"Denemeler"de gördüğüm şeyi Montaigne'de değil, kendimde buluyorum. -Pascal |
|
||||||||||
|
İzedebiyata yeni üye oldum. Amacım, engellerle karşılaşıp yazılı basında ses duyuramayan sanat ve düşünce insanlarını tanımak, okumaktı. Gerekirse yorumlar yazarak yalnızlıklarını paylaşabilir, sevgiyi, saygıyı en çok hak etmiş böyle bir emeğe desteğimi sunarım belki, diyordum. Çünkü politik ve ekonomik ortamın egemenleri, kendi “Hık deyicileri”nden başka seslere artık hiç dayanamaz hale gelmişti, bu sesleri boğmak için her yolu dener olmuştu. Yıllardır çok okur, az yazar, yazdıklarımı da çöpe yollarım. Beğenmem kendi yazdıklarımı. Yazgı mı demeliyim, rastlantı mı, bilemiyorum. Selçuk Üniversitesi’nden İslam Hukuku profesörü sanıyla maruf, Orhan Çeker adlı zat, günlerce kamuoyunu meşgul eden açıklamasını yapmasaydı, ben de İzedebiyat’ta bu yazıyı yazmak zorunda kalmayacaktım belki de. Çeker şöyle buyurdu: "Sorunun odağında kim var? Kadın var. Kardeşim sen dekolte giyinirsen bu tür çirkinliklerle karşılaşman sürpriz olmayacaktır. Tahrik ettikten sonra sonucundan şikayet etmen makul değildir. SUÇTA DEKOLTE VE TAHRİK EDİCİ KIYAFET VAR Bu konuda suçu işleyenleri savunduğum anlaşılmasın. Elbette işlenen suç son derece iğrençtir. Lakin bu suçun işlenmesinde dekolte ve tahrik edici kıyafetler giyinen kadının da etkisi küçümsenmeyecek kadar büyüktür. Bu konuda tabi ki erkek suçludur ama kadının da suçu gözardı edilirse meseleyi çözümde yanlış adım atmış oluruz. Bu olayda her iki taraf da suçludur." Prof. Çeker, "Öncelikle belirtmeliyim ki dinimizde böyle bir ceza yok. Bu siyasi otoritenin kararı ile uygulanan bir ceza yöntemidir" dedi. Kaynak : http://www.internethaber.com/dekolte-giyene-tecavuz-ederler-328464h.htm#ixzz1EVxV6MKo Şimdi, bu sözlerin neresinden tutalım? Yoruma gerek var mı? Böyle tepki uyandıracak her beyanlarında yaptıkları gibi, ya söz maksadını aşıveriyor ya da yanlış anlaşılıyor. Ağababalarının da klasik yöntemi bu yaklaşım. Freud, Günlük Yaşamın Psikopatolojisi adlı yapıtında, doğaçlama konuşmalarımızda, bilinçdışının, neleri, nasıl, hangi yollarla dışavurduğumuzu çok güzel anlatır. Freud’dan edindiğimiz bilgilerle kendimizi ve çevremizi gözlediğimizde onun ne denli haklı olduğunu anlarız. Prof. hazretlerinin buyurduğu fetva, kendi bilincinin, nasıl bir hastalıklı ayrımcılık, ilkellik, acımasızlık ve şiddetle örüldüğünün resmini sunuyor bize. Ne yazık ki artık, toplumumuzda böyle kafalar egemen oluyor, hamam böceği hızıyla ürüyor. Çok çocuk yapmaya çağrı da bu üretimi arttırmaya yönelik değil mi? Büyük devlet adamlarımızın (!), giyim kuşam, örtünme, içki konularına yaklaşımı çok mu farklı? Çeker’in sözleri, güvenlikle iligili kurumlardan, yargıya, eğitim kurumlarından tıbba, giderek toplumdaki her bireye, iktidarın tüm olanakları kullanılarak dayatılan temel anlayışın dillendirilmesidir. Bilim adamları hapisanelerde, mahkeme kapılarında çile çekerken, üniversiteler, okullar bu kafalarla dolduruldu. Kadınla neden bu kadar uğraşılıyor? Kadın, nüfusun yarısıdır. Doğurganlık ve ana olma özelliği nedeniyle her değerin üretiminde başattır kadın. Anne, yaşamın ilk algısıdır çocuk için. Beslenmedir, korunmadır, güvendir, dil ve düşüncedir, düşlemdir. Anne-çocuk tek ve tümdür. Kadını sürekli geriye itmek, sosyal yaşamdan uzaklaştırmak, eğitimsiz bırakmak, ikincil ve uysal kılmak, eve kapatmak, salt cinsel nesne olarak algılatmak (Dahası kârlı bir tecim metası), her yalana kanan SÜRÜ ÜRETİMİni gerçekleştirmede en etkili yoldur. Tek ve asıl Amaç da işte budur. İnanca saygı, özgürlükler ve benzeri yaklaşımlar, tamamen kılıftır. Bu kılıfın binlerce yıldır sökülüp atılamamasının temel nedenlerinden biri de, günümüzde özellikle İslamiyet tarafından sahiplenilip güçlendirilmesidir. Diğer tek tanrılı dinler, farklı coğrafyalarda, gelişmişlik düzeyini ilerletmiş ülkelerde, bu niteliğinden çokça ödün vermek zorunda kalmıştır. Bu konularda teolojik incelemelerinden çok yararlandığım, İzedebiyat yazarlarından Sn. Hulki Can’ın yürekli yazılarını izlemenizi öneririm. Yıllar önce, türbanlı öğretmenleri okullara sokma girişiminin başlangıcından kalma bir anımı aktarmak isterim. Böyle bir öğretmenin, bulunduğum okula atanacağından söz ediliyordu. Okul müdürüne gidip, insanların inançlarıyla, giysileriyle bir sorunum olmadığını söyledim. Ancak, benim de inançlarım ve hoşlandığım bir giyim tarzının olduğunu anlattım. Ben, insanlar çıplaklaştıkça ve bunu yadırgamayıp doğal yaşamın bir parçası haline getirdikçe kadın ve erkeğin özgürleşeceğine, ayrımcılığın yok olacağına ve şiddetten arınacağına inanıyorum. O zaman, benim de inancım doğrultusunda giyinip gelme hakkım yok muydu? Ama toplumdaki anlayışla ortalamada uzlaşmak için ödün veriyordum. Eğer, türbanlı öğretmen okula geldiğinde, ben de bikinimle gelecek ve inancıma saygı göreceksem hiç sakıncası yoktu. Bunu basını çağırarak ve kesinlikle yapacaktım. Aksi tavır, kendi inancıma ve kendime saygıma ters düşerdi, bu yükü kişiliğim taşıyamazdı. Elbette doğacak riskleri karşılamak benim sorunumdu ve müdür beyi ilgilendirmezdi. Emekli olana değin türbanlı meslekdaşımla aynı yerde çalışma şansım olmadı. Direniş, yaşamın içinde ve edimdedir, direnmeyi gerektiren o andadır, sözler uçup gider. Atı alan Üsküdar’ı geçer, çoktan geçti. Şimdi...Bir yandan topluma dayatılan çağdışı bu görüşler, diğer yandan doğal akışıyla seyreden, iletişim çağının olanakları sayesinde de gizlenemeyen capcanlı, cıvıl cıvıl yaşam. Yetişen gençlik...Her nesnenin, her değerin metalaştırılarak en ince yöntemlerle pazarlanması...Sanallık, sanallaşma, sanallaştırma...Klasik dinlerin kurallarından kaçan gençliğe postmodern dinlerin cafcaflı çağrıları... Bunalan, şaşkına dönen gençlik...İntiharlar, cinayetler, uyuşturucular ve de pornolar... Ve yakınmalarımız... “Nerde bizim zamanımızdaki gençlik?...” Kadının konumunu ve ona biçilen rolü, en başta örtülü kardeşlerimin, bir de bu açıdan sorgulayacaklarını umuyorum. Hayat, gidişattan ve yenilgilerden umutsuzluğa kapılıp, emeklilikte şöyle köşeye çekilip, Ege’nin görkemli ıssızlığında, kendi kendine okuyup yazma, çiçek böcekle uğraşma, çocuklarına ayıramadığı zamanları, torunların getirdiği zevkle değerlendirmeyi de çok görecek galiba. O nedenle, kalemi okur için oynatmaya böyle bir yazıyla MERHABA dedik. Okur musun, okumaz mısın? Senin bileceğin iş sevgili okur. Bundan böyle yazar mıyım, yazmaz mıyım? Onu da zaman gösterecek herhalde...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Vildan Sevil, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |