"Bir kitabın kaderi okuyanın zekasına bağlıdır." -Latin Atasözü |
|
||||||||||
|
Sayın okuyucu kardeşlerim; Bu siteye yazı yazmaya başlarken şöyle bir yazı yazdım. '' yazacaklarım kimilerinin bildikleri, kimilerinin bilipte unuttukları,kimilerininde hiç bilmedikleri nesir ve şiirler'' diye bir notum vardı. Şimdi bu not'a sadık kalarak bu yazıyı kaleme aldım. Burda kişi veya kurum suçlamak gibi bir amacımız olamaz. Yazacaklarımız olmuş aynıyla vaki olaylardır. Ancak cümle içinde kullandığımız kelimeleri genç kardeşlerimiz anlamakta biraz zorluk çekselerde anlamadıkları kelimeleri sorarak veya bir sözlükten bakarak öğrenirlerse daha iyi akıllarında kalacağını ve en azından beyinlerinde bir hücrenin daha çalışmasını istediğim içindir. Burda sizlere anlatacağım olaylar yaklaşık on yıl içinde olan olaylar olup, çok eskidende olmuş veya olmadıysada olması mümkün olan bir olayıda misal vererek bu son on yılda olanlara ışık tutması bakımındanda o eskiden yaşananıda yani olmuş veya olması mümkün olan olayıda anlatınca sizlerde en azından bazı olanlarla bağ kurmanıza yardımcı olacağından dolayı anlatmayı fakir kendine görev addetmiştir. Bu girizgahtan sonra konumuza gelelim. Ancak bir sürc-i lisan idersek affola... Şimdi hepiniz bilirsiniz yaklaşık 10-12 yıl kadar önce biri fırındaki ekmeklerin poşete girmesi için bir uygulama başlattılardı. Homurtu şeklinde bir tepki olmuş isede ''Hiç sıcak ekmek poşete girermi? .... falan''gibi ancak emir büyük yerden fırıncı esnafı ne yapsın uyacak emire.. ''Emir demiri keser'' fırıncı esnafı naylon torba aldı ve o naylon torbanın ağzını yapıştıracak birde yapıştırma makinası aldı. Şimdi o zamanlar bu naylon torbanın ağzını yapıtıran makinalara o zamanlarda kimse bakmazken emir den dolayı her fırıncı esnafı bu makinadan almak zorunda kaldı. O makinalar 5.000.00 tl idi. (o tarihte altı sıfır atılmamıştı paradan tabi.) Tabi bu makinaların satışında o emir den dolayı patlama oldu ve makinanın fiatı 37.500 tl ye çıktı. Arz talep meselesi. Makinayı almak için biraz geç kalan fırıncı esnafı o fiattan makinayı aldı. Ancak artık makina piyasada kalmadı ama zaten bir iki hafta sonrada bu emir anlaşılamıyan bir şekilde ortadan çekildi. Bu yapıştırıma işide kalktı.Fırıncılardada bu makinalar kayboldu zaten. Bu konuyu fırıncı esnafı daha iyi hatırlar. O tarihlerde de esnaf zaten sefilleri oynuyordu... O zaman fakir'in aklına işte o yukarda yazdığım, olmuş veya olması mümkün olan hikaye geldi aklına ve anlattı mevzuu nun geçtiği yerlerde. Peki neydi o hikaye: Hikayenin geçtiği zamanda da işler kesat, alışveriş durgun. Ancak adamın tanıdığı nazır olmuş, adam o tanıdığının yanına gitmiş ve önünü ilikleyip kapıyı tıklatıp içeri girmiş. Şimdi Nazır bey adamı tanıyor, babasının yakın arkadaşı ama nazırlığın verdiği bir kibirle adama şöyle bir yukardan bakıyor. Adam kendini tanıtıyor.Tabi nazır bey adamın ne iş yaptığını unutmuş veya unutmuş görünerek soruyor.. ''Sen ne iş yapıyordun'' diye.Adamda ''oturak'' yapıyorum nazırım demiş. ''Hımmm'' demiş nazır. '' Sen yapabildiğin kadar oturak yap yığ bir yerlere'' demiş. O zamanlar oturaklar çamurdan yapılırmış. Şimdiki gibi emaye veya plastik daha icadedilmemiş. Bu adamda geliyor yerine başlıyor oturak yapmaya zaten sanatı. Bunun içinde sermayeyede gerek yok çünki, çamur dere kenarında bol, suda dereden akıyor zaten, yani malzeme bedava geriye işçilik kalıyor onunda zaten başka bildiği iş olmadığından bacağına eline kuvvet oturak yapmaya bir gayret devam ediyor. Tabi oturaklara kulp takmayıda ihmal etmiyor. Öyle çok yapıyorki artık dere kenarları dolu daha stok yapacak yer bulamıyor. Nihayet yine gidiyor nazırın yanına aynı ilk gittiğinde girdiği gibi, nazır beyin yanına giriyor. Nazır bey nede olsa meşgul insan, yine unutmuş veya unutmuş görünüyor. Adam anlatıyor diyorki:- '' Nazır bey ben oturakları yaptım yığdım dağlar gibi, artık koyacak yer yok'' diyor. Nazır bey ''Hımmm'' diyor. '' Tamam şimdi satış zamanı demek artık, sen git satmana bak'' diyor. Adamcağız pek birşey anlamasada gidiyor. Öyle ya nede olsa ''nazır bey tanıdık bir faydası olacak bana'' diye düşünüyor. Haksızda değil tabi. O gittikten sonra Nazır bey bir ferman yayınlıyor. HERKES KAFASINA OTURAK GEÇİRECEK,GEÇİRMEYENE YÜZ AKÇE VE YÜZ SOPA CEZA'' diye. Tabi ferman büyük yerden herkes oturak geçirmek zorunda oturakta nazırın tanıdığında adam bir oturak satıyor,bir oturak satıyorki sormayın. İlk gün beş akçeye sattığını, ikinci gün on akçeye, üçüncü gün onbeş akçeye satıyor. Zatende üç-beş günde bitiyor yaptıkları adamda para çuvalla. Ee tabi o zamanlarda ahalide de birazda efeliğe merak var, kimisi kafasına yan, yani sağ veya sol kulağına doğru yatırarak kafasına oturağı geçiriyor, kimi kulpunu yana , kimisi öne, kimisi arkaya getiriyor. Birazda çift kulpluda yapmış hani viking şapkaları gibi tabi onları herhalde yirmi akçeden satmıştır. (Fakirin düşüncesi bu tabi.) Kimiside bunları geçiriyor kafasına iki kulplu oturakları. Bunların malzemeside toprak olduğu için vatandaş az öne egilse kafasından düştümü ''PÖÖÖNNN'' diye bir ses bu oturaklar hep kırılmış. Zaten o cezada kendiliğinden kalkmış ''nazırın kafaya oturak geçirme fermanı'' da kendiliğinden kalkmış. Ama nazırın tanıdığıda çuvalla para kazanmış. Zamanlada Cenab-ı Hak ona uzun ömür vermiş pir-i fani olmuş yanına gelenlere paranın nasıl kazanılacağı hakkında ders verir olmuş... Evet bunu anlattıktan sonra bir konuya daha değinip yazımızı toparlıyalım. Şimdi dikkatlice okuyunuz. GÜL ve LALE.. Osmanlının ve İslam'ın sembolü GÜL dür. Bu gül aslında üç çeşittir. Biri yani esası BİN YAPRAK denen büyükçe açan gül kokulu pembe renkli. İkincisi : Şakayık denen, bin yaprağa göre daha geniş ve kıvırcık gül yaprakları olup yine biraz daha hafif kokulu. Üçüncüsü ise MİSKİ GÜL denilen az yapraklı biraz daha diğerlerine nazaran küçük ve esans ve gül suyu üretilen güldür. Şimdi Lale devriyle bu millet ne zaman tanıştı. 1870 li yıllarda olduğunu söylüyorlar. Lale Osmanlı'nın öz çiçeği imiş bakalım öz çiçeğimi? Alemi kör veya düşünemiyen, milleti sersem sananlar NECATİ nin şu gazelindeki beyitleri nasıl anlar acaba. Dikkat ediniz NECATİ'nin vefatı miladi 1510 veya 1512 yani Osmanlı'nın en parlak dönemleri değilmi? O halde Necati ye kulak verelim. Gazelin tamamını yazacak değilim isteyen internetten tamamını okuyabilir. Bir beyiti mevzuumuzun açıklanmasına yeter, Taşradan geldi çemen mülküne bigane deyu Devri gül sohbetine laleyi iletmediler... ( Çemen ülkesine dışardan gelen yabancı diye, Gül devrinin sohbet meclisine laleyi yaklaştırmadılar.) Demekki 1500 lü yıllarda lale için taşra yani dışarı çiçeği dendiğini anlıyor fakir. Ancak çömlek misali gibi işte lale ekiminden köşeyi dönmek için tanıdık bir nazır lazım. Bu yazıyı okuyanlardan lale soğanı satabileceğimiz tanıdık bir nazırları varsa banada bildirirlerse minnettar olurum. Haa bakın bu fakirin gayri ciddi bir isteğidir. Fakir için madde araçtır. Cenab-ı Hak maddeyi amaç için görenlerden bizleri eylemesin. Onlardanda bizleri korusun..Aminn.. Ahmet GÜNAY
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ahmet GÜNAY, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |