Bildiğim tek şey, ben bir Marksist değilim. -Karl Marx |
|
||||||||||
|
Bir bayram arifesi akşamı, zorunlu olarak, son güne bıraktığım bir alışveriş hengâmesinin ortasındayım. Market tıklım tıklım. Kasa kuyruğundaki sıra, nihayet bende. Alınan yiyecek-içecekler poşetlerde. Parayı ödemek için çantamı açıyorum, cüzdan yok... Kendim bile aradığım bir şeyi zar zor bulduğum çantamın içindeki cüzdan kayıp. Altlara mı düştü acaba? Adres defterimin arasına girmiş olabilir. Nereye gitti bu? Yok. Çalınmış... Hangi maharetli el aldıysa almış. Yok.Yok işte. Tam kasanın önündeyim, poşetler marketin arabasına yüklenmiş, ben hala çantamdaki olmayan cüzdanımı arıyorum. Buralarda bir yerlerde olmalı, daha demin buradaydı. Poşetlerden birinin içine düşmüş olabilir mi? Nafile. Uzun yorgun kuyruk, işimi bitirmemi dört gözle, sabırsızca ve olabildiğince kibar bekliyor. Biri bir şey mi dedi? Kuyruktaki o şapkalı adam biraz kızgınca bakıyor gibi. Aramaktan vazgeçmeliyim artık. İptal etmeliyim aldıklarımı. “Anla artık, bal gibi çaldırmışsın, başın raflarda sen saf saf dolanırken, tilkiler sarmış çevreni. Seni kaz seni. Seni tedbirsiz seni.” -Ben böyle üzülürken öteki ben de dalgasını geçmeye devam ediyor. “Hadi evine git artık, yapacağın bir şey yok, üzülmenin faydası da. Bu işleri son saatlere bırakırsan, olacağı bu. Ama önce karakola.” Karakoldan çıkarken hala köşe bucak aranmaya devam ediyordu gözlerim. Bir mucize olacak da, yıllardır kullandığım eprimiş derili cüzdanım; “şaka yaptım, işte buradayım” diyip ortaya çıkacak diye bekliyordum. O akşam, komşudan aldığım parayla taksi paramı ödedim. Nüfus cüzdanım, sürücü belgem, kredi kartlarım, oğluşumun, yeğenlerimin her cüzdanımı açtığımda beliren bebiş yüzleri hep birlik olup bayram boyunca beni terk ettiler sanki. Kimliksiz bir dokuz gün; biri kim olduğumu sorsa, kendimi kanıtlayacak hiçbir belgem olmadan, kabus dolu dokuz gün, dokuz gece evden dışarı çıkamadım. Mağazadaki genç kadının kederli nemli gözleri beni terk etmemekte direniyordu o gece. Tam o sırada televizyondaki haberler arasında dolanırken bir habere takıldı gözlerim; Emniyet Genel Müdürlüğünden bir basın açıklamasıydı bu, ve o sıkıntılı günün akşamı için oldukça dikkat çekiciydi. Ülke genelinde mala karşı suç işlemede, bir önceki yıla oranla 2005 yılında -bildirilmeyenler hariç- % 48’lik bir tırmanıştan bahsediliyordu. Basın sözcüsü, 2004 yılında % 38 olan aydınlatma oranının 2005’te % 28 olarak gerçekleştiğini söylüyordu. -Rakamlara bakılırsa yan kesiciler güvenilir yeni metotlar bulmakta kendilerini sürekli geliştiriyorlardı.- Diğer bir kanalın haberinde ise, enflasyon canavarının işinin nasıl bitirildiği anlatılıyordu. Enflasyon ile suç, ters orantılı işliyordu demek, biri düşerken anlaşılan diğeri tavana vuruyordu. Eğer bir toplumda, suç oranlarında bu kadar tehlikeli bir artış var idiyse, sivil toplumların, ilgili kurum ve kuruluşların hemen harekete geçmesi beklenmez miydi? Artışın nedenlerinin sosyokültürel, psikolojik ve ekonomik açılardan irdelenmesi, değerlendirilmesi ve çözümlerin üretilmesi, hukuki boyutta caydırıcı tedbirlerin alınması ve gerekli yasaların çıkarılması gerekmez miydi? Tedbirler alınıyordu da bizim mi haberimiz olmuyordu? “Hadi canım” dedi içimdeki ses, “caydırıcı önlemler alınmış olsa, her gün bu kadar yürütme, kapkaç, hırsızlık suçu işlenir mi? Son iki senede yalnızca oturduğun apartmandaki dört hırsızlık olayını, ne çabuk unutuyorsun. İki kez senin kapını da zorlamadılar mı? Daha geçenlerde yılbaşından üç gün önce üst kattaki komşunun kırılan kapısının önünde polisin iki elini yana açarak yapacakları tek şeyin parmak izi almak olduğunu, “Dışarı çıkarken kapılarınızı iyice kilitleyin” tembihlerini. Ya iş yerindeki arkadaşının, annesinin evindeyken uğradığı silahlı saldırıyı. Peki, çantası için yerlerde sürüklenen Sevinç Hanımın vücudundaki morlukların iyileşmesinin üzerinden kaç gün geçti? Üstelik bunlar yalnızca kendi çevrendekiler. Yurdun dört bir yanında olup bitenlere ne demeli? Hırsızlık, gasp, kapkaç, dolandırıcılık ve yankesicilik vakaları, binlerce faili meçhul olay. Sonuçta iflah olmaz suçlularla birlikte, güvensiz bir ortamda yaşamak zorunda olan masum insanlar. Becerilerini geliştirmek için çaba harcayan dolandırıcılar kadar masum vatandaşların da kendilerini koruma yöntemlerini geliştirmeleri gerekir. İşlenen suçların yoğun olduğu bölgeler, olası tüm mekânlar, zamanlar ve yöntemler bir araya getirilip değerlendirilerek etkili tedbirler üretilebilir. İnsanlar, sık sık yapılan hatırlatma ve duyurularla uyarılabilir ve medya yoluyla bilgilendirilebilir. Kalabalık mekânların sorumlulukları artırılıp, koruma görevlileri, kameralar gibi kontrol sistemleri zorunlu hale getirilebilir. Ve tüm bunların ötesinde, asıl yapılması gereken şey, suç oranlarındaki bu denli tehlikeli artışın altında yatan temel nedenleri mercek altına almak ve köklü çözümler getirmektir. Birey olmaya giden yolda ilk adım insanın yiyecek, içecek, barınma gibi en temel fizyolojik ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. İkinci adımda ise güven gereksinimi vardır. Üçüncü adımda beklentiler, başkaları tarafından kabul ve saygı görme, aidiyet ve sevgi şeklinde belirir. Son aşama ise var olma duygusunun tatmini, kişiliğinin başkalarından ziyade kendisi tarafından onaylanması, yani kendini gerçekleştirmektir ve bu süreç yaşam boyu devam eder. Ve bir toplum ancak bu son mertebeye ulaşabilmiş insanlar aracılığıyla sosyokültürel gelişimini tamamlayabilir. Ne yazık ki daha birinci ve ikinci basamaklardaki kuyruklarda bekleye bekleye umutlar gibi yaşamlar da bir bir tükenip yok olmakta. Bu durumda güven duygusu tatmin edilmeyen bireyin toplumdaki diğer insanlara saygı duymasını, onları sevmesini, çevresindekilere empati beslemesini ve yararlı bir şeyler üretmesini beklemek ne kadar gerçekçi olabilir?
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hülya Atakan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |