Türkiye Cumhuriyeti'nin temeli kültürdür -Atatürk |
|
||||||||||
|
Farklı dünyaların, farklı yaşayışlarıydı onlar. Duyulmayacakların, deliliklerin düşünce oyunundaki şah matıydılar. Gece gündüz bilmeden, hayatı yaşayarak değil de anlayarak ölümsüzlüğün kapısını tıklatan iki küçük tanrı soyundan, tapınmanın yasak, mutluluğun kıskançlıkla sıkıştırıldığı şehrin vatandaşılar. Ve şimdi titrek parmaklarında belirsizliği yuvarlayarak, belki bir küçük gözyaşı burunlarında tüterken iki dünyanın yabancıları sevgiyi arıyorlar. -Sen ne renksin? -Ben şeffaf,sen? -Buz mavisi. -Oo güzel.Peki soğuk musun sıcak mı? -Soğuk. -Ilık. Soğuk... Sıcaklığın yanına yaklaşmayan varlık,dediği gibi kimi zaman en sıcak bakışları donduracak kadar buzların yandaşı, kimi zamansa ağlatacak alevlerin güvenverici serinliğiydi. Ilık... Adı olmayan soğukluk,ılıklığını anlıyamazdı onun. Ilık yürek okşayıcıydı. Oysa o ya çok sert olmuştu ya da çok yakın. Ilık gibi ne hissetmediği farklılık oldu ne de belirleyici. -Nasıl yazılıyorsun? Sesiyle perdeleri dondurmuş, olmayan halıların üzerine çatır çatır dökülmelerine neden olmuştu. -Okunduğu gibi, sen? Cevabıyla ölü kumaşın üşümüşlüğüne ruh kattı, sularını damlatarak camına döndü perde. -Çok karmaşık okunmaz. -Hiç okunmadı mı şimdiye kadar? Peki hangi dili konuşuyorsun? Sesinde ukalaların alaycı tonu vardı. Karşısındaki hissedilen dünyanın yaratığına inanmak istememişti. Şaşırmıştı belki de ama sesi ılıktı. -Asla duymadığın, asla konuşamayacağın, uyurken hissedip sonra unutacağın bir dili. Onun kaderinde vardı unutulmak. Şehrinde unutuluşun ilanları asılırdı boy boy. Hatırlananlar yıldızlı köşklerin tahtlarına kurulmuşlardı. Dilleri her ışık saçılışında yeniden yazılırdı. Geceleri onlar da unutuşun kölesiydiler. Yeni sözcüklerse yüzyıllardır varmışçasına eskiydi, kalbin kelimeleriyle konuşulurdu onun şehrinde çünkü. Dokunulmayan kulaklar duymazdı zaten, hisler anlardı etrafta uçuşan harfleri sıraya dizerek. -Peki sen sevgi misin, nefret mi? -Hiçbiri. Belki de anımsayamadığı şekilde içi burularak üzüntüyü yaşamış ve sevgiyle nefreti soran karşısındaki şeffaflığa sinirlenmişti. -Benim adım duygularda hiç konulmadı. Bu kez okları avcunda sımsıkı tuttuğu bardağa saplanmış, bardağı parçalamıştı. Kırıkları elini kesiyor, hissetmiyordu. Buz mavisi kırmızıyı soluklaştırıp benliğine çekmişti bile. -Peki sence ne olabilirdi? Titreyen havanın korkusundan hala etkilenmemiş, açtığı yaraya saplanan cam parçlarını temizlemeye çalışıyordu. Bardağın parçalarını gülümseyişiyle kaldırıyordu ki soğukluk, şefaflığına karışan karamsarlığını gördü. Buz mavisi kontrollüydü,mantıktan yana, sakin. -Hiçbirşey. Ben her zaman insanın karnına ağrılar saplayan ya da korktuğunda susuzluk hissi veren, tanımsız, ismi olmayan birşey olmalıyım. Özel anlarda var olup, anlatılamayanlardan. -Peki yüce misin, zavallı mı? Düşünemezliğin hakimi, rengi olmayanın,soruyu soruşundaki bocalayışı kavradı. Ilığın getirdiği uysallık bağrında sakladığı tutuklu fırtınanın zorunlu yüzüydü. -Asla zavallı olmayacak kadar güçlü ve yönetenim. Tapılasıyım ama tapınmak yasak dünyamda. -O zaman niye tapılası? Tapınmaktan kaynaklanıyor sanırım...Tapılası değilsin zavallı mısın? -Zavallı olmak öyle olduğunu sanıp, gözyaşlarını içine akıtanlar içindir. Zavallılar sahip olmadıklarına ağlıyanlardır. Ben güçlüyüm. -Ve ya kendini kandırıyorsun. Neye göre güçlüsün?Ama sana katılıyorum güçlüyüm ben de. Peki sıradan ölüm mü, acı çekerek ölüm mü? Yine yapmıştı.. Ilık tonuna alaycı ama zayıf düşen tonunu katmıştı. Bilek güreşinde birbirine karışan ten renginde, yere yapışan kendi bileğini seçemeyip sevinişi gibi. Şeffaf renkten uzaktı... -Belki de kendini kandıran sensin. Belki de sen kendine tapıyorsun. Ölüm bir sondur. Tuvale vurulan son darbedir. Nasıl olduğu önemli değil, koyudur çünkü. -Orası seni ilgilendirmez. Sırlar kalır mı, yoksa hepsini dökebilir misin? Ilık ha... Yere döküldü yine perdeler, geçici damlalar tutmadı camının ellerini. -Beni ilgilendirmiyorsa kapılarını kapa yabancı. Sırlarını gizle bakalım adını koymadığın, varolmayan dünyanda. Sırlar saklanmalıdır. Küçük tahta kutunun içinde, görünmeycek kadar özel benimkiler. -Ya gerçekten samimi ve açık olma... Öyle birşey yok mudur sence? Sırların da seni güçlü kılar mı? -Samimi ve açık olmak farklı. -Nerde hani farkı? Niye dost? -Samimi olmak yakınlıktır, kuraklığın susuzluğuna düşen gerçek sevgi. Açık olmak yalansızdır, su kadar saf ve canlı. Bazense bir emeği değersiz kılacak kadar tehlikeli. Sırsa özeldir, dostlukla alakası yok. Gizlilik dışa vurulmadıkça güçtür. -Bunları geç şimdi.Dostun kimdir? -Dostum hak eden ve kaybedilişe kadar yürüyendir. Kaybolmayı ya da sonsuzluğu o seçer. Bulutlar geri çekilip, yalnızlığın şarkı söylediği odaya dolmaya başlayınca güneş, göremedikleri gözlerinde olduğunu umdukları umutla, belki görüşmek belki de bağlantısı olmayan ruhlarından sonsuza dek ayrılmak üzere dostluğa doğru hoşçakal dediler. Bilinmeyen bir tarihte, hatırlanmayacak isimlerdiler.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © İnci Çiçekoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |