Dünyada insandan çok aptal var. -Heinrich Heine |
|
||||||||||
|
Oysa ne umutlarla başlıyordum her yeni güne. Yüreğimde ki ateş bedenimi sararken an be an attığım her adımda, aldığım her nefeste yarınlar için yaşıyordum. O ölesiye inandığım umut dolu yarınlar. Ve şimdi yağlı ilmeği boğazıma geçiriyorum ve yine o el tabureyi çekiyor ayaklarımın altından. Ve ipin ucunda sallanan bedenimden geriye ne umut kalıyor ve yarın. Ve içime çektiğim derin nefes yüreğimde kasırgaya dönüşüp yıkıyor inanca dair ne varsa. Ve karanlığa teslim oluyor yüreğim. Sabah güneşleri ısıtmıyor artık içimi. Bir kaldırımda it gibi titrek kalıyor bedenim. Sonra martılara paylaşıyorum içimdeki derin sızıyı, ve deniz sessizce beni dinlerken martıların derin çığlıkları ile ağlıyorum. Çevremden gelip geçenlere aldırmadan yanan sigaramın, elimdeki biramın eşliğinde titreye titreye ağlıyorum. Gözyaşlarım denize karışıyor. Ve yüreğimdeki acı martıların çığlıklarıyla daha da acıtıyor bedenimi. Nefes alamıyorum, gözlerim kararıyor nefessizlikten elimi kaldırıyorum çaresizce ve yine o adını bilmediğim sessiz karanlık. Duymuyorum çevremdeki hayatın akışını ve bana bana doğru gelen ayakları görüyorum o sessizlikte. Gözlerimi açınca insanların bana acıyarak bakışları acıtıyor bedenimi, toparlanmak istiyorum ama olmuyor oynamıyor vücudum. Gözlerime bakıp sordukları soruları çözmeye çalışırken beynimde martıların çığlıklarını duyuyorum. Ve yavaş yavaş doğruluyorum sessizce. Konuşmak istiyor ama konuşamıyorum. Ve tekrar masama dönmek istiyorum. Şaşkın bakışlarla çevremi saran insanlara aldırmadan tekrar içimi dökmeye gidiyorum denize ve martıların çığlıklarını dinlemeye. Ve bir bira daha geliyor arkamdan ve bir sigara daha. Garson çocuk şaşkın gözlerle bana bakıyor. Ben aldırmıyorum. Ne anlamı kaldı ki var olmanın diyorum kendime. Ne anlamı var ki? Ve düşünüyorum derin maviliğin eşliğinde suskunluklarda boğularak. Bilinmezliğe giden bir yolun yolcusu değimliyiz? Öfkelerimizin tutsağı olmuyor muyuz kimi zaman, kimi zaman bencillik girdabında savrulmuyor mu bedenimiz? Oysa biz olmak için çıktımız bir yolda neden ben sen kaygısı yaşar benliklerimiz? Oysa o biz dediğimiz yolda konuşarak anlatarak ve anlayarak sevdayı yaşamak değimlidir asıl olan? Ne güzel söylemiş Can baba” Korkulacak bir yanı yoktur aşkların, insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer.” Demek ki aşkta korku varsa, hala insan kendini saklıyordur ve kurtulamamıştır tüm derilerden. Ve kısa soluklu bir yolculuk başlıyor yine bedenimden, düne dünden önceye. Yüreğimdeki yıkıntıların güzel bir mabede dönüştüğü günler aklıma geliyor. Yüreğime değen bir elin sanki bir masal perisi gibi o yıkıntıları nasılda rengârenk bir çiçek bahçesine dönüştürdüğünü düşlüyorum. Şimdi ise geride kalan bir daha hiçbir zaman eskisi gibi olmayacak bir mezarlık misali yüreğim. Nasıl mezarlığın üzerine ihtişamlı parklar kursanız da biraz eşinince geçmişten kalan kemik yığınlarıyla karşılaşırsanız işte yüreğimin son aldığı halde tıpkı bir mezarlık gibi soğuk ve ürkütücü. Karanlığın ordularıyla yapılan savaşta umut ve inanç askerlerinin görkemli bedenleri yatıyor o mezarlıkta. Kaybedilen bir savaşın ardından kan gölüne dönmüş arenadaki o kan göz pınarlarımdan akarak yanaklarımdan süzülüyor yavaşça. Ve yine can bana düşüyor aklıma” Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman,meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır yaralamasaydı eğer.” Ağır yaralanmakla kalmadı sevda, en görkemli savaşta can verdi. Yüzünde geçmişe dönük bir suskunluk ve gözlerinde geleceğe dair inancı taşıyarak. Ve gri bir renk aldı mas mavi gökyüzü. Havaya bulaşmış ölüm kokusunu temizlemek için ve toprağa ağır gelen bu kırmızı yükü arındırmak için. Keskin bir şimşek çaktı önce ve bulutlar olanca hiddetleriyle başladılar yeryüzünü arındırmaya. Ve toprak kendini buldu havaya dolan ölüm kokusu uçtu gitti. Ve meydan savaşından arda kalan sadece ölü düşler ve ölü bedenlerdi. Ve yıkılan umutların, kaybedilen inançlarn altında kalarak yok oldu ölü bedenler. Karanlığının ordularının kirli çizmeleri değmemeliydi onların çıkarsız bedenlerine. Ve ne kadar kaybedilse de bu arenada bu görkemli savaş, gözlerindeki umut ışığı aydınlattı yarınları. Yalnız kalmıştı yürek ama tutsak olmamıştı ve teslim olmamıştı karanlığın ordularına. Bir martı çığlığıyla, ciğerleri yakan bir nefes sigaranın ölümcül dumanı ve tanrının en yasaklı ve günah kokan ırmağından gelen bir arpa suyunun varlığında son damlada düştü denize. Adımlar yavaş yavaş ayırırken bu arenadan bedeni sıska bir serçenin tireliğinde üşüyordu beden ve yanaklarım kurumamıştı tanıklık ettiğim zamanı özlerken… www.hamzaekiz.com
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © HAMZA EKİZ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |