster istemez toparlandım, hatta yoldan bahçeye doğru inmeyi bile düşündüm bir an. Sonra, küleği bırakmaya yeltenirse kendimi duvardan aşağı atarım nasıl olsa diye teselli buldum ve sakin görünmeye çalışarak beklemeye koyuldum. Bizi görünce Hasan, çekingen, ürkek bir havaya büründü. O havası cesaret verdi bana, korkumu dağıttı biraz. Yine de temkinliyim, Deli Hasan bu, ne yapacağı belli mi olur. İlçede birden çok "Deli Hasan" vardı. Bizim köyün delisi Hasan da bunların en meşhurlarından ve tanınanlarından biriydi. Hasanların ortak özelliği deli olmak gibi görünmesine karşın her birinin boylarından poslarından başka çok daha çarpıcı özellikleri vardı. Bir Hasan vardı ki,eline su dökülemez derecede kusursuz kemençe üstadı idi. Kemençesinin tellerini kıvratmaya başlatınca, yaşlı genç demeden başına toplardı kalabalıkları. Başka bir Hasan ise, cılız, her an ağlayacakmış gibi hüzne ve sükûneti batmış, şapkası ha düştüm ha düşeceğim dercesine yan yatardı. Arkadan sessizce yaklaşanlar şapkayı iter ve yere düşürerek Hasan'ı küfür etmeye zorlarlardı. Oncağız da şapkasını yerden alır, üzerine vura vura temizlerken bir yandan da basardı kalayı. Koptu kopacak incecik boynundaki damarlar hortum kalınlığında şişerdi söndüremediği öfkesinin şiddetinden. Bizim Hasan, davranışları, boyu, kilosu ve köyünü başkalığından çok kehanetleriyle koymuştu farklını. Deliydi ama biz ilçeden dışarı adım atmamışken, o diyar diyar gezerdi bize göre. Bir ablası Çarşamba-Terme'de yaşıyordu. Hasan arada bir Terme'ye gidip ortalardan kaybolurdu. Döndüğünde sorarlar;"Oralar nasıl Hasan?" Hasan büyük bir ciddiyetle yanıtlardı,"Terme çamur, gene burası iyi." Diye. Bu söz çok tuttu ve zaman içinde yöre halkınca sıkça kullanılan ve dilden dile dolaşan değerli bir özdeyiş oluverdi. Başı sıkışan, durumun biraz umut var olduğunu anlatmak için "Terme çamur, gene burası iyi" diyerek işlerin yolunda gittiğini belirtirdi. Bir de durduk yerde önüne gelene, "Senin gözü yılan yeme var" der, karşısındaki hakkında iyi düşünmediğini ve öldükten sonra yılanlara yem olacağına dair kehanette bulunurdu. Sevdiklerine ya da memnun kaldıklarına da "senin gözün yılan yeme yok" diyerek iltifat ederdi. Deli olduğu için bu sözleri Allah'ın söylettiğine inanlar ve Hasan'ı darıltmaktan, üzmekten ve ahını almaktan korkanlar da çoğunluktaydı. Özellikle analar, bu deliye sataşıp da ahını almayın, Allah başınıza vurur, diyerek çocukları tembihlerler ve Hasan'ın gazabından korumaya çalışırlardı. Ne var ki, her şeyi bir yana bırakıp, Hasan'a takılıp koşturmayı, sağa sola taşlar ve küfürler savurmasını kışkırtanlar bu eğlenceden büyük keyif alırlar, zavallıyı rahat bırakmazlardı. Aslında Hasan da bu eğlenceden zevk alırdı sanıyorum. Yapacak başka işi, yoktu. O nedenle olsa gerek sokaklardaki hengâmeyi ve eğlenceyi bekler gibiydi. Küçücük kıpırtıları değerlendirir ve bir eli düştü düşecek gibi duran pantolonunun uçkurunda, diğeri fırlatacak bir şeylerle dolu koşar dururdu Hasan. Yolun alt tarafına balağa yakın bir yere aldım kendimi.Adım adım yaklaşıyordu Hasan bize doğru. Belki de Hasan'a yol vermek amacıyla yer değiştiren Musa normal adımlarından birini attı yolun ortasına doğru. Musa'nın sırtında yaz kış taşıdığı demir saplı bir şemsiye vardı. Ne gün yağacağı beli olmayan yağmura karşı alınmış bu önlem bile Musa'nın bizden akıllı olduğunun göstergesiydi. O da kendirden yapılma kınnapla iki ucundan bağlanmış ve boynundan geçirdiği ip göğsünde, şemsiye mavzer gibi çaprazlama sırtında yatırılmıştı. Hasan birden durakladı. Bir bana, bir Musa'ya baktı. Sakindi ama ikircimli, endişeli bir hale doğru değişiyordu duruşu. Ürperdim, her an çıkması muhtemel çıngarı bekliyor, Hasan'dan gelecek saldırı benzeri bir eylemi savuşturmanın kaygısıyla çevreme bakınıyor, en kestirme kaçış yolunu arıyordum. Hasan küleğinin sapını sıkıca tuttu, dengeledi ve ürkek adımlarla iyice sağa yaklaştı. Bıyıksızdı ve kirli sakalla dolaşırdı genellikle. Bugün sinekkaydı tıraşlıydı. İki deli karşı karşıya kalmıştı. Hasan'ı da Musa'yı da çok iyi tanıyordum. Hasan aksi, gözünü budaktan sakınmayan ve her an kavgaya hazır bir deliydi, Musa tersine uyumlu, sakin, kavga kaçkını halim selim bir adam. O günler ikisi de yirmili yaşların üstünde olmalıydılar sanırım. Ben de on iki veya biraz üzeri. Yoğurt küleğini tehlike altında hisseden Hasan'ın her zaman dışarı fırlayan belerik gözleri küçüldü, her an şiddet gösterilerine hazır bekleyen gergin yüz kasları gevşedi ve yumuşak başlı, zavallı, içine sinmiş, uçan kuştan yardım bekleyen masum bir çocuk çıktı ortaya. Hasan ne zaman patlayacak diye korku içinde beklemeye başladım.O arada göz işareti yaparak Musa'yı kışkırtıp, Hasan'ın üzerine saldım.İşareti alan Musa, Hasan'a doğru bir adım atarak küleğe doğru hamle yaptı. Temkinli ve itinalı adımlarla yavaşça geri çekildi Hasan. "Yahu, bu, deli be dedi, Hasan. "Şuna, bişi söyle, rahat dursun." Diye ekledi ağlamaklı bir sesle. Öylesine akıllı sözler etmeye ve uzlaşmaya yakınlaştı ki, şaşırıp kaldım. Hayretler içinde kalmış dayanılmaz bir merakla davranışın devamını bekliyorum. Nutkum tutuldu bu beklemedik sözleri duyunca. Yalnız bizim köyde değil, yedi cihanda deliliği tescilli Hasan, bir başkası için "deli" sıfatını kullanıyordu. Yetmezmiş gibi de yedi cihanda kendisinden çekinilen Hasan, ufak tefek ve yarıçapındaki bir adamdan korkarak yardım dilenmek için bana sığınıyordu. Biraz daha geçince olayın üzerinden Hasan'ın gerçekten büyük bir korkuyla sarsıldığını fark ettim. Yanına yaklaşmaktan korktuğum azgın deli; aciz, ödlek, süklüm püklüm duran biri oluvermişti. Muzırlık kanımı kaynattı ve o anın tadını çıkarma arzusu aklımı başımdan aldı. Tehlikeyi unutuverdim. Büyük olasılıkla yoğurt küleğini çok önemsiyordu Hasan. Yukarı köylerden birine ablası gelin gitmişti ve belli ki Hasan ona yoğurt götürüyordu. Ufak bir çarpma ile yoğurdun kaymağı bozulur ve Hasan'ın emeğine yazık olurdu. Gerçi o zamanda ne yapacağı belliydi ya. Yolu da epey uzaktı ve oyalanacak vakti yoktu. Akşam olmadan köye ulaşmalıydı ve karanlığın basması da yakındı.Fena kıstırılmıştı Hasan. Boynunu büktü, gözlerini kıstı ve yolun kenarına doğru iyice yaklaştı, küleği boşluğa getirmeye çalıştı ve yalvarırcasına yineledi sözlerini. "Bu deli yahu. Küleğe vuracak. Bişi söyle şuna, rahat dursun."dedi. Gülmekten bayılacağım nerdeyse. Bir deli, hem de bildiğimiz kadarıyla zır zır deli, başka bir deliye, deli diyor ev bir vuruşta rahatlıkla haklayacağı birinden çekiniyor. Musa'ya bir göz işareti daha yaptım Hasan'ın elindeki küleğe dokunması için. Gitti dokundu küleğe yavaşça. Hasan'ın ürkek hali onun da hoşuna gitmiş olmalı. Mazlum Musa yine de ölçüyü kaçırmamak için çırpınıyor. Dedim ya, Musa kanayaklı, kavgadan, şiddetten nefret eder. Hasan'a saldırmak aklından geçmez ama beni kıramıyor. Arkadaşız ya. Hasan yineledi şikâyetini ağlamaklı, "bu deli yahu, söyle rahat dursun, ben gidicem..." Deliyi deliyle kapıştıracağım derken ve akıllanmışken Hasan, benim delilik yaprak belayı üzerime sıçratmanın yeri değildi. Hasan bu, ne yapacağı belli olmazdı. Eğlenceyi uzatmanın pek de hayrımıza gelişmeyeceği düşüncesiyle bu kez Musa'nın yanına kadar gittim ve yolun alt tarafına doğru çektim, artık dokunmamasını işatret ettim. Hasan'a da yoluna gitmesini söyledim. Güldü Hasan, memnun oldu ve Senin gözün yılan yeme yok." Dedi, gerisine bakmadan az ilerdeki kıvrımda gözden kayboldu. Zaten yollarımız kıvrıla kıvrıla uzar giderler ve tepe noktaları saymazsak en sağlıklı görüş mesafesi azami yirmi ila otuz metredir. Yaşamım boyu unutamayacağım derslerle dolu bu anın keyfini çıkarmakta kararlıydım. Korkudan fellik fellik kaçtığım Hasan avucumun içine düşmüş ve kuyruğunu kıstırmış öylece çaresizlik içinde dikiliyordu karşımda. Bir delinin bu denli akıllanacağı ve korkuya kapılacağı asla aklıma gelmezdi. Her ne kadar kesin değilse de korkunun akıllı işi olduğu sonucuna vardım. Gördüm ki, delilik de akıllılık da birbiriye çok yakın ve her an nöbet değişikliğine hazır durumda ve her ikisi de birer zorunluluk hali. Her ikisi de bir akıl oyunu ve duruma göre ortaya sürülüyor. Herkesin delisi bile asiliğin, sakinliğin ne zaman prim yaptığının bilincinde sanki. Ve gerek deliliği, gerekse akıllılığı yerli yerinde kullanmayı bilmek de ayrı bir marifet, bambaşka bir akıl gerektiriyormuş. Aradan yıllar geçti. Hasan'ın izini de adını da unutmuştum. Düğünlerden birinde çocukluk arkadaşlarımla sohbete, çocukluk günlerimize eskilerden dem vurup onu bunu yâd ederken Hasan da giriverdi araya. O sırada öğrendim ki, Görele'den ayrılmış ve Bolu yakınlarında Ankara-İstanbul karayolu üzerindeki bir köyde kalmış anasını kaybedince. Bilinmeyen bir süre, bilinmeyen koşullarda yaşamış oralarda. Talihsiz bir trafik kazasına kurban gitmiş, vefat etmiş. Köylüler naaşına sahip çıkmışlar ve yol üstüne bir yere gömüp kenarlarını da çevirerek mezarı yatıra dönüştürmüşler. Zamanla başucunda dikilen kavak ağacı büyümüş, dallarında rengarenk dilek bezleri uçuşur olmuş. Duyanlar bilenler gece gündüz Hasan'ın yatırına koşar, gidip gelip önünde dua ederek, delimizin ruhundan şefaat dilenirlermiş. Murat Mehmet UĞURLU
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Murat Mehmet UĞURLU, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |