..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Her şey ancak sevgiyle satın alınabilmelidir. -Andre Gide
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > Anılar > Mustafa Cilasun




12 Haziran 2007
Bir Akşam Acil Servisi…  
Artık gün yavaşça çekiliyordu.

Mustafa Cilasun


Artık gün yavaşça çekiliyordu. Nezaketin, ahengin zenginliğini anımsatarak sanki el sallıyordu, görüşmek üzere dercesine çekip gidiyordu.


:BJGH:


Artık gün yavaşça çekiliyordu.
Nezaketin, ahengin zenginliğini anımsatarak sanki el sallıyordu, görüşmek üzere dercesine çekip gidiyordu.
Güneş onca haşmetine rağmen, tevazuunun tüm ritüellerini sunarak adeta bir ders veriyordu seyredenlere.
Oysa her kez bir telaş içindeydi. Yaşadığı hayatın bir daha ele geçmeyeceğini bilerek bir yarış içindeydiler.
Çocuklar oyunlarının heyecan çeperlerini son derece zorlayarak, merakın deşifrelerini aralıyorlardı kendilerince.
Koşarak, gülerek, bazen de ağlayarak.
Annelerinden su, ekmek istemeyi unutmuyorlardı.
Anneleri çocukları göz hapsinde tutuyorlardı uzaklığın hengâmesinde.
Baharın güzelliğini resmeden tüm donanımlar mevcuttu, insanların çeşitliliği, mahlûkatın zenginliği, nebatatın deruniliği bir şeyler anlatıyordu.
Çocukluğumuzda öğrendiğimiz cennette düğün başlamıştı artık!
Gizemlerin namütenahi serencamında paydalar beklenirken.
Niye bu öğreti hafızamızda kalıcılığını sağlamıştır bilinmez oysaki!
Göremediğimiz cennetteki düğün sevincine ortak olurduk işte.
Nasıl olurdu hatırlayalım!
Güneş zevaldeyken, yağmurun yağmasıyla en güzel renklerin gök kuşağını oluşturmasıyla öyle değil mi?
Bizin diyarlarda böyle bir öğretiyle cennet sevgisi izanlarımıza işlenirdi.
İnsan ölse de hayatın renkliği, sevinci, neşesi devam ettiğinin vurgusuydu.
Alkış tutardık düğün sevincinin coşkusuna minik ellerimizle, acıyana kadar.
Bir umudum sevince dönüşmesini, hayatta acılardan ziyade sevincin payidar olmasını öncelerdi. Kanaatin, sabrın, hizmetin, himmetin olgunluğuyla.
Akşam namazının daveti geliyordu kulağıma, çok hoş bir ezanın okunmasıyla… Tekrar etmek durumunda olduğumu anımsadım birden, anladığım kadarıyla Arapça bilgim olmadan, anlam derinliğine kulaç atarak.
Şükürler olsun ki Rabbime bu ezanlar gafletimizden bir anda olsa sıyrılmamızı temin ediyor, düşünmemi, tefekkür etmemi gerekli kılıyor.
Hazırlığımı tamamlamıştım abdestimi alarak, namaz kılmak için.
Cenabı Hakkın huzuruna duracaktım, onca gafletimin karanlığında.
Ruhumu titreten bu tablo, haşyetin ince merhalelerinden geçiriyordu sessizce.
Divana durmak, Kâinatın Hâkiminin huzurunda ona secde etmek, acizliğimin her katresinde ondan mağfiret dilemek, onunla dertleşmek, her halin bilinmezliğinden kurtularak, halim bu diyebilmek, gözyaşlarıyla serinlemek!
Aman yarabbi ne yüce bir imkân, dilediğim her an seni bulmak, huzuruna çıkmak, meramımı ifade etmek, ne istiyorsam dilemek, nedametimi itiraf etmek.
Kul olmanın, insan olarak yaratılmanın, meleklerden üstün kılınmanın, cihanın emre amade kılınmasının namütenahiliğinde aidiyetin binmesiyle.
Kulağıma televizyon ekranından lahuti bir ses geliyordu, hicranın en çarpıcı vurgusuyla ruhumu delip geçiyordu.
O kadar açık ve sarih ki yaşanan hüzün, ümmeti Muhammet bir yetimliğin hercümerçliğini yaşıyordu sinelerinde.
Sahip çıkılması elzem olan hakikatler, en değerli mevhumlar dışlanıyordu.
Din adına belamlar peyda olmuştu. İnsanları aldatıyorlardı. Tuğyan hat safhadaydı, şirkin envayı çeşidi pazarlanmıştı.
Ebu cehiller kıtaları aşmıştı.
Doğru söylüyordu rahmetli şair Arif Nihat Asya haykırıyordu gerçekleri
Nedametinim enginliğinde hazanın esintilerini yaşatarak.

Seccaden kumlardı…
Devirlerden, diyarlardan
Gelip, göklerde buluşan
Ezanların vardı!

Mescit mümin, minber mümin...
Taşardı kubbelerden tekbir,
Dolardı kubbelere “amin”.

Ve mübarek geceler dualarımız;
Geri gelmeyen dualardı...
Geceler ki pırıl pırıl
Kandillerin yanardı..

Kapına gelenler ya Muhammed,
— uzaktan, yakından –
Mümin döndüler kapından...

Besmele, ekmeğimizin bereketiydi;
İki dünyada aziz ümmet,
Muhammed ümmetiydi...

Konsun – yine - pervazlara
Güvercinler,
“hu hu” lara karışsın
Âminler,
Mübarek akşamdır;
Gelin ey fatihalar, yasinler...

Şimdi seni ananlar,
Anıyor ağlar gibi...
Ey yetimler yetimi,
Ey garipler garibi;
Düşkünlerin kanadıydın
Yoksulların sahibi..
Nerde kaldın ey resul,
Nerde kaldın ey nebi!..

Günler ne günlerdi, ya
Muhammed!..
Çağlar ne çağlardı;
Daha dünyaya gelmeden
Müminlerin vardı...
Ve bir gün ki gaflet
Çöller kadardı,

Halime’nin kucağında,
Abdullahın yetimi,
Amine’nin emaneti ağlardı..

Hatice’nin goncası
Aişe’nin gülüydün..
Ümmetin göz bebeği
Göklerinresulüydün..
Elçi geldin, elçiler gönderdin;
Ruhunu Allah’a; elini ümmetine verdin,
Beşiğin, yurdun, yuvan
Mekke’de bunalırsan;
Medine’ye göçerdin..
Biz,
Bu dünyadan nereye
Göçelim ya muhammed!
Yeryüzünde riya, inkar, hıyanet
Altın devrini yaşıyor...
Diller, sayfalar, satırlar
“ebu leheb öldü” diyorlar;

Ebu leheb ölmedi ya muhammed!
Ebu cehil; kıt’alar dolaşıyor...

Neler duydu şu dünyada
Mevlidine hayran kulaklarımız;
Ne adlar ezberledi ey nebi!
Adına alışkın dudaklarımız..
Artık yolunu bilmiyor,
Artık yolunu unuttu
Ayaklarımız
Kabene siyahlar
Yakışmamıştır ya muhammed!
Bugünkü kadar!

Hased gururla savaşta;
Gurur; kaf dağında derebeyi..

Onu da yaralarlar kanadından
Gelse bir şefkat meleği..
İyiliğin türbesine,
Türbedar oldu iyi..
Vicdanlar sakat
Çıkmadan ya muhammed yarına!
İyilikler getir, güzellikler getir
Adem oğullarına...

Şu gördüğün duvarlar ki
Kimi taiftir, kimi hayberdir...
Fethedemedik ya muhammed
Senelerdir...

Ne doğruluk, ne doğru;
Ne iyilik, ne iyi;
Bahçende en güzel dal,
Unuttu yemiş vermeyi...
Günahın kursağında
Haramların peteği..

Bayram yaptı yabanlar
Semave’yi boşaltıp;
Save’yi dolduranlar
Atını hendeklerden – bir atlayışta –
Aşırdı aşıranlar..
Ağlasın yesrib!
Ağlasın selmanlar...

Gözleri perdeleyen toprak,
Yüzlere serptiğin topraktı...
Yere dökülmeyecekti ey nebi!
Yabanların gözünde kalacaktı!

Konsun – yine - pervazlara
Güvercinler,
“hu hu” lara karışsın
Aminler,...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey fatihalar, yasinler...

Ne oldu ey bulut,
Gölgelediğin başlar?
Hatırında mı ey yol,
Bir aziz yolcuyla
Aşarak dağlar, taşlar
Kafile kafile, kervan kervan
Şimale giden yoldaşlar....

Uçsuz bucaksız çöllerde
Yine izler gelenlerin;
Yollar gideceklerindir....

Şu tekbir getiren mağara,
Örümceklerin değil;
Peygamberlerindir, meleklerindir.

Örümcek ne havada
Ne suda, ne yerdeydi
Hakkı göremeyen
Gözlerdeydi

Şu kuytu cinlerin mi, perilerin yurdu mu,
Şu yuva ki bilinmez;
Kuşları hüdhüd müdür, güvercin mi
Kumru mu..
Kuşlarını bir sabah,
Medine’ye uçurdu mu..

Ey abva’da yatan ölü,
Bahçende açtı dünyanın
En güzel gülü;
Hatıran uyusun çöllerin,
Ilık kumlarıyla örtülü..

Dinleyene hala
Çöller ses verir....
Yaleyl, susar,
Uğultular gelir...
Mersiye okur uhud,
Kaside söyler bedir;
Sen de bir hac günü
Başta muhammed, yanında
Ebu bekir,
Gidenlerin yüz bin olup dönüşünü,
Destan yap ey şehir!

Konsun – yine - pervazlara
Güvercinler,
“hu hu” lara karışsın
Aminler,...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey fatihalar, yasinler...

Vicdanlar sakat
Çıkmadan ya muhammed yarına!
İyiliklerle gel, güzelliklerle gel
Adem oğullarına...

Yüreklerden taşsın
Yine imanlar!
Itri, bestelesin tekbirini;
Evliya okusun kur’anlar..
Ve kur’anı göz nuruyla çoğaltsın
Kayışzade osmanlar...

Na’tını galib yazsın, mevlidini
Süleymanlar..
Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle
Geri gelsin sinanlar..
Çarpılsın, hakikat niyetine
Cenaze namazı kıldıranlar!

Gel ey muhammed!
Bahardır
Dudaklar ardında saklı
“amin”lerimiz vardır..
Hacdan döner gibi gel..........
Miraçtan iner gibi gel...........
Bekliyoruz yıllardır!

Bulutlar kanat, ruzgar kanat;
Hızır kanat, cibril kanat,
Nisan kanat, bahar kanat;
Ayetlerini ezber bilen,
Yapraklar kanat...

Açılsın göklerin kapıları
Açılsın perdeler, kat kat..
Çöllere dökülsün yıldızlar,
Dizilsin yollarına
Yetimler, günahsızlar..
Çöl gecelerinden yanık
Türküler yapan kızlar
Sancağını saçlarıyla dokusun;
Bilal-i habeşi sustuysa;
Ezanlarını davud okusun!

Konsun – yine - pervazlara
Güvercinler,
“hu hu” lara karışsın
Aminler,...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey fatihalar, yasinler...

Yüreğimin derinliğinde kurumaya yüz tutan gözyaşlarım her nasılsa birden harekete geçmişti. Damlalar akıntıya dönüşmüştü.
Kapın açılmasıyla utancımı gizlemek adına sevgili revanımdan yüzümü çevirmiştim. Lakin bir kez fark etmişti görmeye alışık olmadığı perişanlığımı.
Çaresiz kalmıştım, sessizliğimin eşiğinde.
Şefkatini sunmuştu kanatlarını açarak, hamiyetinin yüceliğini göstermişti okşayarak yanaklarımı. Utanmıştım bir çocuğun perişanlığında.
Şiddetle vurulan kapı dikkatimizi çekmişti!
Hayırdır inşallah diyerek kapıya yönelen sevgili zevcem bir telaş içinde sesleniyordu. Fırladım oturduğum yerimden!
Oğlum İsmail’in elinden kan boşalıyordu. Derhal kesilen yerleri sararken kesiklerin hayli derin olduğunu fark etmiştim, iki ayrı yerden.
Hayırdır oğlum diye sorduğumda, mahcup bir tavırla hızla dış kapıyı iterken çerçeve çam kırılınca elini camlar parçalamış. Gayri ihtiyari kızmak geldi içimden, kocaman adam olmuştu on yedi yaş gibi, ikizlerin on beş dakika kıdemlisiydi. Cevvaldi, hizmet ehliydi, tebessümü yüzünden hiç eksik etmezdi.
Acilen hastaneye götürmemiz gerekliydi lakin büyük oğlum, ama ikinci çocuğum Abdullah (yirmi üç yaşında) arabayı götürmüş işine giderken.
Davranış bozukluğuna kapalı bir yaşantım olduğundan, kızmamak için çok zorlanıyordum. Telefon açarak derhal gelmesini emretmiştim.
Komşularımız gelmişti sağ olsunlar biz götürelim diye, teşekkür ederek programlarından alı koymak istememiştim.
Kısa bir zamanda geldi oğlum Abdullah. Hızla araca doğru yol alıyorduk, acile götürmek için İsmail’i. Erciyes fakültesinin yoluna koyulmuştuk, direksiyonda ben vardım, kısa bir sürede vardık.
İşlemlerden sonra travma servisine girdik, doktorlar çok sakince müdahale ediyorlardı. Film çekilmesini önerdiler ve kanayan yerleri temizlediler.
Bu arada filmi beklerken servisteki diğer hastalar dikkatimi çekmişti.
O hastaların yanında bizim çocuğun ki adeta bir hiçti.
Yaşlı bir teyzenin sol omzu kırılmış, bir başka gencin yüz hatları parçalanmış ve benzeri vakalar pek çoktu.
Aniden yeni bir hasta gelmişti sedyeyle, başı çok kalabalıktı doktorlardan.
Bir telaş içinde davrandıklarından dikkatimizi çekmişti.
Biraz olsun yakından görmek maksadıyla yakınlaşmıştım ki içim parçalandı!
Genç yaşlarda sayılacak bir bayandı…
Bir insanın yüz hatları bu kadar mı feci değişikliğe uğrarmış, şaşkınlığımdan hayali sukuta uğramıştım.
Nutkum durmuştu aniden!
Oğlum İsmail’in eline dikişler atılırken büyük oğlum Abdullah’ı güvenlik görevlileri dışarıya çıkmasını önermişlerdi.
Doktorlar bayan hastaya müdahale ederken zavallı çığlık atıyordu hissettiği acıdan, fakat uzaktan da baksam yüreğim parçalanıyordu bu bayanın halinden.
Yüzü kan revan içindeydi, her tarafı şişmişti. Kandan çok fark edilmiyordu, kıvranıyordu, doktorlar bazen kızıyorlardı, senin için buradayız diyorlardı.
Bayanın yüzünde başka yerlerinde de, bedeninin muhtelif yerlerinde yaralar ve kanlar görünüyordu.
Benim gibi ayakta merakla vakaya bakan güvenlik görevlisine, trafik kazası mı olmuş diye sordum.
Hayır, aile kavgasıymış, kocası dayak atmış deyince bir kez daha kahroldum, kendi erkekliğimden utandım, perişanlığı yaşadım.
Bir insan nasıl bu kadar cani olabilir?
Bir insana bu kadar sefil bir zulüm nasıl reva görülür?
Bir düşmana dahi katiyen yapılmaması gereken bir muamele, bir eşe nasıl yapılabilir? Velev ki en galiz, en affedilmeyecek bir suç işlese dahi!
Hukuk niye vardır?
     Medeniyet niye aranır?
     Bu zulmü işleyen şahsı en ağır ceza verilmeliydi!
     Bir kadına şiddet asla kullanılmamalıdır?
     Kullananlar acizdir, sefildir, cahildir, dengesizdir!
     Doktorlar dört ünite kan talimatını verdiler ama durum ümitsiz görünüyordu.
Kül tablasıyla dövülmüş, kafası duvarlara çarpılmış, dört kez de bıçaklanmış. Bir umuttur deneyeceğiz diyorlardı doktorlar!
O gün sabaha kadar uyuyamamıştım!
Toplumda her geçen gün artan şiddet temayülü neyin habercisiydi?
Bir gün sonra haberleri izliyorum, zavallı kadın eksi olmuş haberiyle yeniden irkiliyordum.

     
          












Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın anılar kümesinde bulunan diğer yazıları...
Emin Acar Hoca ve Bir Meczup!
Şimdi Çaresizce Etrafına Bakıyor!
Andıkça İçim Sızlar, Silinmeyen İzler Açığa Çıkar
Akşama Yakın Bir Vakitti.
Sizi Biran Düşünürken!
Hacı Hasan Efendi!

Yazarın deneme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Darende Ziyareti ve İzleri…
Beklenmeyen Yardım!
Siz Böyle Düşünürseniz Ben Ne Yaparım!
Liyakat ve Önemi
Ütopya
İçimi Sızlatan Ne Acıydı!
En Son Giyeceğim Elbisenin İzlerinden!
Erdemlilik
Biraz Şaşkındım!
Yaprak ve Kuş

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Buselerimi, Sessizliğin Pervazlarında Gizlerim! [Şiir]
Her Lahzada Bir Fark Var, Sırrını İçinde Saklar! [Şiir]
Beklemek Kar Etmedi, Nasip Sükût Ettirdi! [Şiir]
Yürekte Düğümlenir Sukut Ettiren An! [Şiir]
Ruhumun Suskun Hicranı ve Ah U Zarı! [Şiir]
Ey Hicran Aldanan Ben Olayım! [Şiir]
Kalp Hata Etmez, Nefs Vuslata Eriştirmez! [Şiir]
Söyleyemedim, Kalbimin Figanıyla Yetindim! [Şiir]
Kırdın Ümidimi, Yıktın Şu Gönül Lânesini! [Şiir]
Gönül Hüzne Ram Olunca Neyleyim! [Şiir]


Mustafa Cilasun kimdir?

Düşünmeye hassaten zaman ayıran, naifliği önceleyen, estetiği seven, güzelliklerden şevk alan, gönüllerin deşifresiyle uğraşan, halin dilinden haz alan, aşk için meşkin zaruretine inanan, hilkatin ve aidiyetin serinliğinde yazmaya çalışan bir can.

Etkilendiği Yazarlar:
Mehmet Akif Ersoy,Sezai Karakoç,Necip Fazıl Kısakürek, Cemil Meriç


yazardan son gelenler

yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Mustafa Cilasun, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.