Ben bir dünya yurttaşıyım. -Sokrates |
|
||||||||||
|
Bunun üzerine Polis şunları söyler: “Ama belki de aslında Sezgili’yi öldürdükten sonra köpeğine köpek maması verişinizdir bu hayvanın size sevgi gösterilerinde bulunmasının sebebi. Buna ne diyeceksiniz?” Siz çıldırmışsınız memur bey. Tatil için bir programınız var mı?” Polis: “Olması mı lazım?” Polis komşunun masum olduğuna kâni olur ve onu serbest bırakır. Ama komşu Polisin kendisinden özür dilmesi gerektiğinde ısrar edince Polis tekrar şüphelenir ve komşuyu gene tutuklar. Komşu henüz yargılanmamış olduğu halde gözyaşlarına hakim olmaz, olamaz ve o kadar bir ağlar ki hapsolduğu hücrede kahkahalar ata ata gözyaşlarında boğulup ölür. Polis Recep Sezgili’nin yastığının altında bir yazı bulur. Bu yazı aslında Recep Sezgili’nin sevgilisine hitaben yazılmış bir mektuptur. Hemen sevgiliyi olay yerine çağıran polis ona mektubu okur: “Bilmediklerimle mukayese edilince bildiklerim bir hiçten ancak bir adım öteye gider. Zevk âleminde boğulduğum zamanlar olduğu bir gerçek. Ama her gerçek gibi bu gerçek de pek değersiz gözümde. Acı çekmek insanı bönleştirir. Kişi ölü olmakla yaşıyor olmak arasında bir ayrım yapmaktan aciz kalır. Ölmekle hiçbir şey kazanamaz ölen. Haz hayata dahildir, ölüm yaşanmaz. Pek gezmedim. Gezmeyi hiç sevmem. Ama başka insanlarla mukayese edilince hiç yerinde durmamış bir insan izlenimi veririm. En büyük korkum bir gün bir daktilo şeridiyle boğulmuş olarak ölü bulunmaktır odamda. Aç kaldığım zamanlar en üretken olduğum zamanlar oldu. Büyük evlerin küçük odalarında yaşadım, yüksek yerlerdeki alçak adamlarla tanıştım. Çocukluğum can sıkıntısıyla mücadele ederek geçti. Can sıkıntımı yenmek için savaş filmleri izlerdim. O dönemlerde Vietnam savaşı yeni bitmişti ve Amerikanlar savaş filminden başka film çekmiyorlardı. Daha sonra savaştan dönüp de topluma adaptasyon sorunu çeken travma kurbanı üzgün, gücünü yitirmiş, haksızlığa uğradığını düşünen bilge kurban-kahramanlar pek modaydı. Vietnam savaşından dönen bunalımlı bir gazi olmadığım halde gençliğimde kendimi o kurban-kahramanlardan biri olarak gördüm hep. O kadar çok savaş filmi izlemiştim ki bu savaş filmlerinin travmatik bir etkisi oldu üzerimde ve kendimi toparlamak için yaşamı kolaylaştırıcı düşünceler üretmeye başladım. Bu düşünceler beni topluma yabancılaştırdı çünkü toplum bireye kıyıcı bir ilişkiler yumağından başka bir şey değildi.” Recep Sezgili’nin yastığının altında bulunan bu yazının ne zaman yazıldığı bilinmiyordu. Polis Recep Sezgili’nin köpeğinin cinayetin tek sanığı olduğunu düşünüyordu. Recep Sezgili’nin kendisine hitaben yazılmış bu mektubun içinde bulunduğu zarfın üstündeki adresten faydalanarak Recep Sezgili’nin sevgilisiyle irtibata geçer ve onu olay yerine çağırır. Olay yerine gelen ve adının açıklanmasını istemeyen sevgili A.T. polise verdiği ifadede şunları söyler: “Onu çok seviyordum memur bey. İsterseniz sizi de an az onu sevdiğim kadar sevebilir kendisi aramızdan ayrıldığına göre. Ölümüyle elbette ki sarsılmakla kalmadım, yıkıldım da. Ama sanat kısa, hayat uzun memur bey. Ona kendisinin topluma mal olmuş bir yazar olduğunu, daktilosunun tuşlarının toz tuttuğunu ve kirden görünmediğini, kendini toparlayıp yeniden yazı yazmaya başlaması gerektiğini aksi taktirde erken bir zamanda toplum tarafından daktilosunun şeridiyle boğularak öldürüleceğini kaç kere söyledim, tam sayısını hatırlamıyorum şimdi, ama kırkın üstünde olsa gerek, zira üç aydır hemen hemen iki günde bir tekrarlıyorum bu söylemi. Biliyorsunuz memur bey, bir insana kırk kere öleceksin derseniz o insan öleceğine o kadar bir inanır ki ölür. Bak sen toplumun malısın, yani topluma mal olmuş bir yazarsın, neden yazı yazmak yerine acılarını kâğıda döküp yaşama dönmüyorsun dedim ona. Ama dinletemedim hiç memur bey. Böyle olacağı belliydi, hiç şaşırmadım doğrusu. Velhasıl onlar vurdu biz büyüdük memur bey.” Recep Sezgili’nin katili asla bulunamaz. Polis turşucu olup turşuları poşetlere ellerliyle doldurmayı seçer. Komşunun akıbetini zaten belirtmiştim ama yinelemekte fayda var ki dava neticelenmeden, daha gözaltındayken, gülmekten ve gözyaşlarında boğulmaktan ölmektir bu akıbet. Sevgili A.T. ünlü bir şantöz haline gelir ve adını değiştirerek Şantöz Ayten olur. Recep Sezgili ise topluma mal olmaya, toplumun malı olarak yok olmaya mezarında devam eder. Sezgili’nin cenazesine katılan hasta bir ruh vardır. Bu ruh kimin ruhudur? Sezgili’nin mi? Tüm insanlığın mı? Kimin ruhudur bu hasta ruh? Ve bu ruhu hasta kılan nedir? İşte bu sorular tıpkı Kafka’nın Dava romanının sonundaki gibi yanıtsız kalmaya mahkûmdur ey sevgili lanetlenmiş okur!
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Cengiz Erdem, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |