Tüm mutsuzluklar yokluktan değil, çokluktan gelir. -Tolstoy |
|
||||||||||
|
Bir tartışmaya giriyorsunuz diyelim, hatta giremiyorsunuz bile aldığınız cevabı duyduğunuz anda bitiyorsunuz, yok oluyorsunuz. İşte karşındayım oysa, tam karşında, elini azıcık uzatsan değecek kadar uzakta. Hemen anlıyorlar ilk cümlenizle ve ben seni anladım değip başlıyorlar anlamadıkları düşüncelerinizi anlatmaya. Sadece anlatsalar yine iyi birde cevap veriyorlar anlamadıkları düşüncelerineze karşı. Acaba öğretmenlerde dokunmatik olmuşlarmıdır? Sordukları soruya parmak kaldırması yeterlimidir öğrencinin, hiç ayağa kaldırmadan, vereceği cevabı duymadan, bu çocuk parmak kaldırdı, hımm şu, şu ve şu kesin biliyor canım, bak şunun parmağı biraz titriyor sanırım o biraz az biliyor, şu kesin yanlış biliyor parmağını kaldırmakla indirmek arasında gelip gidiyor… Eskiden sadece doktorlar dokunmatikti, hasta kapıdan girip karşısındaki sandalyeye oturana kadar teşhisi koyar, sandalyeye tam oturduğu anda reçeteyi yazarlardı. Hatta bazıları o kadar hızlıydılar ki hastanın doktorun yanına bile gelmesine gerek yoktu, bir aile büyüyü doktora bizim kızın şu derdi var demesi yeterliydi. Şimdilerde ise her meslekte her gurupta bu dokunmatikleşme var. Hatta eskisi gibi eşler arasında fiziksel bir kavga bile olmuyor. Kadın hemen anlıyor durumu ve sanki dayak yemiş gibi başlıyor ağlamaya, erkek deseniz oda hemen anlıyor bir boşanma nedenini ve koşuyor en yakın boşanma avukatının kapısına. Artık öyle küçük çocuğun elindeki şekeri alıp ağlatma eylemine bile gerek yok, şöyle karşıdan baksanız ama içinizden alırım bak şekerini diye düşünerek, o bile yetiyor ağlatma eylemi için. Sonra ağlayan çocuğun ilk önce annesi anlıyor çocuğunun elinden şekerini almayı düşündüğünüzü, sonra anne babaya bir bakışla anlatıyor olanları, baba kalkıp geliyor yanınıza anladım ben seni değip tekme tokat dalıyorsunuz birbirinize. Biraz abartılımı oldu buda!!! neyse. Doktorlara laf atmıştıkya dokunmatik olanlara tabi, şimdi onlar bu dokunmatikliğin onlara kaybettirdiklerini telafi etmek için uğraşıyorlar, her şeyi yasaklıyorlar bu günlerde onu yemeğin bunu yemeğin ki sonra hasta olup yenilediğimiz, yenilendiğimiz hastanelere gelin. Özledik sizleri diyorlar, eskiden başınız ağrısa gelirdiniz şimdi neden gelmiyorsunuz diyorlar. Doktordurlar haklıdırlar ama hatalı davranmaktalar, koca gün sandalyesinde oturan birisi için tuz gereksizdir de peki bütün gün terden gömleği sırılsıklam olan adam. Hani daha ilkokulda öğretmişlerdi terin içinde tuz olduğunu yalansa yalan desin çıkıp birileri değimli ama. Her insanın tuz tüketimi, şeker tüketimi de un, yağ v.s. gibi bir çok tüketimide kendi yaşantısal ortamıyla orantılı olmalı. Yoksa bir anne adayının bu tür genel laflardan etkilenip tuz tüketmemesi demek potansiyel zeka geriliğine sahip bir çocuğu olması demektir. Lakin bizde dokunmatik olmuşuz ne duysak şıp diye anlıyoruz, normal bir insan dedikleri anda kendimiz sanıyoruz. Fakat kimse çıkıp normal bir insan şöyle olur diyemiyor ki bende bilmiyorum
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Sinan Yıldırım, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |