Döve Döve Demokrasi
-Ablam sen döverken öldü zaten!
-İftirayı bırak, o oğlanla aynı merdivenden inip çıkan ben miydim? Çoluğun çocuğun namusunu korumayacak mıyız?
"“Edebiyat, gerçek hayatın aynası değildir; ona bakıp aynaya sormaktan vazgeçmeyenlerin oyun alanıdır.” – Umberto Eco"
"“Edebiyat, gerçek hayatın aynası değildir; ona bakıp aynaya sormaktan vazgeçmeyenlerin oyun alanıdır.” – Umberto Eco"
-Ablam sen döverken öldü zaten!
-İftirayı bırak, o oğlanla aynı merdivenden inip çıkan ben miydim? Çoluğun çocuğun namusunu korumayacak mıyız?
İşte böyle güneşli bir pazar sabahı, geldi bizim kahvaltıya dadandı. Benlik bir şey yok, ben kolay kolay korkmam arıdan, ama benim evlat ve hanım her nedense huzursuz oldular... Hop oturup hop kalkıyorlar bana dönüp Baba şunu kovsana, baba ne yapacağız ya ısırırsa, baba bir şeyler yapsan güleceğine. sorular
Bilirsiniz, bu adamlar yıllar önce devrim adını verdikleri bir arabayı benzin koymadan yürütmeye kalkmışlardı, şimdi de demokrasi adını verdikleri bir arabaya bindiler; ancak buna da ileri vites koymayı unuttular. İşte o yüzden bizdeki demokrasi arabası hep geri vitesle gider ve oraya buraya da toslar.
Çok çabaladılar aramıza ayrılık tohumları ekmek için, başında çok direndik ama, neticede ayrıldık işte. Artık onların kendi dünyası var, benim kendi dünyam. Mutlu muyuz kendi dünyalarımızda? Hem mutluyuz hem de mutlu değiliz. İki arada bir deredeyiz. Hayat bizi çekip götürüyor, bakalım nereye kadar sürükleyecek bu ayrılıklarımızı...
Köyümüz bir zamanlar hocasız kalmıştı. Yeni bir hoca bulmak için yapılan çabalar hep boşa gitmişti.
Karagöze Mısırdaki amcasından bir sandık altın miras kalır. Bunun üzerine Karagöz yakın arkadaşı Hacivat ile beraber bir ticaret gemisine binip Mısıra giderler. Miras işlemlerini hallettikten sonra yine bir ticaret gemisine binip geri dönerler. Ama Marmara Denizinde kürekçilerin isyanı sırasında su alan gemiden yolcular kayıklara binerek kurtulurlar.
Bir cumartesi günü selamünaleykümün de samimiyetine ve sıcaklığına güvenip dükkanından içeri daldım. Aleykümselam hemen bana doğru uçarak geldi... ''Çay içer misin Ahmet?'' çayı da severim de aslında, boş ver. ''Yok ağabey içmeyeyim sabah dükkanda çok içmiştim.'' O sırada tezgahta da bir taraftan iş yapıyor. ''Biraz çıkma yapsan ağabey
Hacivat: " Gökyüzünde yıldız var, ay var. "
Karagöz: " Yeryüzünde baldızımın yaptığı çay var. "
Hacivat: " Gökyüzünde bulut var, güneş var. "
Karagöz: " Yeryüzünde unutma keleş var. "
Hacivat: " Karagözüm, keleş mi var? "
Ruh hekimi Fehmi,uyku mahmurluğunu henüz üzerinden atamadığı için bir yandan esnemekte,diğer yandan elleriyle gözlerini ovuşturmaktadır.Bu arada gözlerinden gömleğinin üst kısmına düşen bir iki çapağı üfleyerek def etti.Önüne dumanları çıkan çayı koyan hastabakıcısını bile fark etmemişti.
Sarımsaklı yaşantım, kundura tamircisi Paraşko’nun karısı sayesinde hovardalık açısından hızlı başlamıştı.
Tren yolculuğu samimidir, mütevazidir. Bir kere alışınca rayların o ritmik sesi bile güzel gelir insana, bir yerde bir tren yolu görünce bile insanın ilk trene binip çok uzaklara gidesi gelir. Ama artık öyle midir?
Bazı insanlar akıllıdır ama delilik kanında vardır. Kimisi de delidir ama akıllı geçinir. Müşteri velinimettir. Bakalım bizim öyküde de öyle mi?
Kasabanın birinde çok titiz, temiz yaşlı bir bayan varmış. Bu kişinin eşi imammış ve bu nedenle kendisine hocanın eşi diye hitap ederlermiş. Hocanın eşinin titizliği dillere destanmış.
"Nasıl yeğenim, babanın sakallarına benzemiyor değil mi? Ulan yavaş çeksene canımı yakıyorsun, tamam ulan bu kadar yeter!" diye homurdandığında elimi yavaşça çekmiştim.
"He anam." demiş. "Oturursun tabi… Nasılsa üzerindeki entari
senin değil benim.