Her insanda insanlığın tüm durumları vardır. -Montaigne |
|
||||||||||
|
Sığınmışlar atalarım bu dağların arasına; şimdi genetik mirasımın karşı koyamadığım itelemesiyle ben de… Kaçmışlar kelle avcısı padişahlardan, ulaşması ve yaşaması güç bu kurak toprakları seçmişler. Toplaşmak için de etrafına bu cılız çayı bulmuşlar. Çocukluğum bu dağların arasında neşe içinde geçti. Her çocuk gibi oyuncaklar bulurduk kendimize: ardı arkası kesilmeyen engebeli arazi, kayaların oyukları, Çarpan Çayı, börtü böcek, taş toprak… Her evin bahçesi vardı olmasına ya hiçbir zaman bize yetmedi. İlkokul vardı o zamanlar; on iki kafa toplanması yeter gerekti. Şimdi beş-on hane dışında, cemaat yazları gelir olmuş. Onlar da yaşlılar. İlk göç akınını başlatan Alaylıların oğlu Ali’ymiş derler. O, ballandıra ballandıra anlatınca büyük şehri, dili kâfi gelmeyip bir de üstüne gözlerini kocaman açıp pörtleterek, coşkusundan elini kolunu dağlara taşlara sığdıramaz, yerinde duramaz olunca, bizimkiler de dayanamamış işte. Devamı bu topraklara hiç kök salmamışlarcasına gelmiş. Çocukları, torunlarıysa tamamen çıkarmış hayatlarından bu köyü. Suçlayamam ki. Ben de en son on beşimde, anamın zorlamasıyla, yaz tatilinde gelmiştim. Ben de unutmuştum. Taa ki gide gele nihayetine erdiğim, vardığım bu karara kadar. * Ortaokul ve lise parasız yatılı… Üniversite sonra. İş hayatıyla birlikte gelen ilk aşk ve evlilik... Çocukla birlikte gelen ev hanımlığı. Derken anılası günlerime dönmeye çalışmak çıfıt çarşısında telâşe içinde dolanıp durmaya döndü; kaybolmaya… Ellerim boş, hiçbir şey bulamadan. Evladım büyüdü artık; başını becerir. Kocam… Lakırdı gerekmez. Ben… Buradayım. Bu köyden çıkmış olmayı, tüm güzel anılara rağmen kabullenememiştim. Kocamın ailesi benimkinden çok farklıydı. Ah! Düğünümüzde ne de utanmıştım. Salon, incecik pırıltısı üzerinde boylu boyunca ışıldayan keskin bir kılıçla ikiye bölünmüş gibiydi. Sadece salon olsa iyi, tüm hayatım da… Ben de bir tercih yaptım – yanlış tarafı belki. Onun babası akademisyen, annesi doktor. Benim anam köylü karısı, bubam Topal Remzi. Haliyle aynı şey eş-dost-akraba için de geçerli. Ben de unutmayı seçtim; doğrusu şu: hiç yaşamamışım gibi davranmayı. Köyde büyüdüğümü anlatmadım. Sanki ben yirmi dördüme kadar var olmamışım, kocam ve ailesinin, akrabalarının hayatıma girmesiyle can bulmuşum gibi…; kimse de bir şey sormadı. Şehirli gecekondulular olarak kalmayı tercih ettim o insanların zihninde - bir bataklık gülü. Kimse tahmin edemez yani, burada olduğumu kimse bilemez. Hiç olmasa zaman alır ulaşmaları. Şimdi bu çıplak dağlar nasıl huzur veriyor. Eşyalarımı bırakır bırakmaz dolaşmaya çıkıyorum. Ağır, ilerliyorum. Burada hayat yazın güneşin, kışın karın kuşatması altında haşin ve ağır geçer. Hep elinizin kolunuzun hareket kabiliyetini engelleyen, daha fazla güç harcamanıza sebep bir faktör vardır. Şimdi de güneş, iliklerime kadar sarıyor benliğimi. Güneş olduğumu sanıyorum: Kızgın, devingen ve hayat dolu. Daha da yavaşlayıp mümkün olduğunca sessiz yürümeye çalışıyorum. Adımlarımın çıkardığı sürtünme sesi bile ağır geliyor bu ıssızlığa. Çömelip ellerimi bastırıyorum toprağa, toprak olduğumu sanıyorum: Katı, durağan ve hayat dolu. Birkaç arı vızıltısı… Arı olduğumu sanıyorum: Evrenin kendi ritüeline gömülmüş çalışkan bir parçası. Ve sesimin kimseye ulaşmasını istemiyorum; bir arının ki kadar bile. Bir kayaya oturuyorum. Kısık gözlerimin arasına sızan bu ıssız güzelliği izlerken ne kadar doğru bir karar verdiğimi biliyorum. Burada kalacağım. Bunca yıl sonra - bu sefer, terk etmemek üzere. * Yeterince veda edildi, yeterince hasretle kucaklanıldı, yeterince dil döküldü, yeterince kavga edildi, yeterince ağlanılıp yeterince gülündü, yeterince dert anlatıldı, yeterince anlamayıp yeterince anlaşılmadı. Yeterinceler böyle böyle yığıldı da haddinden çok fazla kaybettim kendimi. Havada uçuşan harfler, onlardan oluşmuş anlamlı kelimeler, onlardan da oluşmuş anlamsız cümleler hiç hedefe ulaşamadı. Ulaştılarsa da anlamları kocaman anlamsızlıklar, anlamsızlıkları ilgisiz anlamlar doğurdu. Konuşuldu… Konuşuldu… Yalan cennetin faydaları üzerine uzun uzun söylevler çekilip dinlendi. Kelimelere haksızlık edilircesine anlatıldı, tartışıldı. Herkes kafasını masal devleri gibi bir aşağı bir yukarı sallayıp ‘’hı hı,’’ dedi. (Anlaşıldığı üzere artık kelimeler iyiden iyiye gözden çıkarıldı da, hâlihazırda koşullara uygun bir sürü bulabilecekken, en kısasına başvurur olduk.) ‘’Hı hı,’’ dendi denmesine ya bir mutabakata varılıp anlaşma sağlanamadı. Kimsecikler çıt çıkarmamışçasına, hiç kimse birbirini anlamadı. Eylemimiz, amacıyla çelik gibi bir zıtlık içinde vuku bulup anlamsız kaldı. Dilimdeki tüy engelliyor artık dökülerek heba oluverecek tek bir kelimeyi dahi. Mıhlandı ağzım; susacağım. Artık! Gelen gidenin elini sıkıp misafir ediyorum ama tek laf etmiyorum. Bu evin çoktan göçüp gitmiş Topal Remzi’ye ait olması, benim de neredeyse kopyası denecek kadar ona benziyor olmam ahalinin tespitini kolaylaştırdı: ‘’Topal Remzi’nin kızı gelmiş. Dilsiz miydi ki o? Elbet öyle ki konuşmaz işte. Topal Remzi’nin dilsiz kızı köyüne yerleşmiş. Hoş gelmiş.’’
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Nergiz Şimşek, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |