Perişanım, gecenin duldasında yalnızım, kalemler yazmaz halimi anlamsız, şekilsiz yüzüm; kararsızım.kaç gündür düşlerimde mavi bir kuş, güvercin belki öyle güzel ki gözleri öyle dokunaklı ve dalgın ki bakışları, gelip konması yok mu omzuma, ellerime sessiz sedasız. Eriyesim geliyor, yanasım kül olasım. Yar, hayın yar zalım zar, en hoyrat anlamları yüklerken gönlüme, sesime ve nefesime ne halde olduğumu düşünmedin. Mevsimler yalan dedim inanmadın, dönüp duran bu kuşlar, esen rüzgâr, bu sarhoş yağmur yalan dedim, inanmadın. Bir dal yasemen, solmuş sararmış bir yaprak ya da buruşmuş bir kağıt parçası gibi bıraktın kendini hayın, biçimsiz ve yabancı âleme. Hiçbir bir şey yerdeki taş havadaki kuş bile böyle sefil ve pespaye bir kayıtsızlığı, yaşamışlığı ve anlamsızlığı yakıştıramaz ne yüzüne ne yüreğine ne düşlerine. Bazen insan hayatın üstüne üstüne geldiğini, boğulur gibi olduğunu hissettiği, her şeyi en sevdiği üzerine eğildiği değerlerini bile yüzüstü bırakıp tanımadığı bilmediği uzaklara gitmek, o acıtan, kanatan soluksuz, bitkin bir ölü gibi bırakan şeylerden uzak, yabancı kalabalıkların arasında bir ağaç, mazisiz bir kuş, kedersiz bir bulut gibi yaşamak eriyip yokolmak ister. Keşke zaman geriye dönebilse de kaçıp göçebilseydin, yüreğin aşkına, gönül hatırına bir cam bardağı zamanın en ıssız anında kırabilseydin. Hayatı inciltip yüzüstü bırakabilseydin... yâr yâr