Dünyada insandan çok aptal var. -Heinrich Heine |
|
||||||||||
|
Bir de şunu fark ettim ki; belki herkes için değil ama benim için böyle..Ben sözsel ifade ile kendimi tam anlamı ile ifade edemiyorum sanırım. Yani duyguların aynı şekli ile sözlere anında aktarılmasında ki zorluğu, kelimeleri şu beyaz kağıda aktarırken yaşamıyorum. Yani kalemimin ucunda çok daha özgür, çok daha hürüm. Odamdayım. Sekreterlik. Camımı sıkı sıkı kapadım. Araba, insan sesleri, tam da yol üzeri. İSTEMİYORUM! Radyoyu da kapadım, bu gün canım müzikte dinlemek istemiyor. Şu saat oldu, yaşam da sanki arzuladığım sessizliğe ayak uyduruyor, daha bir ya da birkaç kişi uğradı odama. Onlarda sessiz.. Bizim memur Ahmet bey kapımın hemen dışında ki masada Necdet bey ile sohbet ediyor. “Şiiitttt! Sessiz ol” demek istiyorum. OLMAZ Kİ! Bu gün yüreğimde sessiz. Garip bir şeyler düşünüyor bu gün yüreğim. Köşesine çekilmiş, yalnız, çaresiz, kimsesiz…Bir şeyler var, biliyor, yada hissediyor, eksik bir şeyler var, o sürekli tamamlanamayan jengıl gibi bir taş sürekli eksik, tamamlandıkça oradan birileri bir şeyleri alıyor, çalıyor… Bu gün yüreğimin kafası karma karışık.. Neden zamanında, yaşanırken her şey anında, bir el çabukluğunda, bir atiklik, bir hızda alınırken, çalınırken fark edemiyor. Biliyor bir şey var, yada bir şeyler, belki de BEN! O içimde ki minik, elde edilmiş küçük kıpırtılar çalınırken neden fark edemiyor. Fark ettiğinde ise geç, çok geç kalıyor. O eksik bir şeyler hep olacak biliyor. Bir şeyler var hissediyorum, yanlış giden bir şeyler var sanki yaşamımda. Kahin değilim ama hissediyorum, bir pus iniyor sanki yüreğime, bir karanlık basıyor sanki düşüncelerime, nasıl anlatsam, içim, kalbim..Küçüldü, küçüldü önce, sıkıştı kaldı. Sonra büyüdü, büyüdü! Bu beden yetmiyor onu saklamaya, korumaya, taşımaya.. Sanki yaşam dört odalı bir ev ve ben bu evin en ıssız, nem kokan, rutubet kokan dar ve karanlık odasında yaşıyorum. Sanki şey gibiyim? Nasıl desem, düşünüyorum ama buna da bir isim bulamıyorum. Sanki…ne bileyim..Sanki bir dilek tohumu gibi hissediyorum kendimi. Bilirsin değil mi dilek tohumunu , hani şöyle -*- bir şeydir. Havada uçuşur. Onu yakalarız, kör inancımızla bir dilek diler, tekrar üfleriz. Hah! İşte onun gibiyim. Sanki yaşamda öylece bırakıvermişim kendimi. Rüzgar nereye iterse savuruyor beni şu günlerde. Umurumda mı? Değil. Öyle bırakmışım kendimi. Anlamsızca yaşıyorum, yürüyorum, soluyorum, görüyorum,tutuyorum. Bunları ben yapmıyorum. Tıpkı bedende oluşan o ani tik’ ler gibi istem dışı, sadece yapmak adına, yaşamak adına yapıyorum. Bu gün havada çok garip.. Mevsim kış; ama Sonbahar olmuş! Mevsim Kış; ama boğuk bir ılıklık hakim havaya! Mevsim Kış; bir nem bir pusun içinde berraklık saklı, gizli, kuytu köşelerde! Mevsim Kış; işte tam karşıdaki şu ağaç, hala mevsime inat edercesine yapraklarını saklıyor bedeninde. O ağaç ki, tekdüze bir canlı iken inatla direniyor yaşama, mücadele veriyor. Ben ise benken, ben ise bir canken, ben ise insanken bir dilek tohumu gibi, ne kadar anlamsız, mücadelesiz yaşıyorum şu son zamanlarda. O inatla mücadele ettiğim erdemlerim dahi..şimdi bakıyorum da hani?.. Hani nerede? Onlardan bile kendi kendime, emrivaki vazgeçer oldum. Neden? Suçlama güdüsünden. Sevdamı suçlama güdüsünden. O katıksız sevdamı suçlama. Bu gün yaşama konuğum ben. Penceremden kışa inat sızan mahçup gün ışığı yorgun ruhumu okşuyor. Omuzlarım düşmüş, başım eğik, gözlerim isteksizce dalıp gidiyor. Sağdan soldan, dört bir tarafımdan bilinmezlik sızıyor, kan gibi, karanlık gibi, nem gibi hücrelerime. Sorular, sorular..Koşuyorum sanki, çılgınca koşuyorum. Kaçmak değil maksadım, açıkçası başka bir şey, ne olduğunu bende bilmiyorum. Sanki koştukça, saatin akrebi, yelkovanı da benimle koşuyor. Görüyorum. Anlıyorum. Bu kez, duruyorum. İleriside korkutuyor beni. O durduğum yerde yakalanıyorum bilinmezliğe. Ne yapacağımı bilmiyorum. Dursam olmuyor, koşsam olmuyor… Sonra adı geliyor aklıma sevdiğimin, belki de sevdiğim sandığımın. Ne hissettiğimi, ne hissedeceğimi de bilmiyorum. O gün ışığı daha bir aydınlanıyor. Huzur sızıyor gizlice penceremden. Yine korkuyorum, bu, gün ışığımı bilmiyorum! Ya değilse? Ya oda beni aldatıyorsa? Ya oda sahte ise? Onu da bırakmak, bir öncesi kadar kolay olur mu bilmiyorum. Tıpkı tüm bilinmezlerim gibi. Korkuyorum ki gün gelecek mutluluk adına bir şeyler yaparken, bunu amaçlarken İÇİMDEKİ UMUT IŞIĞI KARANLIĞA KARIŞIP GİDECEK!
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Sevgi ÖRENGÜL, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |