Kitaplarla dolu bir oda, ruhlu bir beden gibidir. -Cicero |
|
||||||||||
|
Günlük yaşamda kullanılan kelimelerin giderek azaldığından söz ediliyor. Kimilerine göre birkaç yüz sözcük yetiyor günlük konuşmalarımıza. Bu demektir ki aynı sözcükleri aynı biçimde tekrarlayıp duruyoruz. Bir düşünün isterseniz gözlerinizi açıp yeni bir güne başlamanızdan itibaren hangi sözcükler yer alıyor konuşmalarınızın liste başında? Acaba sözlüğünüzde hiç yer almayan ya da çok az yer alabilen sözcükler neler? Bu sorulara vereceğimiz yanıtlar, yaşamımızın bir görünümünü de ortaya koyacaktır. Çünkü söylediklerimiz, sözlerimiz aynı zamanda yaşadıklarımız ve yaşamak istediklerimiz değil midir? Söylenmemiş sözcükler yaşanmamış zaman kesitleri ve yaşantı dilimleri değil midir? “Seni seviyorum” sözlerini kullanmadığımızda, söylemediğimizde, eksilen yalnızca sözlüğümüzden birkaç sözcük müdür? İç dünyamızın pencereleri de kapanmaz mı söylenmeyen sözlerden ve kurulmayan cümlelerden dolayı? Yalnızca bizim kendi iç dünyamızın, ruhumuzun değil sevdiklerimizin iç dünyasında da kilitli kalır kimi kapılar ve pencereler. Sözlerimiz aynı zamanda birer büyülü anahtardır. Ama elbette aklımıza gelen her şeyi, içimizden geçen her şeyi söyleyelim demiyorum. Bu zaten olacak şey değil. Kim içinden geçen duyguları ve düşünceleri olduğu gibi, biçimlendirmeden, değerlendirmeden söyleyebilir ki? Belki çocuklar ve bir de deliler... Kendimizi anlamak nasıl kendimizle konuşmayı gerektirirse, başkalarını anlamak da onlarla konuşmayı, diyalog kurmayı gerektirir. Her gün ne kadar çok kişiyle konuşuruz. Ama çoğu zamanda bizi anlamadıklarından şikayet ederiz. Kimi zamanda karşımızdakini anlamakta zorluk çekeriz. Çeşitli nedenleri vardır elbette bu gibi durumların. Kendini düzgün biçimde ifade edemeyen kişiler olduğu gibi, karşındaki anlamazlıktan gelen kişiler de olabilir. Çünkü anlamak aynı zamanda paylaşmayı, dayanışma için de olmayı da gerektirir. Anlamak, ama bir insanı gerçekten anlamak kolay değildir. Yalnızca akıl değil gönül kulağıyla da dinlemek gerekir. Ama ne yazık ki insanlar çokça konuşsalar da aynı oranda dinleme tutumu içinde görünmüyorlar. Anlamak ve anlaşılmak için dinlemenin gereği unutuluyor. Belki de modern yaşamın ritmi iletişimlerimizde de sorunlara yol açıyor. Anlamaya zaman ayırmıyoruz. Bir şiirinde Gülten Akın şöyle diyordu: “Ah! Kimselerin vakti yok/Durup ince şeyleri anlamaya.” Zaman hep işlerle, uğraşlarla, kazanmaya yönelik uğraşlarla geçiyor. Ekmek kavgasını yoksaymak mümkün değil. Ama yaşama anlam ve değer veren şeyleri ve kişileri ve eserleri anlamaya vakit ayırabilmek de bizim elimizde olan bir şey değil mi? Sözler: "Ne kadar çok bilirsen bil, söylediklerin karşındakinin anlayacağı kadardır." (Mevlana) Dizeler: “Her gün bir yerden göçmek ne iyi Her gün bir yere konmak ne güzel Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş Dünle beraber gitti cancağzım Ne kadar söz varsa düne ait Şimdi yeni şeyler söylemek lazım” (Mevlana)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mustafa Günay, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |