Kırılma
Neden kalplerimiz bu kadar katı olmak zorunda ve hep kırılgan? Mesela "benim kalbim su gibidir" desek daha iyi olmaz mı?
Çok değer verilir, çok sevilir, her şey anlatılır, bazen sevgiliden, bazen aileden bile daha yakındır. Dinler her derdini, derman olmak için elinden geleni yapar, kırılsa da küsmez, küsse de uzun sürmez... Kim taşıyabilir bu kadar güzel vasıfları?
Ahmet Kaya'nın söylediği Şafak Türküsü parçasının bende hissettirdikleri...
Doğada bazı sesler vardır insan oldukça haz veren, dinlendiren. Dağ başında, ay ışığında türkü söyleyen kitabesiz bir çeşmenin şırıltısı. Çağıl çağıl akan bir dere. Cıvıl cıvıl kuş sesleri , toprak kokusuna karışan yağmurun sesi…
Yağmur altında dolaşmak sevgili ile ne kadar güzel ise, yalnızlığın şemsiyesini alıp dolaşmak o kadar acı verir insana
Sermayesi su olanın, zikri duruluk oluyor. Hep onu hatırlatacak bir yol buluyor ve oracıkta sızıp kalıyor yorgun ruhum...
Çok sevdiğini söylediği halde birbirine hakaret eden, saldıran, aşağılayan, üzen; maddi ve nefsani çıkarıyla çatıştığında anında sırtını dönen kişilerin yaşadığının adı tutku değildir. İman etmeyen kişi gerçek aşkı-hak dinlerden gelen tutku kavramını- duymuştur; bilinç altında onu arar, ancak bulamaz. Mümin ise bunu bilinçaltında bilir ve en önemlisi yaşar,
Düşünüyorum sadece tek yapabildiğim bu diye. Düşünüyorum neden içim, dışım, düşlerim, gözyaşım sen dolu, bu kadar kısa sürede beni nasıl bu kadar senle doldurduğunu.
Devrildim öylece..
Kalbimin sağına seni,
Soluna hayatı alıp özledim öylece..
Sonra da sana sarılırcasına cümlelere sarıldım.
Cümleler aktıkça yüreğimden..
Aslında senin de adın yok, seninle geçen zamanlarında..
Usandım ve uslandım artık; böyle kalsın her şey! Bilinmedik...
Renklere mi küskünsün ki saçlarını bir fırça gibi savurup dünyayı siyaha, beyaza, yeşile, maviye boyamamaktasın. Bir küstüm çiçeği misin ki, bir bahar dalı gibi bana güzellik yaşatmazsın. Nedir sendeki bu telaş? Güvercinler gibi camlara yıldız yağmuru gibi yağarsın. Ruhun acısından bana billur bir göl bırakmaz. Çalkantılı ve bulanık
Hayat kadrajında gelememiştik yanyana. Aynı kadrajda yer bulup, hayat deklanşörüne basarak, ölümsüzleştirememiştik bir fotoğrafla. Şimdi aynı kadrajdaydık o hayat köprüsü üzerinde. Ama ne zaman deklanşöre basmaya kalksam; fotoğrafın arka fonuna ya onun yakası yansıyordu, ya da benim. Fotoğraftaki tüm fonların bize ait olduğu bir manzarayı arkamıza alıp, defalarca