Sanat hem bir coşma, hem bir yadsıma işidir. -Camus |
|
||||||||||
|
Öylesine söylenirken özle biçimin karışıp anlamını yitirmesi ve kavranamayışına da neden olabiliyor, söylediğiyle yaptığı örtüşmeyen, yorulmaz dillerde… Sözlere saygısızlık da söz konusu… Değerini bilmemek ve bilerek amacı dışında kullanırken düşüncelerini desteklemesini beklemek de, saygısızlıktan daha saygın bir davranış değil… “Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol” sözü, dillerde dolaşır. Söyleyenlerin çoğunluğunun davranışlarıyla örtüşmezken yüksek perdeden dillendirilir, üzerine basılıp, kelimeleri ezilirken. Sözün anlamından uzak davranışlı kalabalıkların, sözden uzak duramayışları ilginçtir… Düşünülüp söylenmeyenler de vardır, ortaya çıkmasından özenle kaçınılarak. “Ne çok önde, ne arkada ol. Ortada kal”. Ya da “yasalar uygulansın, ama ben hariç herkese” benzeri… Düşünülmeden söylenenleri sıralamak, en zor olanı her halde… Baş döndürücü hızlarıyla bir anda duyulmaya başlanır, sekiz bir yanda. İlk söyleyenin dudakları arasından kurtulduktan sonra, çağın gerisinde kalmamayı amaçladığından mıdır bu hızlanma çabaları? Belki de yaşamın hızına ayak uydurulamayışların, sözlerle olsun yakalanma çabalarıdır… Birkaç yıl önce sahiplenenlerin dillerinden düşmeyen “yalandan kim ölmüş” sözü bile, tek başına ayna benzeri yansıtmıştır, çoğu kez dillendirilmeyen özleri… Gerçek mazlumları anlatmaktan uzak, küçük dünyaların ondan da küçük kurnazlıklarını anlatmıştır, acınası bir kara mizah örneği: “Nerede beleş, orada yerleş” ve benzerleri… “Okyanus mürekkep olsa, dertlerimi yazmaya yetmez” sözü, günümüzün uzağında, geçmişte kalmıştır. Ancak dertlerini anlatıp-yazmaya (ki okuma ve yazma alışkanlığı da ayrı bir konudur) okyanuslar dolusu mürekkebin yetmeyeceğini düşünenlerin sayısı azalmayıp, çoğalmıştır. Dertli insanlar çoğalıp, mürekkep de geçmişte kalırken, anlatım araçları değişmiştir yalnızca. Zaten okumaya niyetli olmayanların birkaç cümleyi de yazmaktan vazgeçmesi, araçların aracılarına yaramıştır, maddi-manevi anlamlarda. Dertlilerin dertleriyle dertlenirken, dertsiz yaşamların koşullarını sağlamışlardır kendilerine... Şarkılar onları söylerken, “beni anlayanlar, ilgi gösterenler de var” düşünceleriyle dinleyenlere katılmıştır. “Hiç olmazsa anlaşılıyorum” düşüncesiyle kendi dünyalarındayken, söyleyenler olanakların hızlı itelemeleriyle farklı dünyalara doğru koşarken… Söylenip anlatılanların dışında, anlatmakla yorulduklarını düşünenler de yalnız değildir. “Beni hayatta bir kişi anladı, o da yanlış anladı” sözünü sahiplenirler bıkkınlıkların doruğunda, çoğu kez tam da kendilerini anlattığı düşüncesiyle, bir ölçüde rahatlarken… Ne var ki anlaşılmamanın çözümü olmaktan uzaktır, söze kişiyi rahatlatıyor görünen anlamlar yüklenirken. Sözler durup dururken söylenmiş değildir çoğu zaman. Daha çok söylenmesi gereken koşulların oluştuğu yer ve zamanlarda ortaya çıktıkları düşünülebilir. Uzun ve karmaşık düşünceleri özetlerken dikkatlerini çekmeye çalışırlar; dikkatleri farklı konulara yoğunlaşmış, hatta dağılmış insanların. Dinleyip anlamaya çalışanlar kadar, uzak duranlar da bütünüyle ilgisiz kalamazken, sözleri küçümseyenler öne çıkmaya çalışır, “söz uçar, yazı kalır” derken. Yazıyla, yazılanlarla ilgileri olmayışları için bahaneler de hazırdır söylenmeye. Söz uçup yazı kalırken, “hem okudum hem de yazdım” gelebilir akıllara. Hem uzak duramayıp, hem de karşı çıkılması gerekircilerin aklına da devamı gelebilir: “Yalan dünya senden bezdim.” Dünya bezilmesi gereken yer midir? İnsanın bezginliklerle kuşatıldığı yaşamlar adına söyleyebilecekleri yok mudur? Söyleyecek sözü kalmamış mıdır insanın ve insanlığın? İnsanlık sözün bittiği yere gelmiş, “ne olacak?” diye beklemekle sınırlı mıdır? “Bu güneş altında söylenmemiş söz yoktur” diyen düşünür, bir yönüyle ve bir anlamda böyle düşünen insanı mı özetlemiştir? Dil anlatım aracı olarak görevini tamamlayıp, tat alma göreviyle yetinecek midir artık? Elbette hayır. Bu güneş altında söylenecek çok söz, yapılacak çok iş, keyifli sürdürülmesi insana bağlı yaşamlar vardır. Yaşam inatçı ve dirençliyken, insanlık uzun bir öyküdür. İnsan makroya doğru gelişerek sürebilecek uzun bir yolculuğun ilk anlarındayken, evren ölçeğinde dokusal hücresinin içindeki mikro bir yaşamdır, şimdilik. Tek bir insanı aşan uzun, renkli ve heyecanlı, insani bir öykünün sürebilmesi sözlerden kaçmaya değil, gerekenleri yapmaya, yapmamıza ve yapabilmemize bağlıdır… Bu güneş altında ve ötesinde söylenecek daha çok söz vardır, sözü vardır insanlığın. Yeter ki söylenmişleri unutmadan, söylenmesi gerekenleri ötelemeyip, gün ışığına çıkaralım. 06 Aralık 2010, İstanbul Ertuğrul Asım Öztürk
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © E. Asım Öztürk, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |