..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Bilmek kadar kuşku duymaktan da zevk alıyorum. -Dante
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Fantastik > E. Asım Öztürk




22 Mart 2010
Gezgin Nean  
Gezgin Dünyanın Gezginleri…

E. Asım Öztürk


Hayvan derisi giysili, insan görünümlü bir canlı duruyordu karşısında. Bir süre bakıştılar. Sessizliği, Recon’un dua mırıltıları bozarken, Kapthan: “İn misin-cin misin, nesin sen?” dedi. Sağ elinin ayasını sol göğsüne vurarak “ben Neanım, adım Gezgin Nean” dedi, canlı.


:AIFD:
Yorgun başı ikide bir öne düşerken, direksiyon sallamaktan vazgeçmiyordu. İnişli-çıkışlı tepelerle uzayıp giden bölgeden bir an önce uzaklaşmaktı amacı.

Yan gözle, yan koltukta uyuklayan yardımcısına baktı. Kıvrılmış uyurken, direksiyonu ona bırakamazdı. “Ha gayret Kapthan! Şunun şurasında yirmi beş-otuz kilometre sonra benzinlik var. Bu uğursuz yerlerden bir an önce uzaklaşmalısın. Tekin değildir buraları! Öyle derler” diyerek, kendisini yüreklendirdi.

Yarı uyanık yeni bir tepeyi tırmanırken, ıssız çevrede ne yöne bakılsa tek bir ışık görünmüyor, hava yavaş-yavaş aydınlanıyordu. Eski kestirme yolu yeğleyen, birkaç kilometrede bir karşılaştığı araçlar olmasa, yaşamın olmadığı bir yerlerde olduğunu bile düşünebilirdi. Yine de dert etmedi. En yakın köy kırk-kırk beş kilometre uzakken, benzinlik daha yakın ve her geçen saniye yolunu kısaltıyordu. Tek yapması gereken, biraz daha dayanmaktı. Tepeyi inerken gaza biraz daha yüklendi. Kamyon homurdanarak ileri atıldı.

Az sonra önce sola, sonra sağa dönüp yeni bir yokuşu hızlanarak inmeye başladı. Bir an yolun ortasında bir gölge gördü. “Lanet olsun! Bu da ne böyle?” diye söylenerek, frene yüklendi. Lastikler sessizliği yırtarak kırık-dökük asfaltta izler bırakırken gölge yok oldu, kamyon sarsılarak durdu.

Yardımcısı telaşla fırladı, kıvrıldığı koltuktan.
- Ne oluyor Kapthan, kaza mı yaptık?
- Yapmadık uykucu. Yolun ortasında bir şey gördüm.
- Na, nasıl bir şey?
- Bilmem, tam göremedim. Belki de bana öyle geldi. Bu ıssız yerde, bu saatte ne olur ki?
- Buralar tekin değil derler ya Kapthan.

Kapthan düşünceli, yardımcısına baktı.
- Her söylenene inanma Recon.
- Gördüğünü sen söyledin.
- Orası öyle! Uyukluyordum da arada bir. Ama yol boş, benzinlik de yakın sayılır, ha gayret diyordum kendime.
- Beni uyandırsaydın ya!
- Mışıl mışıl uyurken mi?
- İçim geçmiş Kapthan.

Bir süre konuşmadılar. Sessizliği Recon bozdu.
- Neye benziyordu Kapthan?
- İnsan, insana benziyordu, ama biraz garipti! Belki de bir hayvandı…
Recon derin bir oh çekerek arkasına yaslandı.
- Herhalde hayvandır! Çevre köylerden kaçmış, başıboş bir hayvandır. Buralarda insanın işi ne? Hem de gecenin bu saatinde.
- Ne gecesi, neredeyse sabah oluyor uykucu. En yakın köy de nereden baksan kırk kilometre ötededir.
- Ama hâlâ karanlık.
- Recooon!
- Tamam Kapthan, kızma. Kızma, ama buraları tekin değildir derler. Onca insanın bir bildiği vardır her halde.
- Başlama yine.

Recon bir şey söylemedi. Uykulu bakışlarıyla yolu kontrol ederken bağırdı.
- Kapthaaan!
- Ne var?
- Orada. Biraz ileride, yolun kenarında.
Kapthan cama yapıştı.
- Nerede?
Recon koltuğuna gömülürken fısıldadı.
- Benim tarafımda. Bize doğru geliyor.
Recon kapıyı kilitlemeye çalıştı, acemi hareketlerle.
- Ne yapıyorsun?
Recon yine fısıldadı.
- Kapıyı kilitliyorum.
- Saçmalama! Sandığın gibi bir şeyse, kilit mi durduracak onu?
- Olsun. Tedbir, tedbirdir.
- Kes şunu. Aç kapıyı da in midir, cin midir anlayalım!
- Sen aç. Ben arkaya geçiyorum.
- Geç bakalım ödlek.
- Sen kahramansın Kapthan.
- Zevzeklenme! Korkunun ecele faydası yok.

Recon arka sıraya geçip koltuğa iyice sinerken, Kapthan ters yöne uzanıp gelenin ne olduğunu anlamaya çalıştı. İnsana benzeyen bir siluet duruyordu dışarıda. Önce tereddüt etti. Sonra ağır-ağır açtı kapıyı. Sabahın serinliğiyle ürperirken, uykusu dağılır gibi oldu.

Hayvan derisi giysili, insan görünümlü bir canlı duruyordu karşısında. Bir süre bakıştılar. Sessizliği, Recon’un dua mırıltıları bozarken, Kapthan: “İn misin-cin misin, nesin sen?” dedi. Sağ elinin ayasını sol göğsüne vurarak “ben Neanım, adım Gezgin Nean” dedi, canlı.
- Nean ha! Değişik bir adın var. Gezginsin demek. Burada ne arıyorsun?
- Orakent’e gideceğim. Beni de alır mısınız?
Kapthan düşünceli, Gezgin Nean’ı tepeden tırnağa süzdü.
- Orakent uzak sayılır. Bizim son durağımız Boğazkent.
- Olsun. Boğazkent’e kadar alır mısınız? Ücretini öderim.
Kapthan inanamayan bakışlarla bir kez daha süzdü Gezgin Nean’ı.
- Paran var demek. Neden otobüsle, ya da başka bir şeyle gitmedin öyleyse?
- Buradan geçmiyorlar ki?
- Doğru söze ne denir! Buraya nasıl geldin?
- Nasıl diyorsunuz? Uzun hikâye.

Gezgin Nean elini arkasına götürüp, giysilerine benzer keseyi kemer benzeri kuşağından sıyırarak önüne getirdi. Kapthan’ın meraklı bakışları arasında, avucundaki keseyi oynatarak salladı bir süre.
- Gelebilir miyim?
Recon fısıldadı.
- Hayır, olmazzz!
Kapthan aldırmadı. Adlandıramadığı bir nedenle cana yakın bile bulmuştu Gezgin Nean’ı. Gülümsedi.
- Gel bakalım.
Gezgin Nean neşelendi. Bir sıçrayışta, yüksek şoför mahalline tırmandı.
- Teşekkür ederim.
- Önemli değil, zaten gidiyoruz. Hem laflarız biraz, benim de uykum açılır.
Gezgin Nean elini kesesine daldırıp, avucundakini Kapthan’a uzattı.
- Bu yeter mi?
Kapthan yan gözle bakarken, gülümsedi.
- Nedir o, değerli bir taş mı?
- En değerlisi, çakmak taşı.
Kapthan’ın kahkahası çınladı sessizlikte. Recon sindiği yerden doğrulup, merakla bakındı.
- Çakmak taşı mı? Para eden bir şey vereceğini sanmıştım.
- Bizim paramızdır çakmak taşı, çok da değerlidir. Bu az mı olur?
Elini yeniden keseye daldırırken, Kapthan “istemez” dedi. “Nasıl olsa gidiyoruz.”
- Bedelini ödemeliyim.
- Arkadaşlık ediyorsun bize. Bu da bir bedel sayılır.
- Öyle mi?
- Evet.
- Peki. Teşekkür ederim öyleyse.
- Adım Kapthan.
- Memnun oldum Kapthan.
- Ben de memnun oldum Nean, Gezgin Nean.

Recon arka koltukta doğruldu. Şaşkın bakınırken uykusu biraz dağılmış, yaşadıklarını anlamaya çalışıyor; tepeler azalırken motor sesine, biri bitip diğeri başlayan dualarının mırıltıları karışıyordu.

Kapthan uyuklarken, sürpriz yol arkadaşıyla neşelendi. Kilometreler hızla geride kalırken benzinlikte mola verdiler. Kamyon boş bir yere yanaştı, motor sustu. Dinlenme sırası kamyondaydı.

Benzinlik kalabalıktı yine. Lokantanın önünde, tepesindeki ışıkları dönüp duran bir de polis otomobili vardı.

Kapthan beş parmağıyla midesini ovalarken, “ben acıktım” dedi. “Ben de acıktım Kapthan” diye atıldı Recon.
- Sen acıkmadın mı Gezgin?
Gezgin Nean’ın dikkatli bakışları benzinlikte geziniyordu.
- Hayır, acıkmadım.
Kapthan güldü.
- Çakmak taşları burada geçmez, ama merak etme. Ben ısmarlıyorum.
Gezgin Nean Kapthan’a baktı, gülümsedi.
- Teşekkürler Kapthan, acıkmadım.
Kapthan, Gezgin Nean’ı tepeden tırnağa süzdü.
- Aslında haklısın, çok dikkat çekersin. Polisler de var. Ama istersen paltomu giy, meraklı gözlerden saklar seni. Yemeğimizi de sakin bir köşede de yeriz.
Gezgin Nean arkasına yaslandı.
- Teşekkürler Kapthan, siz iyi bir insansınız. Ama acıkmadım sayılır.
- Sakin köşeyi nereden bulacağız Kapthan? Lokanta dışarıdan kalabalık.

Kapthan’ın sesi yükseldi.
- Daha iyi bir fikrin var mı?
- Kızma Kapthan. Eee, gelirken ekmek arası bir şeyler getirmeye ne dersin?
- Kapthan güldü.
- Şeytanlık düşünmediğin zaman, iyi fikirler de çıkıyormuş senden.
Recon, “sağ ol Kapthan” diyerek, sırıttı.
- Ekmek arası ne istersin Gezgin?
- Bilmem. Siz karar verin Kapthan.
- Tamam öyleyse. Hadi Recon.
- Geldim Kapthan.

Lokantaya doğru yürürlerken Recon’un polis otomobiliyle ilgilenmesi Kapthan’ın dikkatinden kaçmadı, ama üzerinde fazla da durmadı. Yine de takıldı.
- Daha önce polis görmemiş gibi bakıyorsun.
Recon irkildi.
- Yooo! Polisler her yerde vardır, değil mi?
- Vardır. Olmaz mı?
- Ben önce bir tuvalete gideyim.
- Git bakalım.

Kapthan yemeğini yerken Recon geldi.
- Nerede kaldın?
- Tuvaletteydim.
- Biraz uzun sürmedi mi?
Recon sırıttı.
- Bu işin zamanı mı olur Kapthan?
Kapthan inanmayarak baktı, bir şey söylemedi.

Polis otomobili siren çalarak benzinlikten ayrılırken, hesabı ödeyip lokantadan çıktılar. Kamyonun kapısını açıp ekmek arası köfte ayranı uzatırken, gözleri Gezgin Nean’ı aradı. Seslendi. Seslenişi yanıtsız kalınca, Recon’a döndü. “Nereye gitti bu?” diye söylendi. Recon “belki de tuvalete gitmiştir” dedi, gülmeye çalışırken.

Pompacı: “Mağara adamı kılıklıyı arıyorsan, polisler götürdü” derken, Kapthan Recon’a döndü. “Bu işle ilgin var mı?” dedi, kızgın. Recon: “Ben, ben nereden bileyim Kapthan. Birlikteydik ya!” dedi, ağlamaklı.
- Bu işte parmağın varsa, süründürürüm seni. Ölümlerden ölüm beğen! Anladın mı?
Recon öne eğilirken ellerini birleştirdi.
- Yemin ederim hiçbir şeyden haberim yok Kapthan. Hem ben polislerden korkarım, çok korkarım.
Kapthan başını salladı.
- Neye yemin etmez, neden korkmazsın ki sen? Yine de sinsilikten uzak duramazsın. Öncesini bilmem, ama bize bir zararı dokunmamıştı. Hadi karakola gidiyoruz.
Recon, “emredersin Kapthan” diyerek koşturup, bir çırpıda şoför mahalline tırmandı.

***

Gezgin Nean Enora’nın Ulu’suyla görüşmek isterken, Tunçköy Akıl Hastanesi’ne kapatıldı. Tunçköy’den kaçıp, kalabalığın doluştuğu bir alana ulaştı. Kalabalık, Cetvel Partisi başkanını dinliyordu.

“Sevgili, Enoralı yurttaşlar…”
“Şak, şak, şak…”
“Sevgili halkım…”
“Bravo… Şak, şak, şak…”

Başkan sinirli, yardımcısına döndü.
- Bunlarla konuşmak olanaksız yardımcı…
- Alışkanlık efendim, alışkanlık.
- Yahu daha dün olan her şeyi unutuyorlar da, bir tek alışkanlıklarını mı anımsıyorlar?
- Haklısınız başkanım. Ama bildiğiniz gibi: “Can çıkmayınca, huy çıkmaz” derler. En iyisi, siz sevgili halkım bölümünü geçin.

Başkan, ”haklısın galiba yardımcı” diyerek, kalabalığa döndü. “Evet, Enora’nın her yanını olduğu gibi, bu alanı da dolduran sevgili yurttaşlar. Küre Partisi’ne göre dünya artık küreselleşmiş… Hah! Sanki dünya eskiden küp ya da silindirdi de, bugünlerde küreselleşti. Dünya dün de küreydi, bugün de küre… Küre Partisi’nin anlayamadığı, işte bu gerçek. Kaldı ki, küre dünyanın köşeleri de olmaz.
Şimdi soruyorummm. Köşeleri olmayan dünyanın, köşelerini dönen ülke nasıl olacağız? Tabii önce kendileri, dönecek köşeleri nerelerden bulacak, hangi köşeleri, nasıl dönecekler? Yoksa bizim bilmediğimiz köşeler mi var? Küre Partisi’nin yöneticileri ülkeyi yönetmeye soyunmadan önce, geometri sınavına soyunmalıydılar…”

“Ya-ya-ya, şa-şa-şa… Büyük başkan çok yaşa. En büyük baş-kan, bizim baş-kan… Enora seninle gurur duyuyor…”

- Tebrikler sayın başkanım. Halkın nabzını iyi yakaladınız.
- Eee, ne de olsa biz gücünü halktan alan Cetvel Partisi’yiz…

Başkan yeniden kalabalığa döndü.
“Oysaaa…”
“Şak, şak, şak…”
“Bizzz…”
“Şak, şak, şak…”
“Şakşakçıların karşısında gerçek hizmet partisi olarak; sizler adına, tüm eğrileri-büğrüleri cetvel gibi düzelteceğimize söz veriyoruz.”
“Şak, şak, şak…”

- Yahu Aheah, her söyleneni alkışlıyorsun. Dün de küre partililerin her söylediğini alkışlamıştın.
- Sen bu demokrasi işini hiç anlamayacaksın Metmet. Bir kere her söyleneni alkışlarsan, konuşan hızını alamayıp, vaatlerini arttırır.
- Adı üzerinde, vaat. Yerine getirilmedikten sonra, anlamı ne?
- Anlamı yok, ama marifeti çok…
- Nasıl çok?
- Aday seçilirse vaatlerinin ne kadarını yerine getirdiğine bakıp, güvenilir olup olmadığını anlarsın. Gelecek seçimlerde de ona göre oy verirsin.
- Ya o da güvenilir çıkmazsa?
- O zaman, gelecek seçimde ona da oy vermezsin.
- Eee?
- Eee’si ne, doğruyu bulmak kolay mı?
- Değil de, bunların hepsini yıllardır tanıyoruz. Bütün saydıklarını anlamanın daha kolay bir yolu olmalı. Ben önce programlarına, sonra da bugüne kadar yaptıklarına bakacağım. Şimdi gidiyorum Aheah.

“Hiçbir yurttaşımız aşsız, işsiz, evsiz kalmayacak.”
“Şak, şak, şak… ya-ya-ya, şa-şa-şa… vs…”

Konuşmaları, Gezgin Nean dışında herkes coşkuyla alkışladı. Bu durum başkanın gözünden kaçmadı ve işaret parmağı Gezgin Nean’a uzandı.
- Siz sevgili yurttaşım. Söylediklerim sizi ilgilendirmiyor mu?
- Ben mi?
- Evet siz. Beyaz önlüklü yurttaşımız.
- Ben yurttaşınız değil, Neanım. Neanların temsilcisi, Gezgin Nean.
- Nean mı?
- Gezgin Nean.
- Gezgin Nean.
- Evet.

Başkan şaşkın, yardımcısına baktı.
- Nean ve Neanlar mı? Nean da ne? Böyle bir adı ilk kez duyuyorum. Enora’nın hangi bölgesinde yaşıyorlar yardımcı?
- Ben, ben bilmiyorum sayın başkanım. Doğrusu bu adı, ben de ilk kez duyuyorum.
- Neyse, bunu sonra anlarız.

Başkan yeniden Gezgin Nean’a döndü.
- Bizzz Cetvel Partisi olarak, yurttaşlarımızı asla ayırmayız. Neanlar da, diğerleri de, Enora Ülkesi’nde yaşayan herkes, bizim için birdir… Nean yurttaşımızı kürsüye davet ediyorum. Buyurun Nean yurttaş.
- Yurttaşınız değilim. Burada olmam daha iyi, ben yerimden memnunum.
Başkanın işaret parmağı havaya yükselip sallanırken, sesi yükseldi.
- İşteee, küstürülmüş bir yurttaşımız. Öyle küstürülmüş ki, yerinden bile memnun kalmakla yetiniyor. Israr ediyorum, kürsüye gelin lütfen. Nean yurttaşımıza yol verin, yurttaşlarrr.

Kalabalığın itelemesiyle gönülsüzce kürsüye yürürken, dalgalanan kalabalık “Nean da kim?” sorusuna yanıt arıyordu. Gezgin Nean uzanan sayısız ele karşı direnirken, bir anda kendisini başkanın yanında buldu.

Başkan, mikrofona iyice yaklaştı.
- Bütün bu yokluklar içinde; eğer varsa, neleriniz var Nean yurttaş?
- Her Nean gibi bir mağaram var.
- ..! Mağara mı? Duydunuz mu? Bu çağda, yurttaşlarımız arasında hâlâ mağaralarda yaşayanlar var. Üstelik bir kişi değil. Kaç, kaç kişisiniz Nean yurttaş?
Gezgin Nean bir süre düşündü. Gözleri boşlukta, parmaklarını sayarken mırıldandı. Aradığını bulma sevinci yüzüne yansırken, sesi yükseldi.
- Ben oradayken, Sayıcı Nean’ın söylediğine göre iki bin yüz yirmi sekiz Neandık. Diğer köylerdekilerle birlikte, yirmi bir bin iki yüz on yedi Nean olduğumuzu söylemişti. Şimdi kaç kişiyiz bilmiyorum.
- Neden, geldiğiniz yer çok mu uzak? Aradan çok mu zaman geçti?
- Çok sayılır da, sayılmaz da… Ayrıca avlarda, savaşlarda yaralananlar ve ölenler kadar, doğanlar da oluyor tabii.
- Avlanmak ve savaşmak mı? Siz bu çağda bir yandan savaşırken, diğer yandan avlanarak mı yaşıyorsunuz?
- Evet, ama bu çağda değil. Cyrolarla hemen her gün savaşırız. Bir gün meyve toplamayıp, avlanmazsak aç kalırız.
- ..! Bakalım doğru mu anlamışım? Hemen her gün Cyrolarla savaşıyorsunuz. Cyrolar kimler ve nerede yaşıyorlar?
- Cyrolar, aşağı uzak av alanlarının bulunduğu bölgenin, dinozorlar vadisine yakın yerlerinde yaşıyorlar.
- Aşağı uzak av alanları ve dino-zor-lar mı?
- Evettt.

Başkan susar. Başını kaşırken, yardım arayan şaşkın bakışları kalabalık alanda gezinir.
- Böyle bir yer duydun mu yardımcı?
- Okul yıllarında coğrafya, tarih notlarım her zaman iyiydi, ama böyle bir yeri ilk kez duyuyorum başkanım.

- Evet Nean yurttaş. Tam olarak Enora’nın neresinden geldiniz? Yani buraya ne kadar uzakta yaşıyorsunuz?
- Yaşadığımız yerler, gelecekte Enora’nın büyük köyü Orakent yakınlarında olacakmış! Yirmilikler gönderdikleri mesajlarda öyle söylüyor.
- Yirmilikler mi? Yirmilikler de ne?
- Yirminci Yüzyıl’da yaşayanlar, yani sizler.
- Yirmilikler, yani bizler!
- Evet.
- Peki ya sizler? Kendinize kaçlık diyorsunuz, ya da birileri sizlere kaçlık diyor?
- Bize demiyorlar, biz biliyoruz. Neanlarız ve tarih öncesinde yaşıyoruz.
- Yaşam koşullarınıza göre tarih öncesinde yaşadığınızı düşünmeniz doğal. Ama bu kadar kolay vazgeçmeyin Nean yurttaş. Bundan böyle sahipsiz değilsiniz. Sizler şu andan itibaren Cetvel Partisi’nin doğal üyelerisiniz.
- Biz bir yere üye olmak istemiyoruz. Bizim sahibimiz yok sayın başkan. Bütün Neanlar özgürdür.

- Yardımcı,
- Evet sayın başkan.
- Bir araştırın bakalım, bugün akıl hastanesinden kaçan var mı?
- Ben kaçtım sayın başkan.
- Yaaa! Ne zaman?
- Sizin zamanınızla… saatiniz kaç?
- Saaat, 16.20
- Bu durumda, yaklaşık olarak üç-dört saat olmuş.
- Akıl hastanesinde ne kadar kaldınız? Yani ne zamandır oradaydınız?
- Yaklaşık olarak bir-iki saat kaldım.
- Bir-iki saat mi?
- Evet, yani sizin zamanınızla.
- Bizim zamanımız mı? Sizin zamanınız farklı mı, saat yerine ne kullanıyorsunuz?
- Biz de saat kullanıyoruz. Çağını Aşan Nean’ın icadı, kum saatini kullanıyoruz.
- ..! Meyve toplayıp, avlanarak mağaralarda yaşıyorsunuz. Zamanı da kum saatiyle ölçüyorsunuz. Doğru mu anladım?
- Evet.
- Doğrusu kafam biraz karıştı. Bir de şöyle düşünelim. Başkentimiz Orakent civarındaki kendi bölgenizde yaşıyorsunuz. Öyle mi?
- Öyle. Tam söylediğiniz gibi.
- Nereden geldiniz, zaman öncesinden mi?
- Evet. Ülkenizin sınırlarını bu sabah geçtim. Sonra da Orakent diye, akıl hastanesine götürdüler. Biliyorum çok ayıp, ama bir önlük yürütüp personel servisiyle kaçtım. Bir de baktım ki buradayım.
- Anladımmm! Yani anladığımı sanıyorum. Uygarlığımıza da pek yabancı değilsiniz, galiba… Peki, ülkemize nasıl geldiniz? Neden Orakent’e gitmek istiyorsunuz?
- Ben Gezgin Nean’ım. Sürekli gezerim. Sizin de söylediğiniz gibi, uygarlığınızı biraz tanıyorum. Buraya bilinmeyen bölgedeki mağaralardan geçerek geldim. Sizin Ulu’nuzla görüşmek istiyordum, ama dinlemediler bile. Neanları buna inandırmak zor olacak…
- Zaman öncesi! Bilinmeyen bölge ve zaman tüneli! Bizim uluyla görüşemeyince inanmayacak diğer Neanlar! Peki ulu kim?
- Sizin başkanınız.

Başkan yardımcısına dönüp, fısıldadı: “Yardımcı, Gezgin Nean bir süre konuğumuz olursa iyi olacak sanırım.”

Tam o anda kalabalık dalgalandı. Televizyoncular, gazetecilerle birlikte kalabalık kürsüyü kuşattı. O kargaşada Gezgin Nean kalabalığa karışıp, ortadan kayboldu.

***

Cetvel Partisi yöneticileri, yandaşları, destekleyen televizyon-gazetelere göre: “İktidar partilerinin ilgisizliğinden, hâlâ tarih öncesi çağlarda yaşadıklarına inanan Neanların temsilcisi Gezgin Nean, Enora Ülkesi’nin utanç verici durumunun canlı örneğiydi… Bunun tek sorumlusu da; ülkeye çağ atlatacağı iddiasıyla iktidarı ele geçiren ve yandaşlarını her biçimde zengin ederken, diğerlerine de gerilere doğru çağ atlatan Küre Partisi’nin sorumsuz yöneticileriydi.”

Küre Partisi yöneticileri, yandaşları, destekleyen televizyon-gazetelere göre: “Olup bitenler, kesinlikle planlanmış bir gösteriydi. Ülkenin hiçbir bölgesinde Neanlar yaşamıyordu. Bu düpedüz uydurmaydı. Neanları, başarıları ve yaptıklarını çekemeyen kökleri dışarıdakiler gündeme getirmişti. Gerçi Neanların koşullarından farklı olmayanlar da yaşıyordu ülkede; ancak bu onların hatası, dahası suçuydu! Yaratılan her türlü olanağın ‘gelin beni alın dediği’ ortamda işini bilmemek, tartışmasız onların hatası, dahası suçuydu!”

Olurculara göre: “Her şey olur, olacağına varırdı. Bu önceden belliydi. Yapılacak tek şey, önceden belirlenmiş olanları izlemek ve tabii ki doğru yorumlamaktan ibaretti. Gezgin Nean da anlamak istemeyenler için gözlerine sokulan canlı bir örnekti… ‘Anlamamakta ısrar ederseniz, siz de böyle olursunuz’ diye gönderilen, canlı bir örnek…”

Geleceğin Temsilcilerine göre: “Adı üzerinde Gezgin Nean, kesinlikle zaman ötesinden gelmiş davetsiz bir konuktu. Aklın yolunun bir olduğunu söylerken bir türlü doğru yolu bulamayan insanlığa; ‘bu kafayla giderseniz, gelecek yerine geçmişe doğru gidersiniz uyarısıyla’ mesajlar getirmişti. Mesajları anlamak için, Neanın önyargısız dinlenmesi yeterli olacaktı…”

***

O kargaşada Gezgin Nean kaybolmuştu. İhbarlar birbirini kovalarken, akşam olmadan yakalanan iki bin yüz on dört kişinin de, çok geçmeden aranan Nean olmadığı anlaşıldı. Bin iki yüz kırk altı az benzer serbest bırakılıp, diğerleri neden Neana benzediği araştırılmak üzere, Ulusal Bilimler Akademisi’ne gönderildi.

Akşam saatlerinde, kendisini yirmiliklere benzeteceğine inandığı giysilerin ücretini çakmak taşlarıyla ödemek isterken Gezgin Nean bulunup, yakalandı.

İfadesi alınırken yukarılardan gelen emirle, sıradan yurttaş kıyafetiyle Orakent’e, Küre Partisi merkezine götürüldü. Kapı önünden koridorlara uzayıp, caddelere taşan televizyon ve gazetecilere, acele bulunup makyajla iyice Gezgin Nean’a benzetilen dilsiz bir benzeri gösterildi. Dilsiz olması da, yoğun ilgi karşısında şok geçirmesinin etkisi olarak açıklandı, en yetkili ağızlardan.

Parti yetkililerinin tıka-basa doldurduğu salonda, en özel köşe Gezgin Nean’a ayrılmıştı. Herkes, bir an önce Neanı tanımak istiyordu. Ama genel başkan, Özel Küre’nin izni olmadan da kimse konuşamıyordu. Sonunda parti içi muhalefetin lideri, soruşturma bakanı dayanamadı: “Sayın küre yöneticileri ne bekliyoruz?”

Salona girerken bu sözleri duyan Özel Küre, bir zamanlar evladı gibi sevdiği soruşturma bakanının saygısızlığına çok kızdı, ama belli etmedi. Herkes ayakta, saygıyla dikilirken yavaş adımlarla, sakince ve salınarak yerine oturdu. Ne de olsa, demokrasi vardı. Muhalefet de demokrasinin ayrılmaz bir parçası, gerçeğiydi. Yine de kontrolü tombul, bakımlı ellerine almakta gecikmedi.

- Evet arkadaşlar…
“Şak, şak, şak…”
- Bu tarihi toplantıya…
“Şak, şak, şak…”
- Geldiğiniz için…
“Şak, şak, şak…”
- Geldiğiniz içinnn…
“Şak, şak, şak…”
- Hepinizeee…
“Şak, şak, şak…
- Teşekkür ederekkk…
“Şak, şak, şak…”
- Sözlerime başla…
“Şak, şak, şak…”

Özel Küre’nin yüzünde bilinen tüm renkler, özellikle de kırmızı ve morun tüm tonları yer değiştiriyordu. Birkaç “öhö öhö”yü, kızgın sesi izledi.
- Sözlerime başlayabilmek istiyorummm.
“Şak, şak, şak. Bravo, çok yaşa Özel Küre, Küre başkanı. Kü-re baş-kan, kü-re baş-kan, kü-re baş-kan…”

Yetinmeyip coşan küreciler Özel Küre’yi omuzlarına alıp, küre biçimli salonda tur attırırken; Gezgin Nean: “Acaba yanlış çağa mı geldim?” diye, kara kara düşünmeye başladı.

“İçecekler, yiyecekler geldi” diyen şef garsonun sesiyle kendini yerde bulan Özel Küre, bu fırsatı kaçırmadı. “Evet arkadaşlar, biraz sessiz olmalıyız. Bu tarihi toplantının yerini bulmaya çalışan televizyoncu ve gazetecilerin her an bizi bulabileceklerini unutmadan, asli görevlerimizi de unutmamalıyız, değil mi?”

Bu kez şak-şaklar, bravo sesleri ve alkışlar duyulmadı. Gezgin Nean bunun nedeninin ellerdeki çatal-bıçak-kadehlerle, sonuna kadar açılan ağızlarda; “şapır-şupur” sesleriyle çevrilip, yutulan lokmalar olduğunu düşündü.

Gezgin Nean’ın midesi guruldarken sabırsız elleri yakınından geçen her servise uzanıyor, her denemesinde boş olarak geriye dönüyordu. Koltuklarına gömülmüş partililerin küre marka purolarından yükselen duman bulutları arasından Özel Küre zar-zor görünebiliyorken, saatler 23.32 olmuştu.

Özel Küre, bu fırsatı da kaçırmadı. Yan gözle konuşmaya niyetli görünmeyen susturma bakanını süzerken, uykulu bir ses tonuyla, ağır ağır konuşmaya başladı.
- Arkadaşlar, tarihi bir komployla karşı karşıyayız… Yeniden seçilmemize az kala, Cetvel Partisi’nin inanılmaz komplosunun canlı örneği de aramızda, dahası elimizde. Şimdi, gerçeği birlikte öğreneceğiz.

Özel Küre’nin işaret parmağı Gezgin Nean’a yöneldi. Gezgin, herkesin vazgeçmesiyle uzanabildiği bir butu sıyırırken, şaşkın bakışları Küre Partisi Marşı’nın yankılandığı salonda geziniyordu.

Söz sırası, soruşturma bakanındaydı.
- Evettt, sayın konuğumuz Nean. Adınızı doğru söyledim mi?
- Gezgin Nean.
- Peki Gezgin Nean? Ülkemize nereden ve nasıl geldiğinizi bize söyler misiniz? Lütfen.
- Herkesin soruları aynı, ama yanıtları da aynı. Ülkenize batı sınırınızdan, bilinmeyen bölgedeki
mağaralardan geçerek geldim.
- Hımmm! Bilinmeyen bölgenin tam olarak nerede olduğunu söyleyebilir misiniz?
- Geçmişte… Orakent’in yakınlarındayız. Çevreye yayılmış başka Nean köyleri de var.
- Yani, şu an bulunduğumuz bölgenin yakınlarında yaşıyorsunuz ve batı sınırımızdan bu sabah geldiniz. İyi ama Orakent batıda değil ki!
- Evet, ama mağaraların yolu oraya çıkıyordu. Neanların Bölgesi Orakent yakınlarına kadar uzanıyor.
- Gelecekte mi?
- Evet, aman beni de şaşırttınız. Hayır, geçmişte.
- Pardon. Yani yurtdışına çıkmıştınız da bu sabah döndünüz, öyle mi?
- Yurtdışında değil. Nean Bölgesi’ndeydim ve bu sabahtan sonra buradayım.
- Yurtdışında değildiniz, sabah ülkemize geldiniz ve Nean Bölgesi de Orakent çevresinde. Doğru mu anlamışım?
- Gelecekteki Orakent çevresi dersek, hepsi doğru.
- Yani gelecekte de Orakent, Orakent olarak kalacak. Bu ülke sonsuza kadar yaşayacak elbette. Hepimizin amacı da bu... Şimdiii, sürekli gelecekten söz ediyorsunuz. Siz gelecekten mi geldiniz, hı?
- Hayır. Geç-miş-ten.
- Sinirlenmeyin canım! Geçmişten geldiniz. Yaşamınızla ilgili anlattıklarınıza bakılırsa buna inanmak gerekiyor. Orakent çevresinde yaşıyorsunuz ve bugün buradasınız. Peki neden?
- Her Neanın bir görevi vardır. Ben Gezgin Nean’ım. Gezip gördüklerimi, dönüşümde diğer Neanlara anlatırım. Nean Ekspres’de öykülerim, gezi yazılarım yayınlanır.
- Nedenini anladık… Nasılını da söyler misiniz?
- Bizler zaten uzun süredir haberleşiyoruz. Zaman zaman gidip-gelenler de oluyor. Sizin haberiniz yok mu?

Soruşturma bakanı, gözlerini tavanda gezdiren iletişim bakanıyla, boşu boşuna göz göze gelmeye çalışırken, propaganda bakanı fırsatı kaçırmadı.
- Sayın soruşturma bakanı. Bu tarihi komployu, tarihi bir fırsata dönüştürebiliriz!
- Aklınızdan neler geçiyor yine?

Propaganda bakanı konuşmaya hazırlanıyordu ki, salondaki dalgalanmayı art arda patlayan flaşlar ve uzanan mikrofonlar izlerken sessiz kaldı.

Özel Küre’nin kızgın bakışları, haber bakanı ve koruma bakanını aradı. Basın ve halkla ilişkiler bakanının, ”on dakika sonra yazılı açıklama yapılacak,” sözlerine itiraz eden kalabalık, ite-kaka, zorla salondan çıkarıldı. Ortalık yatıştığında haber bakanı ve koruma bakanı salonda görünmüyordu. Tıpkı, Gezgin Nean gibi.

On dakika sonra yazılı açıklama yapılmadı, yerine bakanlar kurulu olağanüstü toplandı. Özel Küre, son derece sinirliydi. Dolaşmaktan vazgeçip durduğu ilk anda, basın ve halkla ilişkiler bakanına döndü.
- Çok büyük bir hata yaptın. Bu işleri bir türlü öğrenemedin. Televizyonlara-gazetelere açıklamalar yazılı değil, sözlü yapılmalı. Unutma ki söz uçar, yazı kalır. Belki de, bakanlığını bir başka arkadaşa verme zamanı geldi!

Bakan ayağa kalktı. Ceketinin parlak düğmelerini göstererek iliklerken, omuzlarını aşağı-yukarı oynattı.
- Bir hata yapmış olabilirim! Ama birlikte düşünelim mi? Verilen bir söz var, ancak henüz yazılı bir belge vermedik.
Sizin de söylediğiniz gibi, “söz uçar, yazı kalır”. Ayrıca, “dilin kemiği yok” da derler. Kaldı ki bölgemdeki üç yüz on dört bin sekiz yüz yirmi altı seçmeni de unutmamak gerekir, diye düşünüyorum. Takdir elbette sizin, Sayın Özel Küre.

Bakan yerine oturdu. Dudaklarını yayarak gülümserken, ellerini iki yanındaki koltukların üzerinden aşırdı. Özel Küre gözlüklerinin üzerinden baktı, güldü.
- Hımmm! Düşününce, bütünüyle haksız sayılmazsınız. Neyse, seçim öncesinde bunu unutalım. Şimdi bakan değiştirme zamanı değil galiba! Hem söylediğin gibi, “dilin kemiği de yok”. Bu durumda sorun da yok!

Toplantı sürerken, haber bakanı ve koruma bakanı konuşup-tartışarak salona girdi. Kızgın Özel Küre haber bakanına döndü.
- Peki, habersiz haber bakanı!
- Efenim Özel Küre. Ama kalbim kırılıyor biraz… Yani, lütfen…
- Lütfenmiş, kalbi kırılıyormuş… Bu tarihi toplantıyı herkesten gizlemek sizin görevinizdi, değil mi?
- E, evet Özel Küre. Ama biliyorsunuz ilk kuralımız, “hiçbir fırsatı kaçırma” maddesidir. Kurallarımızı yok sayamazdım, değil mi?
Özel Küre homurdandı.
- Değdi mi bari?
- Beş yüz bin, dolarcık…
- Hiç fena değil. Eh, birazını partiyi kalkındırma fonuna bağışlarsınız artık.
- Çok da sayılmaz! Yarısını salona girmek isteyenleri engellemesi için koruma bakanına verdim.

Koruma bakanı itiraz etti.
- Evet ama ben de yarısını muhafız komutanına verdim.
- Bana muhafız komutanını çağırın.
- Bu olanaksız!
- Bu olanaksız da ne demek?
- Muhafız komutanı ”fırsat bu fırsat” diyerek, aldığı paranın yarısını son dört zamdan yararlanamadığı için görevlerini aksatan muhafızlara dağıtmış. Onlar da can güvenliğimiz için dışarı çıkmamıza izin vermiyorlar.

Özel Küre’nin iri yumruğu masayı dövdü.
- Sen onların da, komutanlarının da komutanısın. Bir şeyler yapmak için ne bekliyorsun?
- Artık beni de dinlemiyorlar. Açıkça söylemiyorlar, ama isteklerini kabul edip etmeyeceğimize karar verebilmek için onayınızı bekliyoruz.
- Ne onayı?
- Ömür boyu muhafız olma garantisi, muhafızlıktan kıyak emeklilik ve de biraz önceki gibi rüş… şeyyy, ikramiye istiyorlar.
- Yaaa! Peki komutanları ne istiyor?
- Henüz öğrenemedim. Parayı dağıttıktan sonra ortadan kayboldu. “Bir muhafız komutanın yirmi dört saati” adlı program için, Birinci Kanal yapımcılarıyla görüşmeye gitmiş.
- Bunu kimden öğrendin?
- Yardımcısından.
- O nerede?
- Dışarıda. Açıklama bekleyen televizyon ve basın mensuplarıyla, “İkinci Adam” adlı bir program hazırlıyorlarmış.
- Ben kimseye güvenemeyecek miyim?

Bir anda, salondakilerin neredeyse tamamı ayaklandı.
- Bizler varız ya, Sayın Özel Küre.
- Emrindekiler tarafından esir alınan sizler ve bizler! Öyle mi?

Koruma bakanı güldü.
- Esir sayılmayız ki efenim! Biraz önceki büyük salondaki karışıklığı düşünürsek, onları bizden uzak tuttukları için sevinmeliyiz de! Yoksa bu sakin toplantıyı yapamazdık, değil mi?
- Onları bizden uzak tutmak mı? Hem de istediklerini aldıktan sonra. Bu senin görevindi. Sakin toplantı ha! Sizleri bilemem, ama ben hiç sakin değilim. Burada toplanmamızın nedenini gören var mı? Gezgin Nean nerede? O’nu bile koruyamadın değil mi?
- Ama Özel Küre. Ellerinden zorla alsaydık, medyaya saldırıyorlar diye ortalığı ayağa kaldırıyorlar. Bununla da yetinmeyip, eski defterleri karıştırıyorlar. Zaten biraz önce salondan zorla çıkarıldıkları için hemen, hem de hep birlikte önce Ulusal, sonra da Uluslararası Medya Birliği’ne şikâyet etmişler bizi. Hiç merak etmeyin
efenim! Gezgin Nean’ı geri alacağız.

Özel Küre’nin kızgın bakışları uzun-uzun salonda gezindi. Yetinmeyip koltuğundan kalkıp, salonu birkaç kez dolaştı. Sonra yerine oturup, sakinleşip, gülümsemeye çalıştı.
- Gezgin Nean kimin elinde ve nasıl geri alacağız?
- Araştırma bakanı, Her Renk Televizyon Kanalı’nın elinde olduğunu öğrendi. Şimdi pazarlık yapıyor.
- O nerede?
- Sırlar bakanlığında.
- Pazarlığı, bizden mi gizliyor?
- Hayır Özel Küre, diğer bakanlardan. Hem sizin emriniz vardı ya!
- Ne emri?
- Her bakanlık, çok gerekmedikçe kendi işlerini diğerlerini karıştırmadan yürütsün demiştiniz ya!
- Öyle mi demiştim?
- Evet Özel Küre.
- Hımmm! Peki çabuk olsunlar. Bu arada, Her Renk Televizyonu bizden çok, asıl rakibimiz Orta Yol Partisi’ne yakın değil mi?
- Haklısınız. Zaten pazarlık gücümüz de bununla ilgili!
- Anlamadım, nasıl?
- Şöyle efenim. Orta Yol Partisi’nin, Cetvel Partisi yıldönümü kutlamalarına katıldığının kanıtı video bantlarına karşılık, Gezgin Nean’ı istiyoruz. Ayrıca ve de bu akşamki toplantıyla ilgili olarak şikâyetlerini geri alıp, yalnız izin verdiğimiz görüntülerle, haberleri yayınlamalarını istiyoruz.
- İyi, güzel de, Orta Yol Partisi hiçbir zaman Cetvel Partisi’nin kutlamalarına katılmadı ki!
- Haklısınız, katılmadı. Ama teknoloji, eskilerin deyimiyle fotomontaj gibi bir yöntem var, çok şükür. Gerçek anlaşılıncaya kadar, biz oyları toplayıp yeniden seçiliriz. Ondan sonra istedikleri kadar itiraz etsinler.
Çok sıkışırsak; eskiden onların da aynı yöntemleri kullandıklarını açıklarız, olur biter. Hem ne demişler, “çamur at, izi kalsın”.
- İyi çalışmışsın anlaşılan.
- Sağ olun efenim! Bunu konunun uzmanı sizden duymak ne şeref, ne büyük onur!
- Peki Gezgin Nean’ı veriyorlar mı?
- Evet. Evet de, bir-iki küçük ricaları var!
- Küçük ricalar!
- Pek de küçük değiller, ama çok fazla da büyük sayılmazlar! Hem seçim zamanı bizimle fazla uğraşmazlarsa, şansımız daha da artar.
- Peki neymiş o küçük ricalar?
- Ellerindeki görüntülerin yayınlanmaması ve Gezgin Nean’a karşılık, rakipleri Son Kanal’ın, bir bahaneyle… “Öhö öhö”. Pardon, bir nedenle en az bir hafta kapatılmasını, Yandaşlarımızın Her Renk Televizyon’una verdiği reklamların en az yüzde yüz arttırılmasını istiyorlar.
- Partinin tapusunu da isteselerdi bari!
- Onu istemiyorlar. Hem tapu, saygıdeğer eşinizin üzerine ya! Aman aman, düşünmek bile istemiyorum. Neyse efenim. B planımız da hazır. Anlaşıp sabaha kadar Gezgin Nean’ı vermezlerse, Her Renk Televizyon Kanalı’nı, televizyon denetleme kurulu aracılığıyla, bir neden bulup kapatacağız.
- Bir nedenimiz var mı?
- Yok, ama olacak!
- Nasıl olacak bu?
- Düzeltme ve hizaya getirme bakanlığının salonlarından birini, her detayı düşünerek, aynen Her Renk Televizyon Kanalı’nın yayın stüdyolarına benzetiyoruz. Eğer anlaşma gerçekleşmezse, sabah saatlerinden başlayarak onların yerine biz yayın yapacağız. Tabii kapatma nedeni olabilecek yayınlar olacak bunlar. İzleyenlerin zaten karışık olan kafaları da iyice karışacak! Yayın uydusunun onlara verdiği kanalın sorumlu WX yöneticisi Mister Money ile anlaştık bile…
- İlginç! Bu anlaşma nasıl oldu? Mister Money zor adamdır.
- Kolay oldu Özel Küre. Pazarlık bakanı işini iyi yaptı doğrusu!
- Öyle mi?
- Evet efenim. Eee, güney sahillerinden beğendiği yerde on bin dönümcük arazi verdik. Emekli olunca, sorgusuz-hesapsız ödenekten de kredi vereceğiz. Böylece ülkemiz benzersiz bir turistik tesis daha kazanacak!
- Arazi kimin?
- Arazi hazinenin. Böylece kimse itiraz edemeyecek
- İyi güzel de, hani bakanlıklar birbirlerinin işlerine karışmayacaktı. Maşallah, bakıyorum da haber bakanı olarak, olup biten her şeyden haberin var.
- Ama Özel Küre, ben hükümetimizi ilgilendiren her konunun haber bakanıyım. Ayrıca, bakanlıklar birbirlerinin işlerine çok gerekmedikçe karışmayacak demiştiniz. Tersinden okursak, gerekip ilgilendirdikçe karışabilir! Değil mi efenim?
- Savunman bir harika. Ya basın duyarsa?
- Duyamayacak efenim. Duysalar bile önlemlerimizi aldık.
- Nasıl?
- Aslında bizden duyacaklar. Böylece şeffaflığımız da belgelenecek!
- Belge is-te-mi-yo-rummm…
- Bu bildiğiniz gibi bir belge değil.
- Bildiğiniz gibi belge değil de ne demek?
- Önce yabancı sermaye bizi istiyor, ama biz nazlanıyoruz diyerek, bir toplantı düzenleyeceğiz. Sonra da ilk somut örnek diyerek; Mister Money için düzenlenen otuz yıllık yap-işlet-devret belgesini göstereceğiz.
- Mister Money otuz yıla razı mı oldu?
- Aslında anlaşma yüz otuz yıllık. Ama toplantı bitince, otuzun önüne bir ekleyeceğiz. Böylece sorun kalmayacak!
- Mister Money sağlamcıdır. Sözümüze güvenmez ki!
- Haklısınız, ama size güvenir.
- Ben böyle bir söz mü verdim?

Haber bakanı, maliye bakanına döndü.
- Söz vermediniz de, imzaladınız Özel Küre. Yurtdışına çıkan bakanlar ve yanındakilerin harcırahlarını yetmiş dokuz kat arttıran kanun hükmündeki kararnameyi imzalarken.
- Bana bunu söylememiştin.
- Küçük bir detayla sizi uğraştırmak istememiştim. Hem imza atarken çok keyifliydiniz. Ayrıca, siz bizim başkanımız olarak daha büyük işlerle çok yoruluyorsunuz zaten. Hem bizler ne için varız?
- Ne için?
- Sorumluluklarımızı paylaşmak için, değil mi Özel Küre? Hem ne demişler?
- Ne demişler?
- “Sorumluluklar paylaştıkça azalır”, demişler.
- Öyle mi demişler? Galiba iyi demişler. Haklısın, haklısın da, bütün bunları ayarlarken yorulmuş olmalısın!
- Eh! Küçük de olsa karşılığını alınca, yorgunluğunu unutuyor insan. Önce ülkemizin, sonra partimizin birliği
için yaptığım bu fedakârlıklar arasında, biraz da kendimi düşündüm, saygıdeğer efenim. Takdir edersiniz ki koşullarım ne kadar iyi olur; yetmiş yedi sülalemin yarınlarından endişe duymazsam, ülkeme ve partime de o kadar yararlı olurum, değil mi, Sayın Özel Küre?

- İtiraz ediyorum Özel Küre!
- Neye itiraz ediyorsun, susturma bakanı?
- Neye olacak! Önce haber bakanının kendini acındırmasına… Koşullarıymış! Sadece bakanlığı sırasında, serveti, on bin yıl sonra doğacak torunlarına yetecek kadar arttı. Ayrıca maliye bakanının, görünürde ülkemiz ve partimiz adına yaptığı düzenbazlık…
- Öhö öhö…
- Şeyy! Bu taktik değerlendirmelerden bile kişisel çıkar sağlama alışkanlığının, arsızlığa dönüşmesine…
- Ben de buna itiraz ediyorum Sayın Özel Küre.
- İtirazını sonra edersin.
- Ama sataşma var efenim.
- Sonra dedim. Sözümü kesme.
Maliye bakanı homurdanırken, Özel Küre susturma bakanına döndü.
- İtiraz ediyorsun, ama daha maliye bakanının ne aldığını bile bilmiyoruz.
- Olsun, ben yine de itiraz ediyorum. Ben muhalefet liderlerindenim, benim işim bu!
- Susturma bakanı, kendi yaptıkları dışında her şeye itiraz eder zaten.
- Sen sus, yorum yapma. Seni de sustururum sonra…

Son sözler salonu bir anda karıştırdı. Taraflar birbirinin üzerine yürürken, araya giren Özel Küre kavgacıları yatıştırıp, ortalığı sakinleştirdi. Otoritesine karşı çıkamayanlar, homurdanarak yerlerine döndü.

***

Sonunda değiş-tokuş yapıldı ve Gezgin Nean, ağırlama bakanının sorumluluğunda, Küre Partisi milletvekili Acuron Bey’in on beş yıldızlı otelinin, imparator dairesine yerleştirildi. Tüm gereksinimleri karşılanan Gezgin Nean, sonunda dairesinde yalnız kalabildi.

Televizyonla oyalanıp, Küre Partisi Başkanı Özel Küre’nin “sizin için yaptıklarımız” adlı programı izlerken, kapı çalındı. Gezgin Nean daha ağzını açmadan kapı açıldı ve insan azmanı on dört korumasıyla birlikte, beslenme ve besleme bakanıyla, güvenlik bakanı geldi. Korumalar, hemen köşeler ve pencereler önünde yerlerini aldı.

- Evettt, Bizi çok uğraştırdınız Gezgin Nean. Neyse, hepimize geçmiş olsun. Artık konuğumuzsunuz! Beslenme saatinde neler istersiniz bakalım?
- Beslenme saati mi?
- Evet. Yani acıkmadınız mı? Saat 13.00’e geliyor, yemek istemiyor musunuz?
- Ha yemek, yemek istiyorum.
Bakan, neşeyle ellerini ovuşturdu.
- Güzelll, neler istiyorsunuz bakalım?

Gezgin Nean’ın dalgın bakışları, uzaklarda gezinirken özlemle mırıldandı: “Ne zamandır, şöyle ağız tadıyla Nean usulü dinozor kızartma yememiştim. Yanında da nehir otu salatası, bir de mavi göl suyundan yapılma şarap olsa, yok şaraptan vazgeçtim. Sizde öyle temiz su ne arar! Ama diğerleri olsa, tüm dinolar adına, ne güzel olurdu.”

Beslenme ve besleme bakanı, şaşkın bakan şef garsona çıkıştı.
- Aptal aptal ne bakıyorsun? Siparişleri almak için ne bekliyorsun?
- Ama sayın bakanım. Di, di, dinozoru ancak müzede buluruz. Ondan da olsa olsa kemik çorbası olur. Müze yetkilileri de vermez zaten. Emirleriniz olursa, belki birkaç kemik alabiliriz. Öbür istediklerini bulmak da, maliye bakanında vicdan aramak gibi bir şey!
- Hımmm! Haklısın, ama haddini aşma. Belki de konuğumuzu ikna edebilirim.

Gezgin Nean’a yaklaşıp, bir elini omuzuna koyarak pencereye doğru adeta sürükledi.
- Sayın Gezgin Nean, o kahrolası…
“Öhö öhö…”
- Şeyyy, her neredeyse o cennet yurdunuzda her gün aynı şeyleri yemekten bıkmadınız mı? Sürekli aynı şeyleri yemek, sağlığa da aykırıdır ayrıca.
İsterseniz akbaba sütü, hipopotam buğulama, brikette nefis çakal kızartma yemek; ot şarabı, kaplan sütü içmek varken, azla yetinmeyin canım. Ha, akşam onurunuza verilecek ziyafet için midenizi doldurmak istemiyorsanız, onun da kolayı var. Dinozorburger çizgi filmlerde oluyor. Ama biz size çağımızın en çağdaş
burgerini, hamburgerini de getirtiriz. Ne dersiniz?
- Hamburger mi?
- Ev-vettt. Yanında da patates kızartması ve litrelik, hatta tonluk kola, ha!
- Patatesi biliyorum, olabilir. O kola ve hamburgerin ne olduğunu anlayamadım.
- Kola, ağzınıza layık bir içecek! Burger, yani hamburger de büyük köfte. Et, et. Dinozor eti gibi…
- Patates, biraz kola ve o burger dediğinizden.
- Kaç tane?
- Büyüklükleri ne kadar?
Beslenme ve besleme bakanı, iki elinin baş ve işaret parmaklarıyla büyüklüklerini gösterdi.
Gezgin Nean parmaklarını saydı.
- On tane.
- Oha!
“Öhö öhö…”
- Şeyyy, memnuniyetle.
- Yalnız,
- Yalnız ne?
- Burgerler pişmiş olsun!
- İyice kızarsınlar mı yani?
- Yok öyle değil. Ham burger değil de, pişmiş burger istiyorum. Biz bile tarih öncesinde yiyeceklerimizi pişirip yiyoruz. Siz hâlâ pişirmeden mi yiyorsunuz? İğrenç!
- İğrenç senin!
“Öhö, öhö, öhö…”
Bakan dişlerini gıcırdattı.
- Şeyyy, afiyet olsun. Başka bir arzunuz var mı, Sayın Gezgin Neannn?
- Adamlarınız!
- Ama onlar güvenliğiniz için…
- Her yer onlarla dolu zaten. Bari burada yalnız kalayım.

Beslenme ve besleme bakanı, güvenlik bakanına dönüp fısıldadı: “Yüz yirminci kattayız. Yüzüncü katın üstünde yalnız bizim adamlarımız var. Oda derseniz dinleme aygıtları, gizli kameralarla dolu. Bence istediğini yapalım. Böylece bize güvenir.”
Güvenlik bakanı “düşününce pek de haksız sayılmazsınız” diyerek, haklı buldu beslenme ve besleme bakanını.

- Garson, siparişleri aldın mı?

Şef garson cep telefonuyla konuştuğundan, bakanı duymadı.

- Ne yapıyorsun sen?
- Siparişleri bildiriyorum sayın bakan.
- Sok o telefonu cebine. Siparişleri bizzat hazırlayıp getireceksin. Anlaşıldı mı? Düşmanlarımızın bir oyun daha oynamalarını istemezsin değil mi?
- Ta, tabii istemem. Haklısınız efendim, hemen gidiyorum.

Yerlere kadar eğilip elini bir yere, bir başına götürdükten sonra koşarak çıkan şef garsonun ardından güvenlik bakanı ve korumalar çıkarken, beslenme ve besleme bakanı da söylenerek onları izledi: “Geri zekalı mağara adamı. Pişmiş burgermiş! Ben sana yapacağımı bilirdim, ama dua et ki yaklaşan seçimler ellerimi-kollarımı bağlıyor.”

Sonunda yalnız kalan Gezgin Nean yeniden televizyon izlemeye, reklamlardan sıkılıp kanallararası gezinmeye başladı.

Bir belgeselde Neanlara benzeyen görüntülerle karşılaşınca, “Primitif Atalarımız” adlı belgeselde anlayamadıklarını not etmeye başladı: “Primitif, vb.”
Yerinde yurdunda olmadığı için, anlamadıklarını sorup öğrenebileceği Bilge Nean’da yoktu yakınlarda. Kapıya yöneldi ve sinek uçurtmayan korumalardan birine sorununu anlattı.

Gezgin Nean çok beklemedi. Az sonra kapı açıldı ve yedi koruma eşliğinde öğretmen gelip, Gezgin Nean’ın karşısındaki koltuğa yerleşti.

- Evet Gezgin Nean, size nasıl yardımcı olabilirim?
- Anlamadığım şeyler var!
- Ne gibi?
- Primitif gibi. Primitif ne demek?
- Primitif, şeyyy ilkel demek.
- İlkel?
- Yani gelişmemiş, modern olamamış demek.
- Modern?
- Evet. Yani bizler moderniz! Örneğin, Yirminci Yüzyıl’da yaşayanlar modern ve çağdaş!
- Modern ve çağdaş?
- Sizin de söylediğiniz gibi, modern ve çağdaş. Çağın gereklerini yerine getirerek yaşayanlar. Kısaca, Yirminci Yüzyıl çağdaş, diğerleri çağdışı!
- Yani bizler ilkel ve çağdışıyız. Sizler, modern ve çağdaşsınız. Doğru mu anladım?
- Evet. Ana hatlarıyla öyle. Tabii sizin gibi çağın ilerisinde olanlar da var, ama…
- Ama?
- Ama istisnalar kuralları bozmuyor tabii.
- Yani, şimdi bende mi çağdaşım?
- Eee, sayılır tabii. Bakın Yirminci Yüzyıl’da, bir gökdelenin en üst katındasınız. Televizyon izliyorsunuz. Yaşadığınız yerlerde bunlar olamazdı değil mi?
- Gökdelenlerimiz yok. Bizler mağaralarda yaşıyoruz. Çok katlı mağaralarımız çok az. Birkaç tane.
- Televizyon da izleyemezdiniz tabii. İşte uygarlık, modern toplum, çağdaş yaşam!
- Modern toplum, çağdaş yaşam yok, ama televizyonumuz var. Bir Tane.
- ..! Televizyonunuz mu var? Gezilerden dönerken mi götürdünüz? Ama elektriğiniz yok, izleyemezsiniz değil mi?
- Yooo, ben götürmedim. Çağını Aşan NeanLa Mucit Nean icat etti. Gerçi Bilge Nean inanmadı Bir ara benden bile şüphelendi. Sonra Çağını Aşan’la, Mucit bilmediğimiz bir yerlerden bulup getirdiklerini, “ben icat ettim diye yutturuyorlar” dedi. Artık orasını bilemiyorum. Televizyon da O’nun laboratuvar mağarasında zaten. Pil olunca izleyebiliyoruz. Ulu Nean’da en çok reklamları seviyor.
- Avlanıp, meyve toplayarak mağaralarda yaşıyorsunuz ve bir de televizyonunuz var! Televizyonu da, aranızdan birileri…
- Çağını Aşan’la, Mucit.
- Çağını Aşan Nean’la, Mucir Nean icat etti, ya da bir yerlerden buldular… Bizim yayınlarımızı da izleyebiliyorsunuz. Doğru mu anladım?
- Doğru. Pil olduğu zaman çok kısa izleyebiliyoruz. Bazen yayınlar da karışıyor zaten.
- Nedir bütün bunlar? Bir tür şaka mı? Yoksa, sizler Atlantislilerin soyundan mı geliyorsunuz?
- Yooo! Atlantislileri bilmiyorum. Bilge Nean’ın söylediğine göre, Homo Erectus soyundan geliyoruz.


Bölüm Sonu

Mayıs 2004, İstanbul
Ertuğrul Asım Öztürk



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Yaratıcıların İzinde (2)

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Güneşin Çocukları [Deneme]
Aynı Kalmak… [Deneme]
Toplum Ya da Toplam… [Deneme]
Farkında Olmak… [Deneme]
Tüketirken Tükenmek… [Eleştiri]
İnsan Seçmek… [Eleştiri]
Bir İnsanlık Masalı… [Eleştiri]
Tek Damla Okyanus… [Eleştiri]
Sözün Bitmediği Yer… [Eleştiri]
Küçülen Yalnız Dünya Değil… [Eleştiri]


E. Asım Öztürk kimdir?

Dünya benim için dönmüyor. Güneş benim için doğmuyor. Dünya, dönmesi gerektiği için dönüyor. Güneş, doğması gerektiği için doğuyor.

Etkilendiği Yazarlar:
Edebiyattan müziğe, resimden karikatüre, sayıları çok fazla.


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © E. Asım Öztürk, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.